Лев Толстой

Savaş ve Barış I. Cilt


Скачать книгу

ne vakit böyle şeyler konuştuğunu katiyen hatırlayamayan ve o anda Prens’in çok sevdiği bir konuya girebilmek için onu basit bir araç olarak kullandığını kavrayamayan Mihail İvanoviç; bu sözlerden ne sonuç çıkarmak gerektiğini anlamak amacıyla, Genç Prens’e baktı şaşkınlık içinde. İhtiyar Prens de aynı anda Mimar’ı oğluna göstererek “Öyle yaman bir strateji uzmanıdır ki şaşar kalırsın!” demişti.

      Ve böylece söz yine savaşa dayandı. Savaş deyince de pek doğal olarak Bonapart’a, Bonapart’ın generallerine ve genellikle çağdaş komutanlarla çağdaş devlet adamlarına… Şimdiki devlet adamlarıyla komutanların, askerliğin ve devlet işlerinin abecesini dahi bilmeyen birer çocuk; Bonapart’ınsa karşısında Potemkin ve Suvorof cinsinden güçlü komutanlar bulunmadığı için başarı kazanan bir “Fransız tosuncuk”u olduğuna inanır gözükmekteydi İhtiyar Prens. Ayrıca da Avrupa’da en ufak bir politik sıkıntı olmadığını, ortada savaş bile bulunmadığını, sadece bazı kişilerin komşular alışverişte görsün kâbilinden bir kukla oyununa giriştiklerini söylüyordu.

      Babasının yenilerle alay edişini neşeyle karşılayan onu bol bol konuşturup keyifle dinleyen Prens Andrey, sonunda “Eski olan bütün ne varsa hepsi de sizin için iyinin iyisi!” dedi. “Oysa o kadar övgüyle söz ettiğiniz Suvorof bile Moreau’nun tuzağına düşmedi mi? Kurtulamayışı da caba!”

      Köpürmüştü Prens:

      “Kim söyledi bunu sana? Kim ha, kim?” diye bağırdı öfkeyle.

      Büyük bir hınçla, önündeki tabağı arkaya doğru fırlattı. Tihon, çevik davranıp yere düşmeden yakalamıştı tabağı…

      İhtiyar Prens, yine öfkeyle devam etti:

      “Demek Suvorof yenik düştü ha! Boş lafları bir yana bırak da kafanı çalıştır biraz, Prens Andrey! Ve şunu iyi belle: II. Frederik bir, Suvorof iki; bugün dünyada sadece bu iki kişi vardır! Moreau da kim oluyormuş! Bak, sana bir şey söyleyeyim: Eğer Suvorof eli kolu bağlı olmasaydı, çoktan esir kampını boylamıştı o Moreau! N’eylersin ki Suvorof’un başına Hofkriegswurstschnapsrat272 denilen belaları sarmışlardı. Ve bu durumda şeytanın kendisi bile çıkamazdı işin içinden! Cepheye gittiğimizde bu Hofkriegwurstsrätelarının ne menem şeyler olduğunu siz de anlayacaksınız, merak etmeyin! Evet, Suvorof bile başa çıkamadı onlarla! Mihail Kutuzof nasıl başa çıksın? Hayır dostum, olmaz, Bonapart’a karşı direnemezsiniz o generallerinizle! Onu yenebilmek için Fransız askerlerini kullanmanız gerekir: Kendi adamları vurmalı onu…”

      Bir an durup soluklandıktan sonra, o yıl Moreau’ya Rus İmparatoru’nun hizmetine girmesi için yapılan teklifi kastederek şöyle sürdürdü konuşmasını:

      “Fransız Moreau’yu getirtmek için Alman Palen’i yolladılar taaa Amerikalara, New York’a kadar! Olacak iş mi bu? Ne yani? Potemkinler, Suvoroflar, Orloflar… Bütün hepsi Alman mıydı bunların? Hayır evladım, hayır! Ya siz aklınızı kaçırdınız ya da ben bunadım… Tanrı yardımcınız olsun, yakında göreceğiz ne olup bittiğini…”

      Kendi kendine konuşur gibi bitirdi sözlerini:

      “Demek onlar için Bonapart büyük bir komutandır! Hımmmmm!”

      Prens Andrey, “Ben demiyorum ki verilen bütün emirler yerindedir…” diye karşılık verdi. “Ama açıkcası şunu da anlamıyorum: Nasıl olur da Bonapart için böyle konuşabilirsiniz? İster gülün ister gülmeyin, Bonapart hiç şüphe yok ki büyük bir komutandır!”

