Recaizade Mahmut Ekrem

Araba Sevdası


Скачать книгу

hisseder gibi oluyor ve kendi kendine övünüyordu… Övüncünde de haklıydı. İşte önü sıra nazlı nazlı yürüyen; güzelliği, zarafeti ve bilhassa kıyafetiyle, yalnız erkekleri değil, kendisi kadar süslü hanımları bile hayran eden Periveş Hanım tarafından beğenilmek bahtiyarlığı, o kadar şık beyler arasında ancak kendisine nasip olmuştu. Gerçekten de yosma, kırıta kırıta yürüdükçe her adımda beş on kişi kendisine yol açar gibi duraklıyor fakat kadın bunların hiçbirine dönüp bakmaya bile tenezzül etmiyor; yalnız güzellikte kendisine rakip olabilecek taze çiçekleri seyrede ede ilerliyordu.

      Bihruz Bey başarısından emindi. Sadece küçük bir nokta zihnini kurcalıyor ve kendisini rahatsız ediyordu: Keşfi Bey parkta ise elbette kendilerini görecekti. Blond hanım ona karşı bakalım nasıl bir tavır takınacaktı. İşte bütün endişesi buydu.

      Saz çalınan yere varıncaya kadar Keşfi Bey görünmedi. Bihruz Bey’in saadet ufkundaki endişe bulutu da yavaş yavaş dağılmaya başladı. Biraz daha ilerlediler. Burası nispeten tenha bir yerdi. Bihruz Bey adımlarını sıklaştırdı, hanımlara yetişti. Maksadı sevgilisini bir daha nerede ve ne zaman görebileceğini sormaktı. Lakin sarışın kadın buna meydan bırakmadı. Bihruz Bey’in maksadını anlamış gibi; yanındaki Çengi Hanım’a dönerek:

      “Burası ne güzel yermiş! Pek hoşuma gitti… Haftaya bugün yine gelelim… Hem doğruca buraya gelelim…”

      Bu sözlerin manası apaçık: “Gelecek cuma burada buluşalım…” demekti. Hımbıllığın lüzumu yoktu… Kadın işte kendisine randevu veriyordu. Telaşlı telaşlı sordu:

      “A kel ör?83 Pardon efendim… Saat kaçta?”

      Cümlesini henüz bitirmemişti ki arkalarından “Haset!.. Haset!..” diye bir ses yükseldi. Hepsi gayriihtiyari başlarını çevirip sesin geldiği tarafa baktılar. Bunları söyleyen, oracıkta, etrafı ağaçlarla çevrili bir tarhın içinde yalnız başına oturmakta olan Keşfi Bey’den başkası değildi. Hanımlar sesin sahibini tanımış olacaklar ki birbirlerinin kulağına eğilip fısıldaştılar ve gülüşmeye başladılar… O sırada aşağıki kapının önüne kadar gelmişlerdi… Bihruz Bey’in “Saat kaçta?” sorusu da böylece güme gitmiş ve cevapsız kalmıştı.

      Kadınlar kapıdan çıktılar. Lando önceden aldığı emir gereğince orada hazır bekliyordu. Kadınları görür görmez arabacı, yerinden atlayarak landonun kapısını açtı. Hanımlar içeri girer girmez kapı yine “Trak!” diye kapandı. Arabacı, yerine çıkıp oturdu. Arkasından bir kırbaç şaklaması işitildi. Lando aşağıya doğru hızla ilerlemeye başladı.

