M. Turhan Tan

Akından Akına Bir Kazıklı Voyvoda -III. Vlad Tepeş Drakula- Romanı


Скачать книгу

ellerini ayaklarını kesti, hepsini kazığa vurdu. Fakat paşaya şerefli bir yer verdi, yani onu öbürlerinden daha yüksek bir kazığa vurdurdu.” (y.n.)

      17

      Kazıklı Voyvoda’nın babası da Vlad adlıdır. O, 1432 yıllarına doğru Türklerin uç beyleri gibi bir şey olan Karpat Mağravları yanında mahpustu. Macar kralının emriyle serbest bırakılıp Eflak’a gönderildi, prensliği ele aldı. Lakin Macarların himayesi altında kalması Osmanlılar’ın işine gelmiyordu. Bundan da kendisi için tehlike vardı. O sebeple kalktı Edirne’ye geldi, İkinci Murat’ın himayesine sığındı. Türkler onu bir müddet Gelibolu’da hapsettiler, sonra Bükreş’e yolladılar. Fakat oğulları Vlad’la Radol’ü, beş on da boyarı rehin olarak alıkoydular ve bunları Kütahya’ya gönderip Eğrigöz köyünde oturttular. Çakırcı Hamza işte o günleri hatırlatıyor. Vlad’la Radol’ün o sırada pek küçük oldukları anlaşılıyor. (y.n.)

      18

      Prens Davut’tan yalnız tarihçi Yorga bahseder. Onun yazdığına göre Murat adlı bir Osmanlı şehzadesi uzun yıllardan beri Macar Kralı Sigizmond’un yanında bulunuyordu, ihtiyarladı, gözleri kör oldu ve Davut adlı bir vâris bırakarak öldü. Osmanlı ve Frenk tarihlerinde böyle bir rivayet yoktur. Fakat Yorga, Davut’un birçok maceralarını yazmakta olup o, bizim romanımızda da rol oynamıştır. (y.n.)

      19

      Bu sözler, Sofya’nın Türkler tarafından alınması vakıasıyla ilgilidir. O vakıa da gerçekten bize kıvanç ve Sofya’nın o devirlerdeki sahiplerine utanç verecek ayardadır. Bir Frenk tarihi o hadiseyi şöyle yazıyor: Sofya’yı İnce Balaban Bey sıkıştırıyordu. Güzel düşünülmüş bir plan şehrin kapılarını Türklere açtırdı. Uzunca Sevindik adlı ve eşsiz denilecek kadar güzel bir genç Sofya’ya girdi, Hristiyan olmuş göründü, kendisini Sofya kumandanının yanına doğancı olarak kabul ettirdi. Bir gün balıkçın avında iken kumandanı şehirden dışarı çıkardı ve bir yolunu bulup attan aşağı aldı, bağladı, Türk ordusuna götürüp Balaban Bey’e teslim etti. Bulgar kumandanının böyle yakalandığını görünce korktular. Sofya’nın anahtarını Türklere verdiler (1382). İşte bizim Küçük Mustafa’nın Alp Sevindik dediği bu yiğit Türk’tür ki Sofya’yı tek başına almak gibi inanılmaz bir işi başarmıştır. (y.n.)

      20

      Osmanlı ve Selçuk tarihlerinde, hatta daha eski Türk devletlerinin tarihinde sık sık görülen uç kelimesi, sınır boyu demektir. Uç halkı sınırlarda oturan ahali demektir. Uç beyi de hudut muhafızı ve kumandanıdır. (y.n.)

      21

      Küçük Mustafa, Yıldırım Beyazıt’ın büyük oğlu olup Edirne’de saltanat sürmüş ve kardeşi Musa Çelebi tarafından ölüme sürüklenmiş olan Emir Süleyman’ın oğlu Orhan’ı hatırlatıyor. Bu prens, babasının ölümünden İstanbul’un alındığı yıla kadar, yani 1411’den 1453’e kadar Bizans sarayında kaldı. İstanbul’un muhasarası sırasında Bizanslılarla beraber Türklere karşı harp etti, belki birkaç da Türk öldürdü. Fakat Türkler şehre girince başına neler geleceğini anladı, kale duvarından hendeğe atlayarak kendi kendini öldürdü. (y.n.)

      22

      Hendesi: Geometrik. (e.n.)

      23

      Bu esirin hikâyesi Angel’in Eflak tarihinde, Kalkondil’de yazılıdır. Hammer, esirin bizzat hünkâr tarafından sorguya çekildiğini yazmış olan Angel’in bu yanlışını düzeltmeyi unutmamıştır ve yanlışın nereden ileri geldiğini de anlatmıştır. O düzeltmeye göre Eflak tarihçisi, Kalkondil’in Machumetes diye yazageldiği Mahmut adını Mehmet’le karıştırmıştır. Hâlbuki aynı şekilde yazılan Mehmet’in padişah olduğu anlaşılmak -ve Mahmut’tan ayırt edilmek için Kalkondil daima rex (hükümdar) kelimesini kullanmıştır. Esir ile konuşan adamın adı üstünde bu kelime yoktur ve o hâlde sorguyu yapan Mehmet değil, Mahmut’tur.

