Alayı
«Gözüm ki kâne boyandı, şarâbı neyleyeyim? Şarâbı neyleyeyim? Ciğer ki odlâre yandı, kebâbı neyleyeyim? Kebâbı neyleyeyim? Ne yâre yâradı cismim, ne bâna, bilmem hiç! İlâhî, ben bu bir avuç türâbı neyleyeyim? Türâbı neyleyeyim? Âmin – Âmin!» 418
En önde, rahlesi âgûş-i ihtirâmında,419
Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;
Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,420
Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek
Kadar lâtif, iki mâsûmu bir açık payton
Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,
Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun!
O rûhtan daha sâfî olan yüreklerden,
Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;
Bu cûş-i saffetin aksiyle tâ meleklerden
Zemîne doğru bir «âmin!» sadâsıdır geliyor.
Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,
Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,421
Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!
Bu bir ketîbe-i ma'sûmedir ki, ey millet:422
Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında;
Bu bir cenâh ki: Âtîde bir ufak hareket
Yapıp cihanları oynatmak iktidârında!
Gelir de sâye-i imdâd-ı Hak'ta bir gün, bu
Girer diyâr-ı meâlîye doğrudan doğru.
Bu ancak işte, eğer varsa, şanlı bir ordu!
Evet, ilerlemek isterse kârbân-ı şebâb,423
Yolunda durmaya gelmez. O, çünkü durmayarak,
Sabâh-ı sermed-i âtîye eylemekte şitâb;424
O, çünkü isteyemez hâle katlanıp durmak!
Onun kudûmü için nâzenîn-i istikbâl
Açarda sîne, o olmaz mı per-güşâ-yi visâl?
Durur mu artık onun karşısında, mâzî, hâl?
Fakat o zemzemeler uçtu hep dudaklardan…
Sürûd-i neşve bu âlemde pek süreksizdir!
Ağır ağır geçiyorken alay sokaklardan,
Gelir de caddenin ağzında mıhlanır, dikilir,
Mehîb manzara bir anlı şanlı gerdûne;
İçinde pudralı üç kanlı çehre! Neyse yine,
Yol açtı bir iri ses mevkibin geçip önüne:
– Siz, ey heyâkil-i bî-rûhu devr-i mâzînin,425
Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtînin;426
Nedir tarîkını kesmekte böyle isti'câl?427
Durun, ilerlesin Allah için, şu istikbâl.
Hasbihâl
«Mâ medâ fâte, ve’l-müemmelü gaybun Felekes-sâatü’lleti ente fîhâ» 428
Büyük bir şâirin düstûr-i hikmettir şu ihtârı;
Velev duymuş da olsan yolsuz olmaz şimdi tekrârı:
«Geçen geçmiştir artık; ân-ı müstakbelse mübhemdir;
Hayâtından nasîbin: Bir şu geçmek isteyen demdir.»
Evet, mâzîye ric'at eylemek bir kerre imkânsız;
Ümîdin sonra istikbâl için sağlam mı? Pek cansız!
Bu günlük iş bugün lâzım yapılmak, yoksa ferdâya
Bırakmışsan… O ferdâlar olur peyveste ukbâya!
Benim on beş yıl evvelden kalan işler durur hâlâ;
Yarın bir başlayıp yapsam demiştim, bak, demin hattâ!
Müsevvifler için dünyâda mahvolmak tâbîîdir.429
Bu bir kânûn-i fıtrattır ki yok te'vîli: Kat’îdir.430
Sakın ey nûr-i dîdem, geçmesin beyhûde eyyâmın;
Çalış hâlin müsâidken… Bilinmez çünkü encâmın.
Diyorlar: «Ömrü insânın yetişmez kesb-i irfâna…»
Bu söz lâkin değildir her nazardan pek hakîmâne.
Muhakkaktır ya insalar için bir gâye-i âmâl;
Edenler ömrünün sâtini hakkıyle isti’mâl,
Zafer yâb olmasın isterse varsın asl-ı maksûda,
Düşer bir maksad idrâk eyleyip bir zıll-i memdûda.
Evet, her türlü ma’nâsıyla irfan durdurur azmi…
Fakat, insanlığın ma’nâsı olsun öğrenilmez mi?
Cibillîdir taharrî-i hakîkat hırsı âdemde,
Onun mahsûlüdür meşhûd olan âsâr âlemde.
Atâlet fıtratın ahkâmına mâdem ki isyândır;
Çalışsın, durmasın her kim ki da’vâsında insândır.
Zuhûr etmekle her ma’lûma karşı bir alay meçhûl?
Neden olsun o ma’lûmâtı idrâk eyleyen medhûl?
Evet ma’lûm olanlar olmayan şeylerle bir nisbet
Edilmiş olsa, gâyet az çıkar evvelkiler elbet;
Fakat câhille âlim büsbütün nisbet kabûl etmez:
O bir kördür, bu lâkin doğru yoldan hiç udûl etmez.
Diyor Kur’an: “Bilenler, bilmeyenler bir değil. Heyhât
Nasıl yeksân olur zulmetle nûr, ahyâ ile emvât!”
Bu hikmetler bedîhîdir senin indinde elbette;
Fakat, çok sevdiğimdendir ki, tekrâr eyledim işte.
Sadedden gâliba ayrılmıştım… Söz neydi ihtâr et!
Dalarsam nûr-i dîdem, böyle bâzen, durma bîdâr et!
Usandın sen de gerçek hikmetimden, hasbihâlimden;
Beş on söz kaldı lâkin dinle nazm-ı bî-meâlimden;
Diyorlar: “İ’tirâf-ı cehl iken tahsîlin encâmı,
Nedir