      Kısa bir süre için de olsa unutulduğu umuduyla hızlı hızlı yemek yiyen Mimar’a döndü İhtiyar Prens:

      “İşitiyor musunuz Mihail İvanoviç?” diye bağırdı. “Bonapart büyük bir strateji uzmanıdır, dememiş miydim ben size? Bakın işte, Prens Andrey de aynı şeyi söylüyor!”

      Mimar, “Elbette, Ekselans!” diye cevap verdi.

      İhtiyar Prens’in o soğuk gülüşü işitildi yeniden.

      “Bonapart kısmetli doğmuş.” diyordu. “Kusursuz askerleri var, bu bir. İkincisi de ilkin Almanları kestirdi gözüne ve onlara saldırdı. Almanları ise sadece tembeller yenememiştir. Yani, dünya dünya olalı beri Almanlara dayak atmamış olan yoktur. Onlarsa ancak birbirlerini pataklarlar, o kadar. Sözün kısası, Napolyon bütün ününü Almanlara borçludur!”

      Bu girişten sonra Prens, Bonapart’ın yalnız savaşta değil; devlet işlerinde de ciddi birtakım hatalar yaptığını söyledi ve bunları sıralamaya başladı.

      Onun bu sözlerine karşılık vermedi Prens Andrey. Ama belliydi ki babası ne derse desin, o da tıpkı İhtiyar Prens gibi kendi düşüncesinde sonuna dek diretecekti.

      Nitekim babasını dikkatle dinliyor ancak ona karşılık vermemeye çabalıyordu var gücüyle. Ama aynı zamanda da âdeta kendisine rağmen bunca yıldır hep bu köyde oturan ihtiyar adamın son çağ Avrupa’sındaki siyasal ve askerî durumları ve şartları böylesine ayrıntılı bir şekilde öğrenip değerlendirebilmesi karşısında şaşkınlığa düşmekten; hatta şaşkınlıktan da öte, hayranlığa kapılmaktan kendisini alamıyordu. Sözlerini şöyle bağladı Prens:

      “İhtiyar olduğum için bugünkü durumu kavrayamadığımı sanıyorsun değil mi sen? Oysa ben avucumun içi gibi biliyorum bütün bunları ve geceleri gözüme uyku girmiyor. Şimdi söyle bana: Nerede hani senin o büyük komutan dediğin adam? Neyle hak etti o büyüklüğü?”

      Prens Andrey gülümseyerek “Bunu anlatmak uzun sürer.” diye karşılık verdi.

      Babası, “Anlaşıldı…” dedi. “Senin yerin, Bonapart’ın yanıdır!”

      Sonra da Fransız kıza dönüp kusursuz bir Fransızcayla “Mademoiselle Bourienne!”273 diye bağırdı. “Voilà encore un admirateur votre goujat d’empereur!”274

      Hemen cevap verdi Matmazel Bourienne:

      “Vous savez que je ne suis pas bonapartiste, mon prince.”275

      Falsolu bir sesle o Fransız şarkısının nakaratını tekrarladı yine Prens:

      Dieu sait quand reviendra… 276

      Sonra da yine o falsolu ince sesiyle gülüp sofradan kalktı.

      Bütün yemek boyunca hep susmuş ve korku içinde bir Mariya’ya bir kayınbabasına bakıp durmuş olan Küçük Prenses, sofradan kalktıkları vakit görümcesinin elini tutarak oturma salonuna sürükledi onu ve ürkek bir sesle şöyle dedi: “Comme c’est un homme d’esprit votre père! C’est à cause de cela peutêtre qu’il me fait peur…”277

      Prenses Mariya, “Bilseniz ne kadar iyi yüreklidir.” diye cevap vermekle yetindi.

      XXV

      Ertesi gün akşam vakti yola çıkacaktı Prens Andrey. İhtiyar Prens, kendi belirlediği düzene uygun olarak yemekten sonra odasına çekilmişti; Küçük Prenses ise görümcesinin yanındaydı. Prens Andrey, sırtında yola çıkarken daima giydiği apoletsiz ceketi, kendisine ayrılan odada eşyalarını topluyordu. Uşağı yardım ediyordu kendisine… Arabayı, ardından da bavulların arabaya yerleştirilişini bizzat denetledikten sonra atların koşulmasını emretti.

      Odada sadece Prens Andrey’in sürekli yanında taşıdığı eşyalar kalmıştı şimdi: Bir kutu, bir büyük gümüş çekmece, iki Türk tabancası ve babasının Oçakof’tan