Recaizade Mahmut Ekrem

Araba Sevdası


Скачать книгу

O budala mıydı o?.. Yok canım… Değil, değil… Onun sakalı vardı.”

      “A! Hiç ben bilmez miyim? Ta kendisiydi… Sakalını kestirmiş herhâlde…”

      “Adaaam, nemize gerek! Acaba iskelede çok bekleyecek miyiz?”

      “Sanırım ki fazla beklemeyiz… Daha olmazsa kayıkla geçeriz…”

      “Galiba sen canını sokakta bulmuşsun… O serserilere emniyet edilip de kayıklarına binilir mi ayol?.. Sen onu bunu bırak!.. Şimdi arabacıya paraları sayacak mıyız?”

      “Bedava götürüp getirmedi ya… Elbette sayacağız… Arabacının bahşişini de unutma!”

      “Bahşiş mi?.. Ne bahşişi?.. İki saat için yüz kuruş verdikten başka ayrıca bir de bahşiş, öyle mi?.. Üstüme iyilik sağlık! Ben aklımı peynir ekmekle yemedim ayol!..”

      Bu sırada araba, Üsküdar İskelesi hizasında, birkaç saat önce hanımları aldığı yerde birdenbire durunca Çengi Hanım, “A! Geldik mi? Ne çabuk geldik… Vallahi iyi…” diyerek evvelce hazırladığı dört mecidiye ile bir miktar bakır parayı arabacıya verdi. İki hanım arabadan indiler. Ağır ağır iskeleye doğru yürüyüp vapura bindiler.

      Tam vaktinde yetişmişlerdi. Kadınlar tarafına96 geçip henüz oturmuşlardı ki vapur, iskeleden ayrılarak Köprü’ye doğru yol almaya başladı.

      İKİNCİ BÖLÜM

      1

      Odasında sigarasını içerek düşünür bıraktığımız Bihruz Bey düşüne düşüne nihayet fikirlerini bir sonuçta toplayarak tasarılarını şöyle bir karara bağlamaya muvaffak olabildi: Kendisini daha şimdiden cefakâr âşığı saydığı Periveş zalimine bir mektup yazarak aşkını itiraf edecek, ayrılırken sormuş olduğu “Saat kaçta?” sorusunu karşılıksız bırakmasından ve bilhassa landoya binip uzaklaşırken küçücük bir veda işaretini bile esirgemesinden dolayı kendisine hayli sitemler edecekti. Gelecek cuma günü saat sekizde, belki de daha erken parkta bulunarak Periveş Hanım’ı beklemeyi ve hanımefendi görünür görünmez yanına yaklaşıp mektubu kendisine vermeyi, ondan sonra da vaziyete göre hareket etmeyi, velhasıl Keşfi zibidisine inat, bu sarışın kadınla yakından tanışmayı kararlaştırdı.

      O esnada kapıyı vurarak üçüncü defa salona giren Mişel, lambaları muayene ile fitillerini biraz indirip yine çıkardıktan sonra göz ucu ile beyefendinin yüzüne baktı. Efendisini biraz sakinleşmiş görünce bundan cesaret alarak gayet yavaş bir sesle “Yemek soğuyor efendim…” diyebildi.

      Bihruz Bey’in kafasını rahatsız eden üzücü düşünceler henüz tamamıyla geçmemişse de aldığı son karar üzerine, hayli hafiflemişti. Sal a manje’de97 hemen bir saate yakındır kendisini bekleyen öğretmen Mösyö Piyer’i daha fazla bekletmenin çirkin olacağını nasılsa düşünebildi: Yerinden kalktı. Üçte ikisinden fazlası yana yana kendiliğinden biten sigarasının uzamış beyaz külünü sigara tablasına silktikten sonra kalan kısmını dudaklarının arasına kıstırıp yemek odasına yöneldi. Kapıdan içeri girer girmez kendisini beklemekte olan Fransızca öğretmenine, şüphe yok ki artık bu defa pek halis bir Fransızca ile “Affedersiniz, aziz öğretmenim! Pek önemli bir şey düşünüyordum da sizi bekletmek zorunda kaldım. Umarım ki bana gücenmediniz…” dedi ve sıkmak için elini öğretmene uzattı.

