bir millete baksan uyanık… Çünkü: Sabah!
Hele bîçâre Şerîat’le nasıl oynanıyor!
«Müslümanlık bu mu yâhû» diye insan yanıyor.
Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,
Otuz üç yıl bizi korkuttu «Şerîat» diyerek.
Vahdetî muhlisiniz, elde asâ çıktı herif,
Bir alay zâbiti kestirdi. Sebep: «Şer'-i Şerîf!»
Karı dövmüş, boşamış… «Emr-i İlâhî» ne denir!
Bunların hepsi, emîn ol ki, cehâlettendir.
Bana sor memleketin hâlini ben söyleyeyim:
Bir imam çünkü, bilir evleri… Hâ bir de, hekim.
Gel nikâh kıy, demesinler, diye bâzen kaçarım…
Düğün olmaz mı, gelirler de bütün komşularım:
Yine kondun Hoca! derler, onu bilmezler ki,
Daha memnûn olacaktım o düğünsüz belki.
Zerde karşımda durur kanlı yemek tavrıyle;
Öksüz ağlar sanırım, çalgıyı duydum mu, hele!
Bu neden? Çünkü nikâhın sonu er geç boşamak,
Yâhut akşamki gelenler gibi hırgür yaşamak!
Düğün olsaydı ne âlâ idi tek bir perde;
Ayrılık faslı da var sonra bunun, mahkemede!
Ne kadınlar, ne sefâlet doğuranlar görürüz;
İşte binlerce çocuk, hem baba sağ hem öksüz!
Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar!
İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler; bunlar
Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan;
Yoksa, insanlığı bilmem nasıl anlar insan?
Sözü bir parça uzattımsa da, oğlum, affet!..
Hasbihâl etmek için başka adam yok ki… Evet,
Kimse söyletmiyor artık bizi, bak sen derde;
«Mürteci!» damgası var şimdi bütün ellerde.
Bir fenalık görerek, «yapma!» desen, alnına tâ,
İniyor hatt-ı celîsiyle Hamîdî tuğrâ!
İşte gördün ya, herif «sâye-i hürriyyette»
Diyerek, başlamak üzreydi hemen tehdîde!
Eskiden vardı ya meydanda gezen ipsizler:
Hani bir «sâye-i şâhâne» çekip her şeyi yer!
Onların birçoğu ahrâr-ı izâm oldu bugün;391
Mürteci, nah kafa, bizler… Kerem et; hâli düşün!
Bu cehâlet yürümez; asra bakın: asr-ı ulûm!392
Başlasın terbiyeniz, âilelerden oğlum.
Sâde hürriyeti ilân ile bir şey çıkmaz;
Fikr-i hürriyyeti hazm ettiriniz halka biraz.
Nazım Parçaları
Ressam Haklı!
Bir zaman vardı ya târîh-i mukaddes modası…
Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası,
Mutlakâ eski tesâvîr ile ziynetlensin,
Diye, ressam aratır hayli zaman bir zengin.
Biri peydâ olarak, ben yaparım, der, kolunu
Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu
Sıvar ammâ ne sıvar! Sâhibi der:
– Usta, bu ne?
Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!
– Bu resim, askeri basmakta iken Fir'avn'ın,
Bahr-i Ahmer yarılıp geçmesidir Mûsâ'nın.393
– Hani Mûsâ be adam?
– Çıkmış efendim karaya…
– Fir'avun nerde?
– Boğulmuş.
– Ya bu kan rengi boya?
– Bahr-i Ahmer a efendim, yeşil olmaz ya bu da!
– Çok güzel levha imiş! Doğrusu şenlendi oda!
Bir Mezar Taşına Yazılmış İdi:
Şu fânî zindegâniyle hayât-ı câvidânînin,
Telâkî-gâhıdır makber denen son menzil-i ârâm.394
Hayat ölmekle bitmiş olsa bir şey anlaşılmazdı;
Evet, bir ömr-ü sânî var: Değil hilkat abes mâdâm.395
Sen ey gâfil beşer, âlemde bir te'mîn-i istikbâl
Edeydim, der çekersin ihtiyârî bir yığın âlâm.396
Eğer üç günlük istikbâl için ferdâyı anmazsan,
Hederdir, korkarım, dünyada imrâr ettiğin eyyâm.397
Hakikî bahtiyâr ancak o âdemdir ki, dünyâdan
Giderken mâmelek nâmıyle terk eyler büyük bir nâm.398
İlâhî! Doğru bir meslek nasıl bulsunlar insanlar,
Hakâik hep dururken perde-pûş-i zulmet-i evhâm?399
Bir Resmin Arkasına Yazılmış İdi:
Kiminin yâd-ı ihtiramı kalır,
Kendi gittikte cânişîni olur;
Kiminin bir yığın müberrâtı400
Toplanır, heykel-i metîni olur;
Kiminin de olanca hâtırası,
Böyle bir sâye-i hazîni olur!
Şâir Huzûrunda Münekkid:
Düzer yâve-gû bir herif, bir gazel:
Müeddâ perîşan, edâ mübtezel.
Tabîî o gâyetle parlak bulur;
Okur, dinletir, söyletir, gaşy olur.
Biraz sonra bastırmak ister, fakat,
Sakın olmasın der ufak bir sakat.
Büyük,