Piyer sabah erkenden çıkıp gitmişti. Bunu haber alınca sabah sabah yine bir sürü nasihat dinlemekten kurtulduğu için sevinerek doğruca odasına gitti. Kütüphanesinin önüne oturdu. Raflardaki irili ufaklı, ciltli ciltsiz, yaldızlı yaldızsız kitaplara camın arkasından şöyle bir göz gezdirdikten sonra kütüphanenin kapağını açtı. İki cilt kitap aldı. Orta yerdeki yeşil çuha örtülü masanın üzerine koydu; kendisi de bir iskemle çekti, masanın yanına geçip oturdu.
5
Bihruz Bey’in kütüphaneden aldığı iki ciltten biri Jan Jak Ruso’nun130 âşıkane mektuplardan ibaret “Nouvelle Héloise” adlı eseri, diğeri de “Secrétaire des Amants”131 namında ufak bir kitaptı.
Bihruz Bey, parlak, kolalı Frenk gömleğinden “Terzi Mir” markalı hafif ve zarif pardösüsüne kadar üstünde bulunan ne kadar yakalı şey varsa her birisiyle başka başka yakasını, fena hâlde tutulduğu o sarışın yosmanın pençesine teslim etmeye pek hevesliydi. Bu konuda Mösyö Piyer Cenapları’ndan gerçi faydalı bir öğüt alamamışsa da bu yüzden cesareti kırılarak azminden ve kararından dönecek değildi. Gelecek cuma günü Periveş Hanım’a sunulmak üzere, mükemmel ve sitemli bir aşk mektubu yazmayı kesin olarak kararlaştırmış bulunuyordu…
Fakat kendi fikrince Periveş Hanım gibi nobl132 bir aileye mensup, mükemmel terbiye görmüş bir nazenine sunulan aşk mektubunda yer alacak sözlerin ve santiman’ların133 da her bakımdan nobl olması gerekti. Bunu sağlamak için de Fransızca o yolda yazılmış şeylere başvurmak zaruri idi.
Bu düşünceyle beyefendi önce “Nouvelle Héloise”i açtı. Ötesinden berisinden biraz okudu fakat pek anlayamadı… Çünkü kitaptaki ifade pek çetin ve o cümlelerde gizlenen fikirler son derece filozofik134 idi. Kitabı karıştırdı, tekrar tekrar karıştırdı. Nihayet kolay sandığı ve şurasında burasında biraz değişiklik yapmakla kendi durumuna ve mevkisine uyar gibi gördüğü birinci mektubu ele aldı; gereken yerlerini değiştirerek Türkçeye çevirmeye başladı. Fakat baktı ki olacak gibi değil… Yalnız baş taraflarından birkaç cümlesini almakla yetindi. Diğer yerlerini de kendi karihasından çıkararak ıkına sıkına aşağıdaki mektubu yazabildi:
Ah! Güzel Hanımefendi!
Sizden kaçmalıyım. Evet efendim! Burasını pek iyi hissediyorum. O kadarcık bile durup size bakmamalıydım. Yahut sizi hiç görmemeliydim. Lakin bugünkü gün ne yapmalı? Kendimi nasıl idare etmeli? Bakınız hâlime de biçare âşığınıza bir konsey 135 veriniz!
Bilirsiniz ki bendeniz parka kendi arzumla girmedim; bayıltıcı bakışlarınızın davetiyle girdim. Yer aynalarını bile hayran eden güzelliğinizi yakından gördüm; çıldırdım. Evet! Sizden ayrıldıktan sonra parkın öbür kapısından âdeta mezon de zalyene’den 136 kurtulmuş gibi çılgın çıktım! Bunun üzerinde zat-ı ismetanelerini temin edebilirim.
