tümüyle dışına vurmuştu sanki…
“Karım…” diye devam etti Prens Andrey. “Kusursuz bir insandır. Namusunuza leke sürdürmeyeceğinden emin olabileceğiniz ender kadınlardan biridir, gerçekten. Ama buna rağmen ben, evlenmemiş olmak için bilsen neler vermezdim neler! Ve bunu da ilk söylediğim insan sensin Piyer. Anla seni ne kadar sevdiğimi…”
Bunları söylerken Anna Pavlovna’nın salonunda bir koltuğa gömülmüş duran ve gözlerini kısarak dudaklarının ucuyla Fransızca cümleler sıralayan o Bolkonski’ye hiç benzemiyordu Prens Andrey. Sert çizgileri olan yüzünün kasları sinirden kasılıyordu daha az önce. Hayat alevi sönmüş gibi donuk bakan gözleri ise şimdi canlı bir ışıltıyla parıldıyordu. Belli ki normal zamanlarında ne kadar durgun oluyorsa öfke anlarında da bir o kadar hırçın oluyordu. Şöyle devam etti konuşmaya:
“Bütün bunları neden söylediğimi anlamıyorsun. Baştan sona bir hayatın hikâyesi bu. Örneğin sen… Bonapart ve yaptığı işlerden söz ediyorsun…”
Bir an sustu Prens Andrey. Piyer buraya geldiğinden beri Bona-part hakkında tek kelime söylememiştı. Yine de devam etti konuşmaya:
“Bonapart diyorsun, evet ama hesaba katmıyorsun ki Bonapart amacı için çalışırken, gayesine doğru adım adım ilerlerken özgürdü. Aklında sadece kendine seçmiş olduğu hedef vardı Bonapart’ın ve o hedefe de ulaştı… Ama insan bir kadına bağlanmaya görsün, bir kürek mahkûmu hâline gelir ve yitirir tüm özgürlüğünü! İçinde umut ve kuvvet namına ne varsa üzerine amansızca çöken ve seni durmaksızın kıvrandıran bir pişmanlık kaynağıdır artık. Salonlar, dedikodular, balolar, anlamsız böbürlenmeler, eksik güdük insanlarla dolu bir ortam… İşte benim bir türlü parçalayıp dışına çıkamadığım kısır döngü! Şimdi savaşa gidiyorum işte, gelmiş geçmiş savaşların en büyüğüne katılacağım ve hiçbir şey bilmiyorum ve hiçbir şeye ermiyor aklım ve ne işe yarayacağımı da kestiremiyorum. Je suis très aimable et très caustique!111 Anna Pavlovna’nın salonunda konuştuğum vakit saygıyla dinlenişimden belli değil mi? Karımın bir türlü vazgeçemediği o ahmaklar çevresi ve o kadınlar… Bilebilseydin aslında neyin nesi olduğunu toutes les femmes distinguées112 ve genellikle tüm kadınların!.. Yerden göğe haklı babam: Bencillik, boş böbürlenme, ahmaklık, yetersizlik, kıt kafalılık; kadınların gerçekliği işte bunlardan ibaret! Uzaktan gördüğün vakit bir şey sanırsın onları, ele gelir bir yanları var duygusuna kapılırsın ama hayır, hiçbir yanları yoktur doğru dürüst, hiçbir yanları yoktur, hiç ama hiç!..”
Ve Prens Andrey, “Katiyen evlenme, azizim, aklın varsa evlenme!” diye sonlandırdı konuşmasını.
Piyer, “Doğrusunu isterseniz…” dedi. “Sizin kendinizi güçsüz görmenizi ve hayatınızı boşa harcadığınızı sanmanızı yadırgamamak elde değil. Siz ki her şeye sahipsiniz, bütün imkânlar önünüzde serili. Ve yine de…”
Susmuştu, tümüyle dile getirmemişti düşüncesini. Ama sadece ses tonu bile arkadaşına ne denli önem verdiğini ve gelecekte ondan ne denli büyük başarılar beklediğini ortaya koyuyordu.
Nasıl böyle konuşabilir? diye düşünüyordu Piyer. Onun gözünde Prens Andrey, erişilmez bir yetkinlik örneğiydi; zira Piyer’in eksikliğini duyduğu ve en uygun bir şekilde irade gücü olarak tanımlayabileceğimiz bütün nitelikleri benliğinde taşıyordu.