      10

      Zavallı Bihruz Bey o dakikada gerçekten pek bedbahttı. Kesseler bir damla kanı çıkmayacaktı. Keşfi denilen hergelenin, en umulmadık yerde ve en beklenmedik anda, yerden mantar biter gibi, meydana çıkıvermesi ve haykırması, hanımların gülüşmesi, sorusunun karşılıksız kalması, arabacı olacak teresin de landonun kapısını açmakta ve hanımları, gümrükten mal kaçırır gibi alıp götürmekteki acelesi ve nihayet sarışın sevgilinin bir kerecik arkasına bakıp da bir adiyö’cük84 demeye bile lüzum görmeksizin basıp gitmesi biçareye pek dokunmuştu. O sonsuz teessür ve şaşkınlık içinde birden hatırına landoyu takip etmek fikri geldi. Kapının yanında bağcı kılığında iki kişi durmuş konuşuyorlardı. Onlara bakarak sertçe bir eda ile “Mon ekipaj?85 dedi ve adamların çarçabuk bir şeyler yapmalarını bekledi. Fakat herifler bu sözden hiçbir şey anlamamışlar, birbirlerinin yüzüne alık alık bakıyorlardı. Bihruz Bey’in bu anlayışsızlığa da canı sıkıldı. Artık kendi gözleriyle arabasını aramaya başladı. Oysaki yukarı kapıdan parka girerken ekipaj’ı aşağı kapıya götürmesini koşe’ye86 tembih etmemiş miydi? Onun için araba söylediği yerde durmuş, kendisini bekliyordu. Sarışın hanımın ardı sıra bir kere parktan dışarı çıkmış bulunduğu için şoseden yukarı doğru yürümek istedi fakat karşıdan birbiri ardınca gelmekte olan araba kalabalığından ve bilhassa sarı bulutlar hâlinde havaya yükselen tozlardan ürktü. Tekrar parka girdi. Aceleden giriş parası vermeyi unutmuştu. Kapıdaki tahsildarın ihtarı üzerine elini hırsla cebine sokup bir mecidiye87 çıkardı ve adama fırlattı. Paranın üstünü almaya vakit yoktu. Koşar gibi hızlı adımlarla yürürken Keşfi hainini biraz önce gördüğü yerde göremeyince adımlarını daha ziyade sıklaştırdı. Bu aralık yolun üstünde karşılaştığı şık bir madamla az daha çarpışıp yere yuvarlanıyorlardı… Aceleden bastığı yeri görmüyordu. Elindeki baston, madamın süslü elbisesine takılmış ve boydan boya yırtmıştı. Telaşından, elbisesini yırttığı insanın bir ecnebi kadını olduğunu bile düşünecek hâlde değildi.

      “Pardon mon şer!88 deyip geçti. Biraz daha ötede, bir tepsi içinde bira ve kahve götürmekte olan garsona hızla çarptı. Herifin elindeki tepsi yere yuvarlanmış, bira şişeleri ve kahve fincanları kırılmış, etrafa saçılan biralar ve kahveler, kendisiyle birlikte kadın erkek daha beş on kişinin üstünü başını berbat etmişti. Âşık hiç oralı olmaksızın yine bir “Pardon!” basıp geçmek istedi. Fakat garson “Beyefendi!.. Beyefendi!.. Bizim zararlar ne olacak?..” diye haykırmaya ve arkasından koşmaya başlamıştı. Elbiseleri bira ve kahve lekeleri içinde kalan insancıklar da “Herif çifte ata ata gidiyor… Eşekliğin bu derecesi dünyada görülmüş şey değil… Çulu tasması mükemmel amma eşek yine o eşek…” diye söylenip duruyorlardı. Bihruz Bey bunları işitecek ve görecek hâlde değildi… Çaresiz bunun için de jile’sinin89 cebinden bir altın çıkardı, garsona doğru attı. Bu aralık tanıdığı bir zata rastladı. O zat, bir şey söylemek, bir şey anlatmak için kendisini yolundan alıkoymak istediyse de o anda gözü hiçbir şey görmeyen, kulağına hiçbir şey girmeyen Bihruz Bey “Je afer!.. Je afer!.. Jö süi presse!..”90 diyerek ondan da kurtuldu. Nihayet güç bela kapıdan çıktı, arabasını buldu. Par malör91 arabacı hayvanların yanına birisini bırakmış, ufak bir iş için o da bir tarafa gitmişti. Bihruz Bey o kadar sabırsızlanıyordu ki arabacının dönmesini bekleyemedi. Hemen yerine çıktı, terbiyeleri eline aldı, hayvanları kırbaçladı, arabayı aşağıya doğru hızla sürmeye başladı.

      Geçeceği yolun üzeri insanlar, hayvanlar ve arabalarla hıncahınç doluydu. Bihruz Bey dakikada bir durmak zorunda kalıyor, sabırsızlanıyor, sıkılıyordu. Hele şükür aşağıki kapıya varabildi. Oradan ötesi nispeten tenhacaydı. Arabayı alabildiğine sürerek Tophaneli-oğlu denilen yere geldi. Dört yol ağzında birdenbire durdu. Karşısına çıkan dört yoldan hangisine gideceğini önceden düşünüp kararlaştırmamıştı. Sıkıntıdan buram buram ter döküyordu. Burada iki dakika kadar durakladıktan sonra Beylerbeyi’ne inen yolu tutturdu. İstavroz92 üzerine kadar bir koşu gitti. Fakat landodan küçük bir iz bile bulamadı. Oradan ters yüzüne geri döndü. Bağlarbaşı-Nuhkuyusu yolu ile Haydarpaşa’ya indi. Landodan yine eser bulamayınca büsbütün ümitsizliğe düştü.

      O esnada saat de on ikiyi93 geçmiş, yarıma geliyordu. Çaresiz Koşuyolu’ndan ağır ağır ilerleyerek büyük bir üzüntü içinde köşküne döndü. Kimseye bir şey söylemeden doğruca odasına çıktı. Fesini bir tarafa attı, eldivenlerini çıkardı. Tam o sırada uşağı