Recaizade Mahmut Ekrem

Araba Sevdası


Скачать книгу

bir iki dakika önce neşeli bir düğün alayı gibi gördüğü o seyirci kalabalığı şimdi gözlerini rahatsız eden alelade bir kargaşalıktan ibaretti… Parkın içinden gelen müzik sesi de âdeta kulakları tırmalayan bir cehennem ahengini andırıyordu…

      Fakat ne yapsın?.. Arabanın arkasından gitmek kendince bir küçüklük… Orada durmak tahammül edilir şey değil… Bütün bütün savuşup gitse o da teessürüne yorumlanacağı için fikrince bir nevi hakirlik… Biçare Bihruz Bey, neye karar vereceğini, ne yapacağını kestiremediği için olduğu yerde arpacı kumrusu gibi düşünmeye başladı…

      Ansızın doğruldu. Fransızca öğretmeniyle birlikte okudukları bazı romanları hatırlamıştı. Bu romanların birinde, şimdi içinde bulunduğu müşkül durumu andırır olaylar geçiyordu. Bir aralık hatırına onlar geldi. Onları düşündükçe yavaş yavaş kanındaki hiddet soğumaya başladı. Çünkü bu gibi hâllerde kadınlara karşı endiferans46 göstermekten daha tesirli ve faydalı bir çare olamayacağını vaktiyle o romanlardan öğrenmiş fakat kendisi henüz tecrübe etmemişti… Daha doğrusu tecrübe için fırsat bulamamıştı… Şimdi o da aynı usulü deneyecek, kendisi gibi şık ve asil bir gence iltifat etmeyen o saygısız sarışına haddini bildirecekti… Bu düşünceyle olduğu yerde beklemeye ve lando tekrar gelip geçtiği vakit hiç ilgilenmeyip başını başka tarafa çevirmeye karar verdi. Sarışın yosmanın arabasını gönül rahatlığı içinde beklemeye koyuldu…

      Lando dördüncü defa olarak yine öbür taraftan göründü. Fakat bu sefer doğruca parkın kapısı hizasına geldi ve orada durdu. Hanımların emir ve işaretleri üzerine arabacı derhâl aşağı atladı, arabanın kapısını açtı. Kayıtsız görünmeye biraz önce zihnen karar veren Bihruz Bey’in gözleri şimdi gayriihtiyari o tarafa çevrilmiş, büyük bir dikkatle karşıdan bu hâle bakıyordu. Arabanın kapısı açılır açılmaz birbiri ardınca iki hanım indiler. Bunlardan biri daha önce bildiğimiz o sarışın kadın, öteki de arkadaşıydı.

      Hanımlar arabadan indikten sonra arabacı aldığı yeni bir emirle landoyu öbür tarafa doğru hareket ettirdi. Sarışın hanım -gönül avcılığında kendisi gibi ustalık kazanmış yosmalara mahsus birtakım işvelerle- yanındaki hanım bir şey söylemiş de ona gülüyor gibi gülümseyerek ve Bihruz Bey’in bulunduğu tarafa tatlı bir bakışla bakarak ağır ağır yürüdü. Arkadaşıyla birlikte parka girdiler.

      İki kadın, arabalarını park kapısının hizasında durdurur durdurmaz Bihruz Bey yine kendi kendine bir şeyler söylenmeye başladı:

      “Keşfi’nin randevu’su anlaşıldı… Hay şıllık hay! Sö ne kün grizet!47 Ya berikinin o ağızları neydi? Lakin bu kadın kim?.. Belli ki bir kokot!48 Böyle adi bir kokot’la Keşfi gibi bayağı bir kurör’ün49 muamelelerini görmek de hoştur ya! Ben de parka girer, bir kenara gizlenerek bunları seyrederim… Ne önemi var ki… Ah, o zevzeğe niçin yüz verdim de arabama çağırdım?.. Hatta yanıma bile oturttum!.. O, kaç paralık adam ki benimle yan yana oturabilsin!.. Lakin şu sarışının kim olduğunu mutlaka öğrenmeliyim… Laparans e trompöz50 derler; ne kadar doğru bir söz…”

      Bihruz Bey bunları düşünerek ve kendi kendine söylenerek parka girmeye zaten karar vermişken henüz adını bilmediği sarışın kadının parka girdiği esnada kendisine tatlı tatlı bakışından yine ümit verici bir mana çıkardığı için bu kadıncağız hakkındaki düşüncelerini ve sözlerini muvakkaten geri almıştı. Hemen arabasından atladı, parka girdi. Önü sıra konuşa konuşa ve ağır ağır gitmekte olan o iki kadının peşine takıldı.

