target="_blank" rel="nofollow" href="#n243" type="note">243
R’leri mahsus üzerine bastıra bastıra ve kendi sesini dinletmekten zevk alarak konuşmaktaydı:
“Une altercation avec Michel İvanoff. Il est de très mauvaise humeur, très morose. Soyez prévenue, vous savez…”244
Ağabeyimden mektup aldım. Karısıyla birlikte Lisi Gori’ye geleceğini haber veriyor. Ama sevincimiz uzun sürmeyecek çünkü savaşa katılmak üzere kısa bir süre sonra bizden ayrılacak yine. Bu savaşa sanki neden girdik, Tanrı bilir! Yalnız sizin orada, iş çevresinin ve sosyetenin toplandığı başkentte değil burada da kentlilerin genellikle çok sakin bir yer olarak hayal ettikleri köyümüzde de bu sessizlikte ve tarım işlerinin arasında bile duyuluyor savaşın yankıları. Üstelik, enikonu ağır bir şekilde hissediliyor. Babam seferden ve karşı harekâttan başka hiçbir şeyden söz etmez oldu artık. Bense bunlardan hiçbir şey anlamıyorum… Üç gün önce köyün sokaklarında her zamanki gezintimi yaparken içler acısı bir sahneye tanık oldum. Askere alınarak cepheye sevk edilen kura erlerinden bir gruptu gördüğüm… Gidenlerin ana babalarının, karı ve çocuklarının hâlini görüp karşılıklı nasıl anlaştıklarını işitmenizi isterdim! İnsanlık, yapılan kötülükleri bağışlamayı ve bütün insanları sevmeyi öğreten kurtarıcısının öğütlerini unutmuş ve en mühim üstünlüğünün birbirini öldürme sanatında gizlendiğine inanmıştı sanki…
Güle güle, sevgili, iyi kalpli arkadaşım… Kutsal Kurtarıcımız ve İlahi Annesi, sizi o kudretli ve sınırsız koruması altına alsın.
Prenses Mariya, “Ah! Chère amie…”245 diye cevap verdi hemen. “Je vous ai priée de ne jamais me prévenir de l’humeur dans laquelle se trouve mon père. Je ne me permets pas de le juger, et je ne voudrais pas que les autres le fassent!”246
Saatine baktı Prenses. Klavsen çalmaya ayrılmış vaktinden beş dakikasını harcamış durumdaydı. Korkuyla oturma odasına seğirtti. Günlük işler düzenine göre, saat on iki ile iki arasında Prenses’in klavsen çalması, Prens’in de dinlenmesi gerekiyordu.
XXIII
Büyük çalışma odasında nöbet tutan ihtiyar uşak, Prens’in horultusuna kulak kabartarak arada bir şekerleme de yapıyordu. Konağın öbür ucundan, bir dizi kapalı kapının ardından, Dussk’un belki yirminci kez tekrarlanan bir sonatının zorlu pasajları işitiliyordu şimdi.
Bir faytonla bir briçka yanaşmıştı o sırada kapıya. Arabadan inen Prens Andrey, kısa boylu karısının da inmesine yardım ettikten sonra onu öne geçirdi.
Perukasını takmış olan ihtiyar Tihon, bekleme salonunun kapısını aralayıp başını uzattı ve Prens hazretlerinin uykuda olduğunu bildirdi fısıldayarak. Hemen ardından da kapıyı kapattı. Tihon’un adı gibi emin olduğu bir şey vardı: Prens’in oğlunun gelmesi veya bundan başka herhangi bir beklenmeyen olay günlük düzenin akışını hiçbir şekilde kesintiye uğratamazdı. Bunu en az Tihon kadar Prens Andrey’in de bildiği belli oluyordu. Nitekim, babasının âdetinin onu görmediğinden bu yana değişip değişmediğini anlamak istercesine saatine baktı Prens, sonra karısına dönerek “Yirmi dakika sonra kalkar ancak…” dedi. “Gel biz Prenses Mariya’nın odasına gidelim.”