      Kalkondil, Mahmut Paşa’nın, Eflaklı esiri bir türlü söyletememesi üzerine tehdide kalkışmakla beraber “Bu adam bir ordu başında bulunsaydı büyük bir şan kazanırdı.” diye herifi takdir etmekten de geri kalmadığını yazmaktadır. (y.n.)

      “Türk süvarileri, karşısında dövüşecek düşman bulamadıklarından, Eflak topraklarında gelişigüzel dolaşıyorlardı. Drakül, Moldaviye sınırı üzerinde ilkin sığındığı yeri bırakarak Macaristan’a geçmişti. Kendisi Matyas Korven’den yardım istemiş ve ümitle oraya gitmiş olduğu hâlde Macar kralı, onu zindana konulmak üzere Bulgarlara yolladı. Sultan Mehmet, iki kardeş muharebesi demek olan bu seferden yorularak gözdesi Radol’ü Eflak tahtına oturtmak emriyle akıncı kumandanı Ali Bey’i bırakıp kendisi İstanbul’a döndü.” (y.n.)

      24

      Vlad, sanki büyülenmiş gibi ortadan kaybolduğundan Sultan Mehmet, Drakül’ün payitahtı üzerine yürüyerek Eflak içinde ilerledi. Bu şehirden biraz ileride bir nehrin suladığı ovanın başında kazıklardan bir orman dikilmiş olduğunu görünce tiksinmekten kendini alıkoyamadı. Yarım fersah uzunluğunda bir mesafe içinde -birtakımı kazığa vurulmuş, birtakımı çarmıha gerilmiş- yirmi bin insan görünüyordu. Bunların ortasında ve diğer kazıklardan daha uzun bir kazık üzerinde -ipek ve erguvan elbisesiyle- Hamza Paşa’nın cesedi hâlâ seçiliyordu. Ciğerleri açık annelerinin yanında çocuklar görülüyordu ki, kuşlar bağırsaklarının üzerine yuva kurmuşlardı.

      25

      Cife: İğrenç. (e.n.)

      26

      Cemile: Gönül alıcı davranış. (e.n.)

      27

      “İki kol akıncı Laybah ve Rodofsvert üzerine yürüdü. Üçüncü kol Kölpa Nehri kıyısında yer aldı. Kollardan biri sekiz bin, bütün Karniola’yı vuran ikinci kol ise İg kasabasıyla Sitiç Manastırı’nı yakarak yirmi bin esir aldı, Laybah önünde göründü.” (Hammer, On Altıncı Kitap) (y.n.)

      28

      Uğrulamak: Hırsızlıkla ele geçirmek, çalmak, sirkat etmek. (e.n.)

      29

      “Türkleri, Frankipan kontlarıyla daima muharebede bulunan Kropa kontları çağırmıştı. Bunun üzerine akıncılar, Hırvatistan’ı geçerek Karniola’ya girdiler, Laybah’a geldiler.” (y.n.)

      30

      Belinlemek: Birden uyanarak çevresine korku ile şaşkın şaşkın bakmak, irkilmek. (e.n.)

/9j/4AAQSkZJRgABAQEASABIAAD/2wBDAAMCAgICAgMCAgIDAwMDBAYEBAQEBAgGBgUGCQgKCgkICQkKDA8MCgsOCwkJDRENDg8QEBEQCgwSExIQEw8QEBD/2wBDAQMDAwQDBAgEBAgQCwkLEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBAQEBD/wgARCAG+ASwDAREAAhEBAxEB/8QAHAAAAQUBAQEAAAAAAAAAAAAAAwECBAUGBwAI/8QAGgEAAwEBAQEAAAAAAAAAAAAAAAECAwQFBv/aAAwDAQACEAMQAAABD8L9j4SteBBFE9hBPQRiiIPyCIVorTkzuHNIgIFRJaEDU/MVDQlVJqUqpRNwAinNEpEpORzXn7nC858xzXkEYQCi8BGPSImg/CewyUi58k4IchwnXDE40tBkEgSGGuZekDikG5CIcwlJ7XOebuRz4T2moex7RUEYEZxEBwIhE3tSyTUiOWpxJHomXDmNTBLex4js9SmVPgam4HNeB9JkPn+HaJy8TwVogPZ4HNeBGpcsokHHmz1EgTtIIJ0uHLdJPuDWmsj50Vpqcik6lKc+TamS5RPweQ5nOubt8SRpRKNzTwxPr+dZ4bVPThtfK9CfmyAUSNqJwc69vzOi+V2yM7hw5LUhqVcsajxZxMArDVJqTYbqHMHDLSRCtc95e3zlzHCcBBZ/u58x6HHvfG9LIepw9A8f0SiVNQI09zC1jGepw9I8nv8AIYhE5dxJaEhiolSiZblUj0elq14b2kTbLdU8+5e1zTxK04Kbs5sv6HLfcfTm+/jezYeX3Z/t5Ymuc/K7zl6Ie2eM9Hi2nB1+aYKh6cnzXT/I7bKlmurC65Oir2z0fLu8R2iVJGIxReGzOn3Ki59ydz2vEvCHvnHucV63n7/yPR5x7f