      8

      Sarışın hanım, kısadan uzunca, uzundan kısaca, tamam orta boylu, narin yapılı, yürürken ansızın durur, dururken birdenbire hareket eder, döner döner arkasına bakar, hani şu meşhur:

      “Âhû zi to âmûht be-hengâm-ı devîden

      Rem kerden o istâden o vâpes nigerîden” 51

      beytinde tarif ve tasvir olunduğu gibi, gönül avcısı, edalı bir yosmaydı. Saçları şimdiki saç boyalarının verdiği kızıl renkte değil, gayet açık tabii sarı; gözleri ise çok güzel bir yaratılış hatası olarak, mavi yahut yeşil değil, tahrirli koyu sarı, kaşları kumral; siması vücudunun narinliğine nispetle dolgunca; burnu ise çehrenin dolgunluğuna nispeten incecik, “çekme” dedikleri biçimde; ağzı şairlerin tahayyül ettikleri gibi küçük, biçimli ve bin defa öpülmeye layıktı.

      Şu nitelikleriyle gerçekten güzel denilecek bu sarışının en ilgi çekici, en büyüleyici güzelliği bakışlarıyla dudaklarındaydı. Bakışları akıcı ve yakıcı bir şimşek gibi, en hissiz gönülleri bile bir anda yakar tutuşturur; dudakları gülümsemek veya konuşmak için kıpırdamaya başlayınca türlü türlü manalar alır, âşık kalplerde en tatlı ümitler uyandırırdı.

      Yosma, o gün ne kadar da güzel giyinmiş ve giydiğini kendine ne kadar yakıştırmıştı: O zamanın modasına pek de uymayarak biraz darca kesilmiş süt mavisi renginde atlas feracesi endamındaki uygunluğu gizleyemiyordu. Araba içinde saatlerce oturmaktan feracesinin şurasında burasında hasıl olan kırışıklıklara ve büklümlere güneş ışınları vurdukça yer yer gölgeleniyor; eleğimsağmadaki gibi tatlı renkler alıyor; sahibini bir kat daha güzelleştiriyordu. İncecik yaşmağı, tozpembesi yanakları üzerinde, yeni açmış bir gülü süsleyen tatlı bir buğu hissini uyandırıyor; yaşmağın iki yanından gelişigüzel bırakılıveren ve en hafif rüzgârla hemen dalgalanmaya başlayan sırma saçları ise beyaz bir bulut parçasına akseden ay ışınlarını andırıyordu. Başındaki hotoz da havai mavi idi (Benzetmelerimizin kuvvetini kaybetmeyeceğinden emin olsak bunu da o altın saçlarla birlikte, güneşli bir gökyüzüne benzetirdik.). Açık eflatun eldivenler içindeki elleri ve tahminen otuz dört numara zarif iskarpinlerle ince ipek çorapların örttüğü ayakları iyice görünmemekle beraber herhâlde pek sevimli şeylerdi.

      Şemsiyesine gelince: Öyle dantelli, saçaklı nevinden, fazla süslü değildi; hani şu Bihruz Bey’in ilk gördüğü zaman “Kel gu ekselân!” sözüyle övdüğü zarafetinin en büyük nişanı olacak şekilde sade, güzel, yalnız sapına feracesinin renginde bir kurdele bağlı, siyah ağır atlastandı (Okuyucularım isterlerse bu şemsiyeyi de o güneşli gökyüzünün bir tarafında koyu bir buluta benzetebilirler. Şu farkla ki benzetmenin arz edeceği hayal aksine olur. Çünkü bulut göğün içinde olmak gerekirken bu benzetmedeki hayalde gökyüzü bulutun içine girmiş olur.).

      Sarışın hanımın yaşından söz etmedik. Çünkü bilmiyoruz. Dişlerini tasvir etmedik. Çünkü onları da henüz göremedik. Fakat bu yosma, tahminimizce, olsa olsa yirmi yaşını henüz bitirmiş olabilir. Dişleri de bittabi iki dizi incidir.

      Yanındaki arkadaşına gelince: Bu, ötekinden boylu, ötekinden enli, ötekinden yaşlı, hem de çok yaşlı… Mavi gözlü, esmer yüzlü fakat canlı canlı yürüyüşüne bakılırsa yaşına göre, henüz pek dinç; mütemadiyen konuşmasına, şakayı çok sevmesine, sık sık gülmesine bakılırsa pek neşeli; yanlarından gelip geçenlere sanki bir şey söyleyecekmiş gibi dikkatli dikkatli baktığına göre de fazlaca serbest yetişmiş, sanki Kalpakçılarbaşı’ndaki52 dükkânlardan çokça alışveriş etmiş olduğu zannını uyandırıyordu.

      Hemen hemen siyaha yakın koyu yeşil canfesten feracesine söz yoksa da bunun