Gerçekten de Piyer; Prens Andrey’in çeşitli insanlarla ilişkilerinde daima soğukkanlılığını korumasına, olağanüstü güçlü belleğine, genel kültürüne (Her şeyi okur, her şeyi bilirdi ve bütün her şey hakkında fikir sahibiydi.) ve bütün bunların yanı sıra da zorlu çalışma şartlarına dayanmasına öteden beri hayrandı. Arkadaşının, onun tam tersine, felsefi düşüncelere dalma eğilimi göstermemesini garipserdi çoğu zaman ama bunda bile bir eksiklik değil, bir güçlülük belirtisi görüyordu.
En iyi, yani en dostça ve en sade ilişkilerde pohpohlama ya da övgü zorunludur; tekerlekli taşıtların aksamadan yol alabilmesi için yağlama nasıl zorunlu ise…
“Je suis un homme fini.”113 dedi Prens Andrey.
Kısa bir sessizlikten sonra da gülümseyerek ekledi:
“Benden söz etmeye bile değmez artık. Asıl senden konuşalım.”
Prens’in gülümseyişi, Piyer’in yüzüne de yansımıştı hemen. Tasasız tatlı bir sesle “Benden söz etmek neye yarar ki?” dedi. “Neyim ki ben? Je suis un bâtard!”114
Birdenbire kıpkırmızı oldu yüzü. Bu sözcüğü kullanabilmek için büyük bir çaba harcamış olduğu görülüyordu. Kendi kendine konuşur gibi devam etti:
“Sans nom, sans fortune…115 Gerçekten…”
“Gerçekten” ile ne demek istediğini söylemedi.
“Şu anda özgürüm, memnunum da bundan dolayı. Yalnız, ne yapacağım hususunda bir türlü karar veremiyorum. Size ciddi olarak danışmak istiyordum bu konuda.”
Prens Andrey iyilik dolu gözlerle bakıyordu ona. Ama dostluk ve sevgi okunan bu bakışta, kendi üstünlüğünün bilincinde olduğu yine de fark edilmekteydi.
Gülümseyerek konuştu:
“Seni gerçekten çok sevdiğimi, üzerine titrediğimi bilmen gerekir; zira şu bizim dünyamızda tek canlı varlık, sensin. Hangi mesleği istersen seç, hiç fark etmez. Eminim ki ne olursan ve nerede olursan ol iyi kalacaksın. Sadece bir nokta var: Kuraginlerle ahbaplığa bir son ver artık, bırak şu saçma sapan hayatı! Bütün o sefahat âlemleri, bütün o patavatsızlıklar doğrusu sana hiç yakışmıyor…”
Omuz silkti Piyer.
“Que voulezvous, mon eher.”116 dedi.
Sonra da eklemek gereğini duydu:
“Les ferames, mon cher, les femmes!”117
Başını sallayarak cevap verdi Andrey:
“Katiyen aklım almıyor, azizim. Les femmes comme il faut,118 bir diyeceğim yok ama les femmes de Kouraguine, les femmes et le vin!119 Kesinlikle anlamıyorum, hayır…”
Vasili Kuragin’in konağında kalıyordu Piyer ve Prens’in küçük oğlu Anatol’un sefih hayatını paylaşıyordu. Hani şu, ıslah olsun diye Prens Andrey’in kız kardeşiyle evlendirilmek istenen Anatol’un…
Aklına birdenbire iyi bir fikir gelmişçesine heyecanla konuşmaya girişmişti Piyer:
“Bilir misiniz azizim? Uzun zamandır bunu hep kendi kendime söyleyip duruyorum. Ciddi olarak. Diyorum ki geleceğim hakkında bir türlü karara varamayışım, hiçbir konuda doğru dürüst düşünemeyişim hep bu sürdüğüm hayat yüzünden. Baş ağrısından kurtulamıyorum, param kalmıyor. Bugün de çağırmıştı beni ama gitmeyeceğim.”
“Namusun üzerine söz ver bana: Gitmeyeceksin!”
“Namus sözü: Gitmeyeceğim!”
Piyer geç vakit ayrılmıştı Andrey’in evinden. Petersburg’a özgü, uyku kaldırmaz bir haziran gecesiydi. Bir fayton çevirdi Piyer. Niyeti gidip yatmaktı hemen. Ama konağa yaklaştıkça her an biraz daha güçlü bir şekilde hissediyordu ki geceden çok gurubu ya da şafağı andıran bu gecede uyumak