Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

oturmadılar hiç, dedim: «Yatın da yarın,

      Bütün gün oynayınız…» Nerde! Kim yatar? O gece,

      -Yemekte sızmaya me'lûf olan- Ferîde'mce,

      Kabul olunmayacak söz olursa, yatmaktı.

      Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.

      Ferîde'nin yaşı beş yok; Cemîle'ninki yedi;

      Şu var ki, abla hanım pek hanım tavırlı idi.

      Büyük kız oynadı bir parça, sonradan yattı;

      Küçük sabaha kadar hep bebeğni hoplattı.

      Ne ninniden alıyormuş, ne öyle hoppaladan…

      «Işıl ışıl bakıyor â! Bebek değil, afacan!»

      Sabaha karşı tükenmiş mecâli yavrucuğun:

      Mışıl mışıl uyuyor… Değmeyin aman uyusun.

      Benim bulunmadığım bir zamanda kız uyanır;

      Bebeği uyutmak için evde üç saat kapanır.

      – Aman da pek yaramaz, uyku sıçramış başına.

      Bakın beşik de getirdim, bakın yatar mı şuna?

      Yatar mısın seni maymun? Kapar mısın gözünü!

      Acık da dinlesen olmaz mı annenin sözünü;

      Kapandı işte gözün… Oh, şimdi artık, yat!

      Bebek ne yaptı bilinmez ki, sonradan, pat pat,

      Dayak sadâları akseylemiş öbür odaya.

      Güzel güzel uyumuş olsa kız da dövmez ya.

***

      Gelince akşama, baktım, Ferîde pek düşkün.

      Durur mu ablası? Ben sormadan atıldı:

                                                                                          – Bugün

      Ne yaptı, beybaba, bilsen… Zavallıcık bebeğe?

      – Ne yaptı?

                                                  – Dövdü bir âlâ, sonunda kırdı.

                                                                                                      – Niye?

      – Bilir miyim, ona sor… Kız, getir bebeğni hadi!

      Ferîde kaçtı yanımdan, getirmek istemedi.

      Çiçek çıkarmışa dönmüş, getirdiler ki, yüzü;

      Birer kafes gibi kalmış o kuş bakışlı gözü.

      Başında saçtan eser yok, ayak topal, kollar

      Omuzdan oynamıyor, kim bilir ne illeti var?

      O kanlı canlı bebek şimdi işte bir kötürüm…

      – Bu ölmüş artık ayol, göm götür de, hem ne ölüm!

***

      Ferîde kaldı bebeksiz, Cemîle'ninki fakat,

      Güzel güzel duruyor; olmuyor ne kör, ne sakat.

      Günün birinde beraberce oynuyorlarken,

      Alıp Ferîde hazin bir niyâz tavrı hemen:

      – Bebeğni ver, acıcık oynayım, kuzum abla!

      Demez mi? Kız ne diyor?.. Gâlibâ: «İnâyet ola!»

      Verir miyim sana ben hiç bebeğmi, yağma mı var?

      – Hasislik etme, kızım, ver!

                                                       – Alırsa sonra kırar.

      – Nasıl kırar a canım? Etme oynasın, veriver!

      – Olur mu beybaba?

                                                                                – Elbet olur.

                                                                                                       – Kırarsa eğer?

      – Yarın sabah sana ben başka bir bebek alırım.

      Bizim müdâheleden sonra “Oyna al bakalım!..”

      Deyip Ferîde’ye kerhen uzattı kız bebeği,

      Ferîde’nin yüzü gülmüştü, baktım, iy’den iyi.

      Sevindi, oynadı, lâkin bu müsteâr sürûr

      Süreksiz oldu…

                                                         – Ver artık!

                                                                                        – Acık daha, ne olur?

      – Bakındı beybaba?

                                                            – Kız, ver de sonradan yine al,

      Mal olmaz insana, âdet değil emânet mal

      Tekerrür etti birazdan şu yolda aynı niyâz:

      – Bebeğni ver yine olmaz mı? Oynayım.

                                                         – Olmaz!..

      Ben ilitimâsı dirîğ etmedim ikinci sefer.

      – Çok oldu beybaba, ya! Sonra her zaman ister!

      – Demin de aldı, hemen verdi, içlenir, yapma!

      Sen ablasın ne kadar olsa…

                                      – Başka vermem ama,

      Çabuk verirsen eğer al da oyna kız, haydi…

      Ferîde’nin bu sefer keyfi pek yolundaydı.

      Epeyce dandiniler yaptı, hayli hoplattı;

      Bebek kolunda, hasırlarda bir zaman yattı.

      Fakat ne çâre! Gelip çattı vakt-i istirdâd,

      Kızın nazarları beyhûde etti istimdât.

      Cemîle istedi ısrâr edip emânetini,

      Çocuk da verdi, fakat görmeliydi hiddetini!

      Büyük kızın eziyordu gurûr-ı ma’sûmu,

      Bebek elinde gezerken, şu tıfl-ı mahrûmu.

      Ağır gelir ona elbette karşıdan bakmak.

      Sokuldu bak yine, hiç şüphe yok ki: Yalvaracak,

      “Bebeğni ver” diye, lâkin ben eylemem ibrâm.

      Hayır, değil bu edâ, bir edâ-yı istirhâm:

      “Bebeğmi ver!”