Ah! O moman’da 137 ne kadar örö,138 ne kadar da malörö139 idim. Nobles140 derecenizi tarif etmeye yeter bir kalifikatif141 bulmaktan âciz kalmıştım. Yüksek şahsınıza sunmaya cesaret ettiğim o fakir jeranyom’u142 par jantiyes143 kabul buyurdunuz da o güzel korsaj’ınızda144 ona yer bile verdiniz… Ah! O fane145 çiçeğin bahtiyarlığına haset!.. Her biri bir cihana bedel olan iltifatlarınız onunla da kalmadı. Lakin kendime emportans146 vermiş olmaktan korkarım; bunları tekrar etmekten çekinirim. Her ne kadar bazı talan’lar147 kültive148 ettirmese de zat-ı ismetanelerine layık olmadığımı itiraf ile kendimi bahtiyar sayarım!
Hem de malörö idim demiştim. Çünkü ah, sizden şikâyet etmeklik dahi cinayettir! Lakin “Kulda kusur çok olur, affeder efendisi!” kavramınca kulunuzun bu kabahatini affetmekliğinizi alicenaplığınızdan umarım. “Gelecek cuma günü yine buraya gelelim.” buyurduğunuzda “Saat kaçta?” diye sordumsa da cevaba her nedense tenezzül buyurulmadı. Bunun sebebini, mümkünü yok keşfedemedim; birdenbire gözünüzden düşüvermiş olmaklık için ne kusur etmiş olduğumu bilemiyorum. Ve bahusus parktan çıkıp da acele landonuza atlayışınız ve giderken küçücük bir iltifatınızı bin canla bekleyen şu biçare âşığınıza bir “Adiyö!” bile demekliğe tenezzül buyurmayışınız!.. Artık bu ensült’lerin 149 yüreğimde açtığı kanlı yaraların acısı ebediyete kadar sürecektir.
Evet! Bunlar benim kendi hatalı davranışımın cezasıdır. Sizi gördüğüm zaman güzel yüzünüze -Oh! Kel divin bote kö vuzet!- 150 bakmaya cesaret etmemeli, yüreğimi sevda pençenize kaptırmamalıydım. Bununla beraber cesaretimin cezasını çekmekliğe koşa koşa can attığımdan size hiç bahsetmemeliyim. Bunun vereceği plezir151 de başka bir lezzettir! Bununla beraber sizi her gün görüyorum. O güzel, o şık, o zarif landonuza bir ren152 gibi kurulup hayalimin “park”ında dolaşıyor ve yüreğimi üzüyorsunuz! Lakin görüyorum ki siz bunu düşünmeyerek masumca yapıyorsunuz. Ve bendenizin elemlerimi ağırlatıyorsunuz. Lakin kulunuz ümitsiz mi kalacağım? Sizden kendimi çekmeklik için sevdanızdan gönlümü almaklık benim elimde midir? Küçük hanımefendi, bendeniz yalnız bir çare görüyorum bu ambara’dan153 çıkmaklık için ki sonra arz ederim. Şimdilik zat-ı ismetanelerinden istirhamım budur ki bu mektubuma her ne şekilde olursa olsun bir iki satırlık cevap yazmaklığınızı rica ederim. Cevabı kendim almak için pazar günü saat sekizden on bir buçuğa kadar Büyük Çamlıca’da teşrifinizi beklerim.
O kadar güzel bir vücudun içindeki yürek taş olabilir mi?.. Artık merhametinize sığınırım… Mektubum yüksek şahsınıza layık değilse de bu husustaki kusurlarımın affını istirham ederek kendimi bahtiyar sayarım. Her hâlde ferman efendimizindir…
6
Bihruz Bey aşk mektubunu bu suretle meydana çıkardıktan sonra bir iki defa okudu. Baş tarafındaki bir cümleyi, ortalarındaki bir iki lakırtıyı, “Nouvelle Heloise”den aynen aşırmış olduğu için fena bulmadı. Kendi kafasının mahsulü olan sözlerden “Sebebini mümkünü yok keşfedemedim.” cümlesindeki manalı söyleyişi beğendiyse de mektubun ansambl’ını154 pek komün,155 ziyadesiyle fad,156 aşırı ensipid157 bulduğundan temize çekip sevgilisine sunmayı uygun görmedi. O zaman mektubun yazılışındaki yavanlığı, kendi ana dilindeki bilgisizliğine değil de Türkçenin yetersizliğine yükleyerek öfkelendi, kendi kendine bir hayli