Recaizade Mahmut Ekrem

Araba Sevdası


Скачать книгу

getiriyordu. Yine bir benzetmeyle sarışın kadın, mesela sarı bir gül, öteki ise bu güle bağlanmış bir mazı dalıydı. Yahut sarışın hanım, çiçek açmış nazik bir fidan, yanındaki de o fidanın intizamsız bir gölgesiydi. Veyahut sarışını, parlak bir güneş, öbürü ise bu güneşin yanından hiç ayrılmayan, onu daha gösterişli, daha parlak göstermekle beraber kendisi de oldukça güzel görünen bir kara buluttu.

      9

      İki kadın ağır ağır yürüyerek yukarıda sözü geçen havuzun yanında durdular. Oraya beş altı kadar çiçekle, bu çiçeklerden bal alacak birkaç da arı toplanmış, güya havuzu seyrediyorlardı. Bihruz Bey de hanımların peşi sıra gitti; onlardan dört beş adım kadar uzakta, havuzun kenarında bastonuna dayanıp durdu.

      Havuz, bu gibi durgun sularda görülen ve bazen berraklıktan daha çok hoşa giden o yeşilimtırak rengi henüz almamışsa da epeyce bulanmış ve sararmış yüzeyi ile kenarlarındaki ağaçlara, bitkilere ve seyircilerine pekâlâ bir ayna vazifesi görebiliyordu. İçindeki kırmızı, beyaz, siyah balıklar sanki güneşten yaşama paylarını almak istiyorlarmış gibi suyun yüzüne çıkmış, mahmur bakışlarıyla sanki o su âleminden etrafı seyrediyorlardı. Güneş ışınları vurdukça havuzun parıl parıl parıldayan yüzeyi, içindeki balıklarla beraber, çirkin renkli, çiçekli bir ipek kumaş gibi görünüyordu.

      Henüz adını öğrenemediğimiz sarışın hanımla arkadaşı havuz kenarına gelip de suların aynasında kendi akislerini görünce sarışını söze başladı:

      “Bak bak, Çengi Hanım!” dedi. “Yer aynası!.. Görüyor musun kendini?..”

      Muhatabı bu sözden bir şey anlamamıştı. Sordu:

      “Yer aynası mı dedin?.. O da nedir?.. Yer elmasını bilirim amma yer aynası hiç işitmedimdi…”

      “Yaşmağını biraz sıyırır da havuza bakarsan yer aynasının içinde iki tane yer elması da görürsün…”

      “Nesine bakayım?.. Bulanık bir su… O kırmızı kırmızı şeyler de herhâlde Amasya elması olacak…”

      “Ay, Amasya’da elmas çıkar mıymış?! Ben de bunu işitmedimdi!”

      “Elma ayol, elma!.. Elmas değil… Elmasın, pırlantanın İngiltere’de çıktığını bilmeyecek ne var?.. Sen de başka eğlence bulamadın da besbelli benimle eğleniyorsun…”

      Kadınların bu konuşmasını büyük bir dikkat ve önemle takip eden, söylenenleri iyice işitebilmek için olduğu yerde -alafranga bir deyimle- baştan aşağı kulak kesilen Bihruz Bey, “yer aynası” benzetmesini ve bilhassa “yer aynası içinde yer elması görüneceği” sözlerini işitince kendi kendine, “Kel espri!.. Kel fines!..54 diyerek yavaş yavaş abayı yakmaya başladığı sarışın hanımın zarafetine karşı hayranlığını belirtti. “İngiltere, elmas, pırlanta” kelimelerine gelince: Bunları anlamayacak ne vardı?.. İşte kadın, kendisine pırlanta kadar kıymetli taşlar atıyordu… Duyduklarını bu şekilde manalandırmakta yerden göğe kadar hakkı da vardı. Çünkü o mahşerî kalabalığın içinde kendisinden başka -İngiltere’den henüz gelen bir mösyö gibi- alafranga giyinmiş tek erkek yoktu. Böyle cihandeğer bir iltifata nail olduğu için kendisini en büyük bahtiyarlardan saymaya kalkışan Bihruz Bey, bu taşların, daha doğrusu bu zarif hediyelerin altında kalmayacak surette güzel bir karşılık hazırlamaya koyuldu.

