M. Turhan Tan

Akından Akına Bir Kazıklı Voyvoda -III. Vlad Tepeş Drakula- Romanı


Скачать книгу

şu odun yığınına çıkmaktan kurtulacaksın.”

      “Ölümden korktuğum için değil, seni beğendiğim için düşüncelerimi düpedüz söyleyeceğim: Sen, biraz papağana benziyorsun?”

      “Ne demek bu?”

      “Papağanlar bellediklerini söylerler. Sen de yalnız kesmeyi, yakmayı biliyorsun. Hâlbuki düşmanları inim inim inletmek için yapılacak çok şeyler vardır. Söz gelimi…”

      Vlad, sanatkârlığından kuşkulanmış bir adam telaşıyla delikanlının sözünü kesti:

      “Sus, bana örnek gösterme, biraz sabırlı ol. Arkadaşlarının yakılması bittikten sonra bu düşüncenin yanlış olduğunu sana göstereceğim. Göreceksin ki ben bir papağan değilim, duyulmamış şeyler de yapabilirim.”

      Zincirleri alınan Demitriyos Yaksiç, Vlad’ın verdiği emir üzerine boyarların sırasına geçti, onlar gibi gözlerini nemlendirmeyerek, önüne eğmeyerek ve hatta hiçbir acı duymayarak yurttaşlarının dizi dizi yakılmalarını seyre daldı.

      Hayli uzun süren bu vahşi iş, öğleye doğru bitti, ortada koca bir yığın külle ağır bir kokudan başka bir şey kalmadı.

      Halk, lanetlerini haykırmamak için dişlerini sıkıyordu, bir kısmı çocuklu olan kadınlar -şahit oldukları ağır cinayetten vicdanlarına bulaşan kiri boşaltmak için- kiliseye koşuyordu.

      Vlad, birkaç dakika düşünceli durdu. Sonra Demitriyos Yaksiç’e döndü:

      “Gel, kiliseye gidelim, dua edelim. Çıkışta sana bir hayli yenilikler göstereceğim.”

      Boyarlar ve subaylarla birlikte kilise avlusuna girdikleri vakit ilk önlerine çıkan, ihtiyarca bir papaz oldu. Bu din adamı, saatlerden beri yakılan insanların ne çığlığını duymuşa ne kokusunu almışa benziyordu. Derin bir kaygısızlık içinde lagar bir eşeğe heybe yerleştirmeye savaşıyordu. Ya dalgınlıktan veya Tanrı evinde teşrifat filan düşünmeyi yersiz gördüğünden Voyvoda Vlad’ın yanı başına gelmesiyle de ilgilenmedi, heybeyi yerleştirip eşeğe atladı, hayvanı yürütmeye hazırlandı.

      Vlad, kilise avlusuna girdi gireli papazı gözden geçiriyor, onun kendisine sırt çevirip eşekle uğraşmasına içerleyip duruyordu. Herifin selam vermeden, yan gözle bile dönüp bakmadan yola düzüldüğünü görünce haykırdı:

      “Dur bakalım bunak keşiş! Sana soracaklarım var.”

      Papaz, hakaret görmeye alışkın bir adam kayıtsızlığıyla eşeğin yularını topladı, durdu ve telaşsız bir sesle sordu:

      “Değersiz bir keşişten ne anlamak istiyorsunuz voyvoda?”

      “Öbür dünyanın yolunu!..”

      Papazın yüzünde gülmekten ziyade ağlamaya benzeyen bir değişiklik belirdi, dudaklarında da gevrek bir cümle dolaştı:

      “Drakül o yolu benden daha iyi bilir!”

      Kanlı düşünceler geçirip duran Voyvoda Vlad’ı bu söz büsbütün çıldırttı, kuduza çevirdi. Çünkü ona Türkler Kazıklı Voyvoda, Ulahlar cellat anlamına olarak Çepepuç, Macarlar Drakül diyorlardı. Drakül şeytan demekti ve o kelimenin şöyle bir soru sırasında söylenilmesi, Vlad’ın sillelenmesi gibi bir şeydi.

      Papazın maksadı da şüphe yok ki, voyvodaya hakaret etmekti. O, kendisiyle eğlenmeye kalkışan bu eli kanlı hükümdar bozuntusunun durumunu, Tanrı’ya karşı dil uzatmaktan farksız bulduğu için şu dil saldırışını yapmıştı. Şimdi sessiz bir ağırlık içinde onun vereceği cevabı bekliyordu. Bu cevap, çılgın bir haykırış oldu. Vlad, bir yanına çuvaldız sokulmuş gibi çırpına çırpına bağırdı:

      “Kazık, iri bir kazık, çok iri bir kazık, şu çan kulesi kadar uzun bir kazık!”

