Evliya Çelebi

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler


Скачать книгу

      Evliya Çelebi

      (1611-1682)

      Türk edebiyatında en büyük seyahatnameyi yazmış müellif olarak haklı bir şöhret kazanmış bulunan seyyah, memur ve asker.

      Padişah imamı olan Evliya Mehmed Efendi’den dolayı Evliya adını almıştır. Evliya Çelebi’nin babası olan Saray Kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî, Evliya Mehmed Efendi’nin yakın dostu idi. Bu sebeple oğluna Evliya adını verdi.

      Evliya Çelebi 25 Mart 1611’de, İstanbul’da, Unkapanı’nda doğdu.

      Ailesinin kökü Kütahyalıdır. Fetihten sonra İstanbul’da yerleşmişlerdir… Fakat Kütahya’nın Zereğen Mahallesi’ndeki evlerini muhafaza etmişlerdir. Ayrıca Bursa, Manisa ve Sandıklı’da da mülkleri vardı.

      Babası, Kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî 1648 Temmuz’unda, hicri hesapla 117, şemsî tarihle 114 yaşında öldü. Demek ki 1534 doğumlu idi.

      Evliya Çelebi kendi soy kütüğünü sayarken dedesini “Kara Ahmed”, dedesinin babasını “Demircioğlu Şehit Kara Mustafa Paşa”, dedesinin dedesini “Turhan Bala” olarak göstermektedir. Turhan Bala’nın babası olarak “Yavuz Özbek” yahut “Yavuz Er” veya “Ya vuk Er” adında bir sancak beyinden bahsetmektedir. Bu Yavuz yahut Yavuk Er, İstanbul’un fethinde bulunmuştur. Ganimet malından kendi payına düşenle Unkapanı’nın iç yüzünde Sağrıcılar Camisi ile 100 dükkân ve bir ev yaptırmış, Evliya Çelebi bu evde doğmuştur.

      Evliya Çelebi, bu Yavuz Er’in babası olarak Ece Yakub, dedesi olarak da Allahverdi Akay adlarını sayıyorsa da bunları hakikat diye kabul etmeye imkân yoktur. Hele Allahverdi Akay’ın babası ve dedesi olarak gösterilen Mehmed Kirmâni ile Hoca Ahmed Yesevî tamamıyla hayal mahsulüdür. O zamanki Türk aydınları arasında, kendisini ya Peygambe’re ya dört halifeye ya da ünlü bir şeyhe bağlamak hususundaki modanın bir neticesidir. Zaten 1167’de ölen Ahmed Yesevî ile 1682’de ölen Evliya Çelebi’nin arasında 13-15 ata bulunması gerekirken bunu 8 ata ile geçiştirmek de tamamen mantıksızdır.

      Evliya Çelebi’nin anası bir Abaza kadındır. Bu kadın, sadrazamlığa kadar yükselen Melek Ahmed Paşa’nın anasıyla ya kardeş yahut da teyze çocuğudur. Bu hısımlık sebebiyle Evliya Çelebi’nin Melek Ahmed Paşa ile arası çok iyi olmuştur.

      Evliya Çelebi’nin anası, I. Ahmed çağında genç kız olarak saraya getirilmiş ve Kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî ile evlendirilmiştir.

      Mehmed Zıllî (1534-1648), Kanunî Sultan Süleyman’ın, birçok seferlerinde ve II. Selim çağındaki Kıbrıs fethinde (1570-1571) hazır bulunmuş, padişaha Mağusa’nın anahtarlarını takdim etmiş, I. Ahmed çağında da (1603-1617) eliyle yaptığı Kâbe’nin altın oluklarını sürre emanetiyle Hicaz’a götürmüş ve Sultan Ahmed Camisi’nin tezyinat işlerinde çalışmıştır. Konuşması tatlı ve şair olduğu için hizmet ettiği padişahların musahipliğine kadar yükselmiştir.

      Evliya Çelebi’nin Mahmud adında bir erkek kardeşiyle birkaç kız kardeşi varsa da bunlardan yalnız bir tanesinin devlete isyan ederek 1632’de idam edilen Balıkesirli İlyas Paşa’nın zevcesi olan “İnal”ın adını zikretmiştir ki bu Türkçe isim dikkate değer.

      Evliya Çelebi, ilköğrenimden sonra Unkapanı’ndaki Fil Yoku şu’nda, Şeyhülislam Hâmid Efendi Medresesi’nde Müderris Ahfeş Efendi’den 7 yıl ders gördü. Bu sıradaki ders ortağı (o zamanki tabirle ders şeriki), yani aynı hücrede kaldığı arkadaşı, sonradan Osmanlı tarihine geçen ve “Cinci Hoca” diye tanınan Hüseyin Efendi idi.

      Bu medresedeki 7 yıllık dersin Evliya Çelebi’yi, zamanımız tabiriyle yükseköğrenim mezunu seviyesine getirmeyeceği aşikârdır ve zaten Seyahatnamesi’nden de bu anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Sâdîzade Dârülkurrâsı’nda hafız olmuş, babasından da kuyumculuğa dair bazı şeyler öğrenmiştir. Daha sonra enderunda tahsiline devam etmiştir. Burada Güğümbaşı Mehmed Efendi’den “yazı”, Müsahip Derviş Ömer Gülşenî’den “musiki”, Keçi Mehmed Efendi’den “Arapça gramer”, babasının dostu olan ve kendisine “Evliya” adının verilmesinde amil bulunan Evliya Mehmed Efendi’den de “tecvid” dersleri aldı.