      Havuz kenarında duran öteki seyirciler de tam bu sırada oradan çekiliyorlardı. Beyefendi bu müstesna fırsatı kaçırmayarak hemen kadınlara yaklaştı. Ceketinin yakasına takılmış olan beyaz jeranyom’u55 yerinden çıkardı ve “İngiltere’yi, Fransa’yı hatta bütün Avrupa’yı satın alabilecek yüksek değerli pırlantanıza böyle bir fane56 çiçekle mukabele etmek doğru değilse de kabulüne lütfen tenezzül buyurmanızı ricaya cesaret etmekle kendimi gerçekten bahtiyar sayarım. Bu iltifatınızın admiratör’ünüzü57 ne derecelere kadar örö58 ettiğini tarif edemem…” diyerek çiçeği sarışın hanıma doğru uzattı.

      Kadın bu lakırtıyı hiç üzerine almayarak güya havuzu seyretmeye dalmış görünüyordu. Nihayet yanındaki hanımın ikazı ve zorlaması üzerine “Teşekkür ederim…” diyerek çiçeği aldı, bir toplu iğneyle göğsüne iliştirdi. Sonra yanındaki hanıma “Acaba köşke girmeye izin var mıdır?” diyecek oldu. Yaşlı hanımın cevap vermesine meydan bırakmadan Bihruz Bey öteden söze karıştı:

      “Parkın her tarafını gezmeye herkesin drua’sı59 vardır. Zaten böyle rüstik60 yerlere ancak sizin gibi huriler, periler yakışır…” dedi.

      Sarışın hanım bu sözleri işitince arkadaşına doğru eğilerek kulağına yavaşça “A!.. A!.. Bu, benim adımı nereden öğrenmiş?!” diye sordu.

      Bihruz Bey, yavaş yavaş bu sarışın hanıma yaklaşmak, onunla bilişmek, tanışmak, konuşmak istiyordu. Hâlbuki daha ilk tesadüfte kendisini Bihruz Bey’e o kadar yakından göstermek -artık bari ismiyle söyleyelim- Periveş Hanım’ın hesabına uymuyordu. Bundan dolayı iki hanım köşkü gezmekten vazgeçerek aşağı doğru yürüdüler, kalabalığın içine karıştılar. Bihruz Bey de gölge gibi onları takibe başladı.

      Bihruz Bey hem ağır ağır yürüyor hem de Periveş Hanım’ın müstesna güzelliğini düşünerek böyle melek yüzlü, melek huylu, espri’si61 fevkalade, edükasyon’u62 mükemmel ve bu değerleriyle gayet nobl63 bir aileden olduğu asla şüphe götürmeyecek kadar aşikâr bulunan bu hanımefendinin Keşfi gibi bayağı ve mal elöve64 bir adama iltifata tenezzül edeceğine ihtimal vermiyor; biraz önce bu kadın hakkındaki yanlış ve kötü zannından dolayı duyduğu teessürleri aşağıdaki düşüncelerle gidermeye çalışıyordu:

      Bu nasıl bote?.. 65 Uzaktan güneş gibi görünüyor, gözleri kamaştırıyor. Yakından ay gibi parlıyor, insanın baktıkça bakacağı geliyor!.. Ne kadar poetik66 bir bote!.. Ya o konversasyon’un67 güzelliği!.. Miruar terestr,68 o glas parter,69 tre bel komparezon pur ön pöti lak… Se tre joli!70 İngiltere pırlantası da güzel!.. Benim için ön pö tro flatan, me sa nö fe ryen.71 Çiçeği de pek güç aksepte72 etti. Tabii öyle bir jön person73 için sava byen, sa ne kö dö la püdör, se dö la kandör!74 Acaba adı nedir? Ah! aceleyle soramadım… Emosyon75 insanı bırakmıyordu ki… Hoş, ben de güzel mukabele ettim ya… Örözman76 üzerimde o çiçek bulundu… Gerçekten pek poetik bir rankontr77 oldu… Viktuar!78 Öyle bir havuzun kenarında… Lamartin!