syej’i18 üzerinde fiyakalı fiyakalı kurulup oturmakta olan koşe’nin19 sırtında parlak düğmeli bir ceket vardı. Landonun içinde bulunan beyaz yaşmaklı iki hanımdan bir tanesi beylerin yakınına gelince arabadan dışarıya doğru manalı bir eda ile uzanarak önce arabaya ve hayvanlara, sonra da beyefendilere tatlı tatlı bakmıştı.
Aynı lando biraz sonra ikinci defa yanlarından geçerken o beyaz yaşmaklı, az önceki hareketlerini tekrarlayınca Bihruz Bey’le arkadaşı konuşmaya başladılar:
“Tre şik!”20
“Tre z’elegant!”21
“Mon şer!22 Kimin bu lando?”
“Landoyu tanımıyorum…”
“E la blond?”23
“Blond’u tanıyacak gibiyim.”
“Kim bakayım?”
“Fakat pek sür24 değilim. Bilmem benzetiyor muyum?..”
“Kem port, dit!”25
“Sanırım ki bizim köyden. Belki de bizim kartiye’den.”26
“Drol!27 Dünyada ne kadar güzel varsa hepsi de sizin köyden, sizin mahalleden mi olur?”
“Hepsi değil amma bazıları… Ne sandın ya! Bizim köy cennetten bir parça… Bunlar da hurileri…”
“Fenerbahçe’den mi?”
“Hayır… Kuşdili’nden…”
“Ben o dilden anlamam… Fener âlemleri nasıl gidiyor? Mond28 geliyor mu?”
“Ne gezer!.. Sizin şu jarden’iniz29 yok mu?.. ‘Papas’ın bağını da kuruttu; Fener’in parlaklığını da söndürdü; Moda’yı30 da eskitti… Şimdi buradan başka her yer dezer!”31
6
Arkadaşıyla bu kısa konuşma esnasında Bihruz Bey’in zihninden birçok düşünceler geçmişti:
Ne münasebet… Kadıköyü gibi burjuva kartiye’de 32 bu derece şık bir ekipaj bulunsun… Ne münasebet?.. Orada oturanlar hep malum… “Blond’u tanırım.” demesi de ağız… Tanısaydı öyle mi dururdu?.. Oh! Kel bote divin!33 Sürtu kel gu ekselân!34 Benim ekipaj’a ne kadar dikkatli bakıyordu!.. Gerçekten zevk sahibi olduğunu bu da ispat etmez mi? Acaba kimdir bu blond? Şüphesiz ün jön fiy blond.35 Lakin şu Keşfi’yi nasıl savayım? O vakit çabuk anlaşılır; bakalım iltifat bana mı yoksa ona mı? Kimin nesi olduğunu öğrenmek kolay; takip eder, gittiği yeri öğrenirim…
Bu düşüncelerinden de anlaşıldığına göre, Bihruz Bey landonun Kadıköyü tarafından olduğuna ihtimal vermiyor ve arkadaşı Keşfi Bey’in, “Landoyu her ne kadar görmemişsem de sarışın hanımı tanıyacak gibiyim.” deyişine inanmamakla beraber şüpheden bütün bütün de kurtulamıyordu.
Bu zarif landoyu Kadıköyü’ne yakıştıramıyordu; çünkü pek alafranga beylerle arkadaşlık ede ede onlardan edindiği bazı garip fikirler cümlesinden olarak Bihruz Bey, İstanbul’un mahallelerini, birincisi kendi gibi nobles36 yani asalet ve itibar sahibi olan sivilize37 kibarlara; ikincisi burjuva38 sınıfına, yani medeni fikirlerden pek o kadar haberi olmayan kaba tabiatlı orta hâlli halka; üçüncüsü de esnaf takımına mahsus olmak üzere üç bölüme, üç sınıfa ayırıyordu. Hâlbuki böyle sosyal bir sınıflandırma bahis konusu olduğu takdirde Kadıköyü’nü ikinci değil hatta birinci sınıfa dâhil etmek elbette daha doğru olurdu.
