Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

Yakub’un on iki oğlu var idi. İçlerinden Yusuf’u hepsinden fazla severdi. Yusuf, bir rüya görüp babasına anlattı, “Gördüm ki on bir yıldız, güneş ve ay, bana secde ediyorlar.” dedi.

      Yakub Aleyhisselam anladı ki on bir yıldız, on bir kardeşine işarettir. Cenabıhak, onu kardeşlerine üstün kılacaktır.

      “Oğulcağızım gördüğün rüyayı kardeşlerine söyleme. Zira şeytan, insana düşmandır. Olur ki kardeşlerine vesvese verir ve kalplerine kıskanma düşürür, sonra sana bir hile düşünürler. Cenabıhak, sana nübüvvet ve büyük devlet verecek.” dedi ve Yusuf’a bir kat daha fazla sevgi gösterdi.

      Yusuf’un büyük kardeşleri ise ona haset ettiler ve hile ile onu kıra götürüp, bir kuyuya attılar. Onu bırakıp, eve geri döndüler ve “Yusuf’u kurt yedi.” diye babalarına yalan söylediler. Sonra içlerinden birisi, Yusuf’a yemek götürdü. Bir de görsün ki kuyu başına bir kervan gelmiş; Yusuf, kuyudan çıkarılmış. Dönüp diğer kardeşlerine haber verdi. Hemen oraya gittiler, “Bu bizim kölemiz idi kaçtı.” diyerek pazarlık ettiler. Çok ucuz ücret ile Yusuf’u sattılar. Yusuf, o zaman on sekiz yaşında idi. Kardeşlerinden korkup sustu ve Allah’a tevekkül ederek kervana katılıp gitti. Kervan meğer Mısır’a gidiyormuş. Yusuf da beraberce Mısır’a ulaştı. Aziz, yani Mısır Meliki’nin Maliye Bakanı, onu satın aldı.

      Yusuf’un güzellikte eşi benzeri yoktu. Olgunluk ve düşüncede yaşıtlarına göre daha üstün idi. Yüzünde nurlu bir parlaklık vardı. Bir büyük zat olacağı yüzünden, gözünden belli oluyordu.

      Aziz’in çocukları olmuyordu. Yusuf’un tavır ve gidişatını beğendi ve ona sevgi besledi. Hatta ona ikram ve itibar etmesi için Zeliha’nın haremine gönderdi. Sonra Yusuf bir iftiraya uğradı. Hiç suçu yok iken zindana konuldu. Yusuf’la beraber rastgele iki köle daha zindana girdi. Birisi Mısır Hükümdarı’nın şerbetçisi ve diğeri ekmekçisi idi. Birer rüya görmüşler, anlamlarını Yusuf’a sormuşlardı. Yusuf, biraz vaaz ve nasihat etti, onları tevhide çağırdıktan sonra, “Ey zindan arkadaşlarım, biriniz çıkıp efendisine şerbetçi olacak ve diğeriniz asılacak. İşte rüyalarınızın tabiri budur.” demiş ve şerbetçiye, “Efendinin yanında beni yâd et.” diyerek kendisinin hapisten çıkması için ondan yardım istemişti.

      Rüyalar, Yusuf’un tabir ettiği şekilde çıktı. Şerbetçi, zindandan çıkıp, önceden olduğu gibi Mısır Hükümdarı’nın şerbetçisi oldu. Ekmekçi de zindandan çıkarılıp asıldı. Ama Yusuf’un ricası şerbetçinin hatırından çıktı. Nice yıllar gelip geçti. Yusuf’un durumunu Mısır Hükümdarı’na arz edemedi.

      İhtiyaç anında kuldan yardım istemek kötü değildir fakat peygamberlerin şanına yakışmayan bir durumdur.

      Yusuf gibi bir nebi-yi zîşanın, her işini Allah’a ısmarlamak ve her muradını Allah’tan istemek lazım iken şerbetçiden şefaat istemesi ve Melik’ten yardım umması, kendisinin yedi yıl zindanda kalmasına sebep olmuştur.

      Nihayet Mısır Hükümdarı bir rüya görmüş ve rüya tabircilerine manasını sormuş. “Bu bir karışık düştür, yani yalancı rüyadır. Böyle karışık rüyaların tabiri yoktur.” demişler. O zaman şerbetçinin hatırına Yusuf gelmiş. “Durunuz, ben size bu rüyayı tabir ettireyim.” deyip zindana gitmiş, Yusuf’u görüp Melik’in rüyasını söylemiş ve tabirini rica etmiş. Yusuf da Melik’in rüyasını tabir edip demiş ki: “Yedi sene bolluk olacak. Biçtiğiniz ekinlerden yiyeceğiniz kadarını alıp, gerisini başaklarında bırakınız. Sonra yedi sene kıtlık olacak. Önceki yedi sene içinde biriktirmiş olacağınız zahireleri yersiniz. Ondan sonra yine bolluk olur.”