      Evliya Çelebi seyahate âşıktı. İstanbul ve çevresindeki dolaşmalarına 1630’da yani 19 yaşlarında iken başlamıştı. Sesi güzeldi ve aldığı dersler arasında en çok musikide ileri gitmişti.

      1635’te (yani 24 yaşlarında iken) Ayasofya’da IV. Murad’ın huzuruna çıkarıldı ve kendisine Has Kiler’de vazife verildi. Bir gün sarayda IV. Murad’ın huzuruna kabul olunarak besteler okudu ve nükteli konuşmasıyla padişahın çok hoşuna gitti. Bu tesir kuvvetli olmuş olacak ki padişahın kederli zamanlarında huzura çıkarılarak tatlı sözleriyle onun kederini azaltmaya başladı.

      Sarayda 4 yıl kadar kaldıktan sonra padişahın Bağdat seferinden (Nisan 1638) biraz önce çırağ edilerek 40 akça maaşla sipahiler zümresine girdi.

      Bundan sonra meşhur seyahatlerine başladı, önce 1640’ta kısa bir Bursa ve İzmit seyahati yaptı. Sonra, babasının oğulluğu olup Trabzon valiliğine tayin edilen Ketenci Ömer Paşa ile birlikte Trabzon’a gitti.

      1641 Nisan’ında Azak Kalesi’nin Rus Kazaklarından geri alınması için Hüseyin Paşa kumandasında yapılan sefere katıldı. Kış bastırıp da Azak alınamayınca Kırım Hanı Bahadır Kirey Han ile Kırım’a döndü. Onun maiyetinde olarak 1641-1642 kışını Bahçesaray’da geçirdi.

      1642 yazında Azak’ın geri alınışı harekâtına katıldı. Handan izin alarak İstanbul’a dönerken Karadeniz’de korkunç bir fırtınaya yakalandı. Gemileri battı. Kendi ifadesine göre üç gün, önce geminin bir sandalı, sonra da büyük bir tahta parçası üstünde ölümle pençeleştikten sonra bugünkü Bulgaristan kıyılarına çıkıp canını kurtardı. Bir Türk köyünde epeyce hasta yattıktan sonra İstanbul’a gelerek 4 yıl kadar kaldı ve bundan sonra Karadeniz’de gemiyle yolculuğa tövbe etti.

      1645 baharında Girit seferine çıkan Yusuf Paşa kumandasındaki ordu ile Hanya’nın fethinde bulundu. Sonra İstanbul’a döndü.

      1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdaroğlu Mehmed Paşa’ya müezzin ve Erzurum gümrük kâtipliğine tayin edilmiş olarak onunla ve kalabalık maiyeti ile 12 Eylül’de İstanbul’dan hareketle Anadolu’nun birçok şehir, kasaba ve köylerinde konaklamak suretiyle Erzurum’a gitti.

      Tebriz Hanı’nın elçisine yoldaşlık ederek Azerbaycan ve Gürcistan’ın bazı yerlerini gördü. Birtakım vazifeler dolayısıyla Revan, Gümüşhane ve Tortum’a giden, sınır paşalarının Gürcistan seferinde bulunan Evliya Çelebi 1647-1648 kışını Erzurum’da geçirdi.

      Erzurum Beylerbeyi Defterdaroğlu Mehmed Paşa, Kars’a tayin edilip bu vazifeyi kabul etmeyerek İstanbul’a hareket edince Evliya Çelebi de ona katıldı.

      Defterdaroğlu Mehmed Paşa o sırada hükûmete karşı isyan etmiş bulunan Varvar Ali Paşa’yı tenkile memur edilenler arasındaydı. Fakat hükûmete güvenemediği için bu emri dinlemediği gibi, diğer Anadolu paşalarıyla anlaşmaya çalışıyor, bu sebeple Evliya Çelebi’yi kurye olarak kullanıyordu. Evliya Çelebi bu gidiş gelişlerin birinde yolunu şaşırıp ünlü Celalîlerden Kara Haydaroğlu ile Katırcıoğlu’nun arasına bile düştü.

      1648 yazında İstanbul’a geldi. Babası çok yaşlı olarak bu sırada ölmüştü. Miras işlerini hallettikten sonra Şam Beylerbeyi Murtaza Paşa’ya kapılanarak 1648 Ağustos’unda, Şam’a gitmek üzere onunla yola çıktı. Ekimde Şam’a vardılar. Murtaza Paşa tarafından vazifeyle gönderilmek suretiyle Suriye ve Filistin’in birçok yerlerini gördü.

      Murtaza Paşa Sivas’a tayin edilince onunla birlikte Sivas’a gitti. Vergi toplamak için Orta ve Doğu Anadolu’nun birçok yerlerini gezdi.

      Murtaza Paşa, Sivas’tan azledilince onunla 14 Temmuz 1650’de İstanbul’a döndü.

      Bu sırada Melek Ahmet Paşa sadrazam oldu (5 Ağustos 1650). Hısım oldukları için Paşa, Evliya Çelebi’yi kendisine musahip ve mahrem edindi.

      21 Ağustos 1651’de Melek Ahmed Paşa büyük vezirlikten azlolunup Özi Beylerbeyiliği’ne tayin olununca Evliya Çelebi de onunla beraber gitti. Rumeli’nin birçok yerlerini gezdiği bu yolculuğa 1651 yılının Eylül ayı ortalarında başladı.

      Melek Ahmed Paşa, Rumeli Beylerbeyiliği’ne tayin olununca yine onunla