      Mösyö Piyer hiç oralarda değildi. Zaten bütün bütün denecek derecelerde yemekten kesilmiş; olanca iştahı, zevki, eğlencesi kaçmış; bütün dikkati siyasi gazetelerin her günkü meselelerle ilgili sütun sütun makaleleri üzerinde toplanmıştı. Bu altmış beşlik ihtiyar o gün köşke geç vakit gelerek doğru ikinci kata çıkmış ve çıkar çıkmaz da açgözlü Mişel’in “İsterseniz buraya buyurun! Şimdi yemek çıkacaktır…” demesi üzerine doğruca yemek odasına girmişti. Bir iskemleye ilişti. Sakosunun cebinden çıkardığı yığın yığın gazetelerden çarşaf kadar bir tanesini ayırıp büyük bir dikkatle okumaya başladı. O kadar dalmıştı ki yemek vaktinin gecikip gecikmediğinin farkında bile değildi. Bihruz Bey’in o yolda özür dilemesine şaşmakla beraber, “Hiç zararı yok. Zaten ben de gazetemi okuyordum…” diye cevap vererek öğrencisinin uzattığı eli sıktı. Sonra beraberce sofraya geçip oturdular.

      Mösyö Piyer’in çarşaf büyüklüğündeki o gazetede büyük bir dikkatle okuduğu yazı, o devrin en önemli siyasi meselelerinden olan Süveyş Kanalı’na dair bir makaleydi. Meselenin siyasi, iktisadi, ticari yönleri hakkında uzun uzun fikir yürütülüyordu.

      Politika meselelerine son derece meraklı olan bu yaşlı Fransız, az önce gazetede okuduğu şeylerin hâlâ etkisi altındaydı. Zihnini bu meseleyle biraz daha meşgul etmek için, sofraya oturur oturmaz Bihruz Bey’e hitaben “ ‘Patrie’de98 şimdi bir makale okudum. Süveyş Kanalı hakkında pek önemli şeylerden bahsediyor…” diye söze başladı ve okuduklarını paragraf paragraf hülasa etmeye girişti. Arada bir kendi şahsi düşüncelerini de ilave ederek bu vakitsiz konferansı uzattıkça uzatıyordu…

      Bihruz Bey bu siyasi konferansı dinleyecek hâlde değildi… Bir ucu Periveş Hanım’ın saçlarına bağlanıp kalan, öteki ucu Keşfi mendeburunun püskülüne takılıp arapsaçı gibi karmakarışık olan zihni o anda büsbütün başka şeylerle meşguldü. Mösyö Piyer’in sözlerini asla dinlemiyor, daha doğrusu dinler gibi görünmeye çalışıyor fakat bir kelimesini bile anlamıyordu…

      Avare öğrencisinin böyle siyasi ve ciddi bahislerde muhatap olmaya kabiliyetsizliğini herkesten iyi bilmesi gerektiği hâlde, her ne pahasına olursa olsun konuşmak, içini dökmek ihtiyacında bulunan Mösyö Piyer, önündeki sürahiye, tabaklara ve Bordo99 şişesine hitap etmektense böyle kaşı gözü hareket eder, eli ayağı oynar canlı bir yaratığa hitap etmeyi daha uygun buluyordu.

      2

      Mösyö Piyer bir aralık bahsin kendince en can alacak noktası üzerinde hararetli hararetli nutuk çekerken bu gevezelikler, bu gürültülerle ister istemez kulakları dolup beyni tırmalanan ve zihni büsbütün karışan Bihruz Bey’in, birdenbire damdan düşercesine: “Pardon mon şer!.. Parlon damur ön pö, sil vu ple!100 diye öğretmeni aşk ve alaka konularına davet etmesi adamcağızı derin bir hayrete düşürdü. Zavallı ihtiyar, çatalı, bıçağı masanın üstüne bırakıp sağ eliyle gözlüğünü iyice yerleştirdi. Sofraya oturduklarından beri öğrencisinin yüzüne ilk defa dikkatlice bir hayli baktıktan sonra Fransızca olarak “Peki, buyurunuz, ondan bahsedelim…” dedi ve çatalı bıçağı tekrar eline alarak sözüne devam etti:

      “Dö kel amur vule vu kö jö parl? Vu save byen kil ya lamur dö la patri, lamur filyal, lamur maternel, lamur dü proşen, lamur propr, lamur dö sua… Sö son de zamur dö diferant natür. Dükel vule vu kö nu parliyon?”101

      “Dö lamur dö fam, byen sür!” 102

      Bihruz Bey’in açmak istediği bu bahsi Mösyö Piyer pek yersiz ve zamansız bulmuş, ihtiyarın epeyce canı sıkılmıştı. Genç öğrencisinin böyle birdenbire damdan düşercesine ulu orta sarf ettiği “Dö lamur dö fam!” tabirindeki münasebetsizlik üzerine herifin o yorgun sinirleri şiddetle oynamaya, o soğuk kanı derhâl kızışmaya başladı. Yüzü kıpkırmızı oldu. Gözlerini açarak bu münasebetsiz hatta biraz da edepsiz öğrencisini iyice haşlamak istedi. Fakat birden aklını başına toplayarak bu fikrinden