      Kazıklı Voyvoda’nın sarayında en bol bulunan şey kazıktı. Dost veya düşman ayırt etmeyerek her kızdığı adamı kazıklamaktan zevk alan bu kalpsiz ve vicdansız küçük kral, boy boy kazıklar yaptırarak şurada burada istif ettirmişti. Papazın şeytan kelimesini kullanarak kendinin o adla anıldığını yüzüne vurması üzerine bağırmaya başlayınca ardında bulunan korucular hemen koştular, en yakın bir yığından en uzun birkaç kazık seçip getirdiler ve onun kuduz bir kızgınlıkla verdiği emri yerine getirip bir iki dakika içinde papazı eşeğiyle beraber bulunduğu yerde kazıkladılar.

      İhtiyar din adamı küçük bir ses çıkarmamış; eşeği kadar bile inlememiş, altından sokulup ucu ta boğazına dayanan kazığın üstünde çırpınmadan can verip gitmişti. Fakat kiliseden avluya fırlayıp bu kanlı sahneyi gören birkaç düzine kadın, yarım saat önceki korkunç cinayetin dumanları henüz gökte uçuşup durduğu bir sırada yapılan bu ikinci vahşiliğe karşı sessiz kalamadı, çırpınmaya koyuldu. Onlar, “Boyun devrilsin herif!” diye hep bir ağızdan voyvodaya karış veriyorlardı.1

      Vlad, erkeklerden daha yiğit çıkarak kendini ayıplayan kadınları ilkin oradan çala kamçı çıkartmak istedi. Fakat sabahtan beri döktürdüğü kanlarla sinirleri kızıl bir gerginliğe kapıldığından, ruhundaki uğursuz iştiha da yeni baştan kabarmış olduğundan bu düşüncesini çarçabuk bıraktı, başka bir dileğe kapıldı, koruculara döndü:

      “Şu orospuların…” dedi. “Kucağında piçleri olanları ayırın. Üst tarafını saçlarından sürüyerek dışarı atın.”

      Biraz sonra on emzikli kadın Vlad’ın önüne sıralanmışlardı. Vahşi voyvoda bunları, bir ağılda süt kuzularını gözden geçiren aç bir kurt bakışıyla bir iki dakika süzdü, yeni bir eser yaratmak üzere bulunan bir sanatkâr çalımıyla genç Demitriyos Yaksiç’e de bir göz attı, sonra şu korkunç emri verdi:

      “Bu kahpelerin memelerini kesin, yerlerine piçlerinin kafalarını yapıştırın!”

      Bu tüyler ürperten cinayet de işlendi, on ananın memeleri koparılarak yerlerine kendi çocuklarının kesilmiş başları konuldu. Boyarlar ve subaylar gene susuyorlardı, nemli gözlerini göğüslerine eğip duruyorlardı, birden ölüveren çocuklarla onların kesik başlarından kendi ciğerlerine akan kan içinde can vermekte olan anaları üzüle üzüle seyrediyorlardı.

      Hırıltı ve inilti kesilince Vlad yüzünü genç Macar’a çevirdi, sordu:

      “Nasıl, bu gördüklerin ustaca mı?”

      O, omuzlarını silkti:

      “Fena değil amma gene eksiğiniz var. Çünkü bu yaptıklarınızı da yapanlar görülmüştür!..”

      Voyvoda kızmadı, belki hoşlandı, bir yılan bakışıyla Yaksiç’i süzdü.

      “Gittikçe…” dedi. “Gözüme giriyorsun. Bana üstat olacak çağda ve kıratta değilsin. Lakin en iyi şakirdim olacağına kuşku yok. Hele kiliseye girelim, sonra görüşürüz.”

      Vlad, hepsi soğuk terden ıslak bir örtü içinde kalan boyarlarla, subaylarla ve Demitriyos Yaksiç’le birlikte kiliseye girdi, kutsal resimler önünde diz çöküp dualar okudu, mum yaktı, papazlara para dağıttı ve ayrılacağı sırada başpapaza saygı gösterdi, o akşam saraya gelip yemekte bulunmasını söyledi.

      Sokağa çıktıkları vakit Yaksiç’i sağ yanına almıştı, şen şen anlatıyordu:

      “Ben…” diyordu. “Ölümün bütün acılarını, öldürmek istediğim insanlara tattırmak isterim. İp, satır, balta, topuz bir çırpıda ölüm getirir. Böyle bir durumda ne ölen acı duyar ne öldüren tat duyar. Seyircilerin bile ipe çekilmiş yahut kılıçla başı uçurulmuş bir adamın ölümünü görmekten alacakları haz eksiktir.