      Şerbetçi dönüp bu tabiri Melik’e arz etti. Melik de “O zatı bana getirin. Ben onu kendi hizmetimde çalıştıracağım.” dedi. Bunun üzerine Yusuf Aleyhisselam zindandan çıktı ve Melik ile görüşüp söyleşti. Melik, onun görüş ve zekâsına bakıp fevkalade beğendi. Bu arada Aziz vefat edince onun yerine Yusuf’u Maliye Bakanı tayin etti ve onu kendisine vezir yaptı. Zeliha’yı nikâh ile ona verdi. Zeliha ise bir hükümdarın kızı ve güzellerin başta geleni idi. Hazreti Yusuf’un ondan Efrayim ve Menşa adlı iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı oldu. Hazreti Yusuf, Mısır’da ziraati çoğalttı ve yedi sene içinde pek çok zahire biriktirdi. Ondan sonra kıtlık ve pahalılık seneleri geldi. Bu dönem yedi yıl sürdü. Mısır bölgesinden başka, Şam tarafında da kıtlık ve pahalılık vardı.

      Mısır Hükümdarı’nın ambarlarından başka bir yerde zahire bulunmaz oldu. Herkes elinde ne varsa verip zahire alırdı. Mısır hazineleri para ile doldu. Böylece herkese istediği kadar zahire verilse de birtakım tamahkârların lüzumundan fazla zahire alıp daha pahalı satmak amacıyla saklayarak fiyatın yükselmesine sebep olmamaları için Hazreti Yusuf, zahireyi nüfus sayısına göre verirdi.

      İşte böyle bir zamanda Yusuf’un kardeşleri de Kenan ilinden kalkıp da zahire almak için Mısır’a gitmeye mecbur olmuşlardı. Hz. Yakub Aleyhisselam ise Yusuf’tan ayrıldığından beri ağlıyordu. Hasretinin ateşiyle ciğerini dağlıyordu. Küçük oğlu Bünyamin, diğer kardeşlerinden ziyade Yusuf’a benzerdi. Hazreti Yakub, onu Yusuf’un yerine koyup, onunla biraz teselli bulurdu.

      Bu sebepten dolayı Yakub Aleyhisselam, Bünyamin’i yanında alıkoyup, diğer on oğlunu zahire getirmek için Mısır’a gönderdi. On kardeş Mısır’a vardılar, Yusuf’un huzuruna girdiler. Yusuf, kardeşlerini tanıdı. Onlar Yusuf’u tanıyamadılar. Zira bunca yıldan beri ondan bir haber alınmadığı için, Kim bilir nerede vefat etti gitti, diye düşünüp sağ kalmış olabileceğini hatırlarına getirmediler. Kaldı ki Yusuf’un divanı büyük ve gösterişli olduğundan onun yüzüne pek de dikkatli bakamazlardı. Hazreti Yusuf onlara, “Siz kimsiniz, işiniz nedir? Casus olmayasınız?” dedi.

      Onlar, “Haşa biz casus değiliz. Biz, bir babanın evladıyız ve babamız yaşlı bir muhteremdir, nebi-yi zîşandır. Adı Yakub’dur.” dediler.

      “Kaç kardeşsiniz?” diye sordu.

      “On iki kardeş idik. Birimiz kırda telef oldu, on bir kişi kaldık.” diye cevap verdiler.

      “Şimdi burada kaçınız mevcuttur?” diye sordu.

      “Burada on kişiyiz.” dediler.

      “Biriniz nerede?” dedi.

      “Babamızın yanındadır. Ölen kardeşimizin yerine onunla teselli buluyor.” dediler.

      “Bu sözlerinizin doğru olduğuna bir şahidiniz var mı?” diye sordu.

      “Biz bu bölgenin yabancısıyız, bizi burada kim tanır?” dediler.

      Bunun üzerine Yusuf Aleyhisselam, her birinin hissesine göre zahire verdikten sonra Bünyamin için de başka bir hisse verdi, hepsini ziyafete davet etti ve onlara ilgi gösterdi.

      “Görüyorsunuz ki zahire hususunda ne kadar dikkat ediyorum. Ne kadar adaletli davranıyorum ve misafirlere nasıl riayet ediyorum. Bir daha geldiğinizde öteki kardeşinizi de getiriniz ki doğru söylediğinizi bileyim. Eğer onu getirmezseniz size zahire yoktur, benim yanıma gelmeyiniz.” dedi.

      “Onlar fark etmeden zahire bedellerini yüklerinin içlerine yerleştiriniz.” diye memurlarını tembihledi.

      Döndüler, babalarının yanına geldiler, “Baba, eğer Bünyamin bizimle beraber gitmezse bize zahire verilmeyecek. Onu da bizimle beraber gönder. Biz onu her şekilde koruruz.” dediler. Yakub Aleyhisselam, “Daha evvel Yusuf hakkında nasıl emin oldumsa Bünyamin hakkında da öylece emin olurum fakat Allah, Hayrü’l-hafizin ve Erhamü’r-rahimin’dir.” (Allah koruyup gözetenlerin en hayırlısı ve merhametlilerin en merhametlisidir.) dedi.

      Bir de yüklerini açıp zahire bedellerini bulunca,