Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

İhsan Bey’i bildin ya, Memiş?

      Hadi git şimdi getir…

                                                 – Kahvede yok,

                                                                                                                    – Evde imiş;

      Şimdi gelsin…

                      – Gelemem, kendisi gelsin, dedi.

                                                                                                                                      – Ya!

      Ben gidersem iyi kaçmaz. Haydi git söyle ona:

      Şimdi gelsin…

                                                 – Ne kibarlık bu beyim? Bir dâvet,

      Yetmiyor, öyle mi?

                              – Yorgundum efendim de…

                                                                                                                                     – Evet,

      Haber aldık… O, fakat sizce büyük bir şey mi?

      On kadın dövse yorulmaz, benim İhsan Bey’imi

      Bilirim ben ne tosundur.

                                                                          – Hoca, bak, ben kızarım.

      Size haltetme düşer… Dövmüş isem, kendi karım.

      Keyfim ister döverim, sen diyemezsin: «Dövme!»

      Bu, tecavüz sayılır doğrusu haysiyyetime…

      – Hangi haysiyyetin, oğlum? O da varmış desene.

      Beyimin şimdiki haysiyyet-i mevhûmesine

      Diyecek yok… Yalınız râhat ararlarsa eğer,

      Böyle külfetli kuyûd altına hiç girmeseler!

      – Sen imam, saçmalıyorsun… Yetişir artık dur.

      Beni ısrâr ile dâvetteki maksat bu mudur?

      – Haremin geldi demin ağlayarak, sızlayarak…

      – Gözü çıksın domuzun, patlasın isterse, bırak!

      – Döveceksin, ne boşarsın? Boşadın, dövmek ne?

      Hem günah, hem de ayıp…

                                                                 – Bakma onun sen sözüne,

      Ne domuzdur onu bilsen!

                                                                                       – Nesi var, hırsız mı?

      Yoksa yüzsüz mü?

                                                           – Değil hiçbiri… Lâkin canımı

      Sıktı akşam «Edemem, üstüme evlenme!» diye.

      «Ne demek! Dörde kadar evlenir erkek» demeye

      Kalmadan başladı şirretliğe… Kızmaz mı kafam?

      – Kustuğun herzeyi yutsun diye, hey sersem adam!

      Dövüyorsun, boşuyorsun elin öksüz kızını…

      Haklı bir kerre ya! İnsan boşamaz haksızını.

      – Boşamaz? Amma da yaptın! Ya Şerîat ne için

      Bize evlenmeyi tâ dörde kadar emr etsin?

      İki alsam ne çıkar sâye-i hürriyyette?

      Boşamışsam, canım ister boşarım elbette,

      İşte meydanda Kitap. Hem alırız, hem boşarız.

      – Dara geldin mi, Şerîat! Sus ulan iz'ansız!

      Ne zaman câmiye girdin? Hani tek bir hayrın?

      Bir kızılbaşla senin var mıdır ayrın, gayrın!

      Ağzı meyhaneye rahmet okuturken, hele bak.

      Bana gelmiş de Şerîatçi kesilmiş… Avanak!

      Hangi bir seyyie yok defter-i a'mâlinde?

      Seni dünyada gören var mı ayık hâlinde?

      Müslümanlık’ta Şerîat bunu emretmiş imiş:

      Hem alır, hem de boşarmış;» ne kadar sâde bir iş!

      Karı tatlîki için bak ne diyor Peygamber:390

      «Bir talâk oldu mu dünyâda, semâlar titrer!»

      İki evlense ne varmış! Bu yenir herze midir?

      Vakıâ bâzan olur, dörde kadar evlenilir…

      Bu kimin harcı, a sersem, hele bir kerre düşün!

      Tek kadın çok sana emsâl olan erkekler için.

      Hani servet? Hani sıhhat? Ne ararsan mefkûd;

      Tamtakır bir kese var ortada, bir sıska vücûd!

      Sen duâ et ki «Şerîat» demiyor evde karın!

      Yoksa, boynunda bugün zorca gezerdin yuların!

      Karı iş görmiyecek; varsa piçin bakmayacak;

      Çamaşır, tahta, yemek nerde? Ateş yakmayacak.

      Bunların hepsini yapmak sana âit «Şer'an!»

      Çocuk emzirmeye hattâ olacak bir süt anan!

      «Boşarım, evlenirim» bahsini artık kapa da,

      Hak ne verdiyse yiyip hoş geçinin bir arada.

      Al götür haydi!..

                                              Kızım, gel!.. Hele bak, gel, diyorum!

      Hatırım yok mu? İnatlık iyi olmaz, yavrum…

      Söyledim yapmayacak bir daha. Mahcûb olmuş…

      Böyle şeyler olağandır…

                                                                        – Ne desem hepsi de boş!

      Bu benim alnıma bir kerre yazılmış…

                                                                                                                                    –