Arkadaşı Keşfi Bey’in “Sarışın hanımı tanırım.” demesini gerçekten fazla ihtiyat düşüncesiyle söylenmiş bir yalan saymasındaki sebep ise şu idi: Güya Keşfi Bey bu yosmaya kur39 yapacak olursa -kendi köyünden bulunduğu ve zaten tanıdığı için- Bihruz Bey’in bir şey demeye hakkı ve rekabete kalkışmaya yüzü olmayacak. Hâlbuki kendisi nerede, Keşfi Bey neredeydi?.. O, basit bir burjuva çocuğu, kendi ise asil bir paşazadeydi… Sonra zenginlik, şıklık, zarafet vs. bakımından aralarındaki fark, Küçük Çamlıca ile Kadıköyü arasındaki fark kadar büyüktü… Landonun içindeki sarışın yosmanın bu farkı görmemesi, bilmemesi, Bihruz Bey’in fikrince mümkün değildi. Meselenin bu yönü gerçi öyle ise de kadın bir aralık arkadaşına da bakmış ve gülümsemişti… Buna ne mana verilebilirdi?.. Bu bakışın manası Keşfi Bey’e apaçık, “Bey, sen o arabaya hiç de yakışmıyorsun… İn oradan!..” demek değil miydi?.. Yoksa kendisine karşı, “Beyefendi, böyle adi adamlarla niçin görüşüyorsunuz?” veyahut “Yanınızda bu herif bulunmasaydı size daha başka türlü bakacaktım…” manasına mı geliyordu?.. İşin hakikatini anlamak Bihruz Bey için çok önemliydi. Bu da ancak Keşfi Bey’in atlatılıp savulmasına bağlıydı. Davetsiz misafirini yanından defetmek için zihninde bir çare arayıp dururken bu çare kendiliğinden zuhur etti. Keşfi Bey, “Mon şer, ben biraz da parka gireceğim. Arkadaşlardan birisiyle randevu’muz40 vardı. Bakayım gelmiş mi.” diyerek arkadaşından müsaade istedi.
Bihruz Bey, memnuniyetini gizlemeye çalışarak: “Öyleyse orövuar!”41 diye cevap verdi. İki arkadaş birbirinden ayrıldılar.
7
Keşfi Bey yalan söylememişti. Parka girdi ve kalabalık arasında gözden kayboldu. Bihruz Bey de fesini, kravatını düzeltti; ayakkabısının tozlarını arabacısına aldırdı; sonra arabasındaki yerine rahatça kurularak deminki landonun tekrar gelmesini bekledi.
Aradan henüz iki dakika geçmemişti ki lando parkın öbür köşesinde göründü. Zavallı Bihruz Bey, o güne gelinceye kadar böyle bir yürek çarpıntısına uğramamıştı. Başındaki kan kalbine doğru hücum ederek yüzü âdeta mavi bir renk aldı. Kendi kendine: “Diyabl; par azar sörej amurö?”42 diye alafranga alafranga söylenmeye başladı. Oturduğu yerde birtakım acayip pozlar alarak gözlerini landoya dikti. Araba olanca azametiyle kendisinin bulunduğu noktaya doğru geliyor fakat içindekilerde en ufak bir hareket eseri görülmüyordu. Bihruz Bey arabasını biraz geri almak bahanesiyle hayvanlarını hareket ettirdi. Bundan maksadı landonun içindekilere: “Ben buradayım!” demekti. Bu hareketinin de hiçbir tesiri olmadı. Lando geldiği gibi hızla yanından geçip gitti. Biraz önce mavileşen yüzü şimdi hiddetten kıpkırmızı kesilmişti. Yine kendi kendine söylenmeye başladı:
“Ne bayağı kadın!.. Yazık ekipaj’a!.. O da bir şey değil ya… Zaten modası geçmiş!.. Hayvanlar desen kaç paralık şeyler?.. Öyle ordiner