Geçen süre içinde şişmanlamıştı Küçük Prenses ama konuşmaya başladığı vakit gözleri yine eskisi gibi ışıl ışıl parlıyor ve tüylü üst dudağı, yine öyle sevimli bir şekilde hafifçe yukarı doğru kalkıyordu. Çevresine bakınarak katıldığı balonun ev sahibini övermiş gibi “Mais c’est un palais!”247 dedi. “Allons, vite, vite…”248
Etrafı incelerken Tihon’a da kocasına da kendilerine yol gösteren uşağa da gülümsüyordu durmadan. Klavsen sesinin geldiği yönü başıyla göstererek sordu:
“C’est Marié qui s’exerce? Allons doucement, il faut la surprendre.”249
Prens Andrey, nazik ama hüzünlü bir tavırla arkasından yürüyordu hep karısının. Yanından geçerken elini öpen ihtiyar uşağa, “Yaşlanmışsın sen, Tihon.” dedi.
Klavsen seslerinin taştığı kapının önüne gelmişlerdi ki yan odanın kapısından güzel sarışın bir Fransız kızı dışarı fırladı. Matmezel Bourienne idi bu, sevincinden uçuyordu:
“Ah! Quel bonheur pour la Princesse!”250 diye haykırdı. “Enfin! Il faut que je la prévienne…”251
Küçük Prenses, “Non, non de grâce…”252 diye atıldı. “Vous êtes mademoiselle Bourienne, je vous connais déjà par l’amiteé que vous porte ma bellesoeur.”253
Bir yandan da sarılmış öpüyordu genç Fransız kızını. Başıyla Prenses Mariya’nın odasını göstererek tatlı bir sürpriz yapabilecek olmanın mutluluğu içinde bağladı sözlerini:
“Elle ne nous attends pas!”254
Hep aynı parçanın çalınmakta olduğu oturma salonuna yaklaştılar. Prens Andrey, kapının önünde durdu ve can sıkıcı bir şey olacağını tahmin ediyormuş gibi yüzünü buruşturdu.
Küçük Prenses girdi içeri ve çalınan parça birdenbire kesildi. Önce bir çığlık yükseldi, sonra da Prenses Mariya’nın ağır adımları ve öpüşme sesleri…
Prens Andrey içeri girdiğinde ancak düğün sırasında kısa bir süre görüşebilmiş olan gelin ve görümce; sarmaş dolaş olmuş, öpüşmekteydiler rastgele. Matmazel Bourienne yanlarında duruyordu. Ellerini göğsüne bastırmıştı, onlara tapar gibi bakmaktaydı. Gülümsüyordu. Açıkça belli oluyordu ki o anda içinden hem ağlamak hem gülmek gelmekteydi…
Prens Andrey, omuzlarını silkti ve müzikseverlerin falsolu bir ses duydukları vakit yaptıkları gibi yüzünü buruşturdu. İki kadın ilkin bıraktılar birbirlerini, sonra yeniden -sanki geç kalmaktan korkuyormuşçasına el ele tutuşup- birbirlerinin ellerini ve yüzlerini öpmeye başladılar; en sonunda da Prens Andrey’i pek şaşırtan bir hareketle, ağlaşmaya başladılar. Yeniden yeniden öpüşmekteydiler bu arada. Ve Matmazel Bourienne de ağlamaya başlamıştı.
Prens Andrey’in bütün bunlardan sadece sıkıntı duyduğu açıkça belli oluyordu. Oysa her iki kadın için de o anda ağlamaları kadar doğal bir şey yoktu. Bu karşılaşmanın başka bir şekilde noktalanabileceğini düşünmek dahi imkânsızdı.
Bir yandan da ikisi birden aynı anda konuşmaya başlamışlardı:
“Ah, chère!”255
“Ah, Marié!”256
“J’ai rêvé cette nuit…”257
“Vous ne nous attendiez donc pas?”258
“Ah! Marié, vous avez maigri…”259
“Et vous avez repris.”260
Bütün