benim bu düşüncelerimden, bu buluşlarımdan daha üstün bir şey düşünebiliyor musun?”
“Elbette düşünüyorum. Eğer sizi adam öldürtmekte biraz acemi görmesem ortaya atılır mıydım?”
“Fikirlerini açık söyle, eğer bana bir yenilik öğretirsen seni başboyar yaparım.”
“Teşekkür ederim. Fakat başboyar olmaktan ziyade adam öldürmek sanatında ustalığımı tanımanız beni bahtiyar edecektir.”
“Buna da peki diyelim de bahse geçelim.”
“Muhterem voyvoda! Benim sizde gördüğüm sanat eksikliği, eti ve siniri düşünüp yüreği, ruhu unutmanızdır. Siz öldürmek istediğiniz adamlara yalnız ten acısı sunuyorsunuz. Bunu ne kadar ustalıkla yapsanız, bir mahkûmun ruhunu ateşe vermekteki inceliğe yaklaşmış olmazsınız.”
“Anlamadım delikanlı. Fikrini aç.”
“Örnek göstererek sizi aydınlatacağım voyvoda. Deminden beş on kadının memelerini kestirdiniz, sonra da çocuklarının kafalarını koparıp o memelerin yerine koydurdunuz. Bu bizim Macar delikanlılarının ateşte yakılmasından da papazla eşeğinin kazıklanmasından da ince bir işti. Fakat adam öldürmek sanatı bakımından sakattı. Çünkü usta bir sanatkâr, o analara kendi çocuklarının başlarını ko-parttırmakla işe başlardı. Bu biçim davranılışladır ki ölüm mahkûmu kadının ruhu da acı duyardı, iniltisi keskinleşirdi.”
Vlad, genç Macar’ın omzuna kuvvetli bir yumruk indirdi:
“Beğendim!” dedi. “Gerçekten beğendim. Bundan sonra öldüreceğim adamların ruhlarını da bağırtmayı boşlamayacağım. Yalnız sen, büyük işlerde bana güzel fikirler vermekten, yenilikler öğretmekten geri kalma. Vazifen budur, yerin de sarayımdır. Artık Macar yurdunu unutacaksın!”
Demitriyos Yaksiç’in gözlerinde bir pırıltı belirip söndü, ince dudaklarından birkaç teşekkür kelimesi döküldü. Vlad, kendi dehasına hayranlık göstermekle beraber o dehayı yükseltecek yolları da bilen delikanlının mırıldanışını işitmemiş gibi davrandı, başını ardına çevirip koruculara sordu:
“Dilenciler ne oldu?”
Cevap verildi:
“Yediler, içtiler, size dua ettiler, barakada emrinizi bekliyorlar.”
“Gidin, hepsini birer kazığa zincirle bağlayın, barakayı ateşe verin.”
Ve Demitriyos Yaksiç’e döndü:
“Bunların üzerinde senin dediklerini sınamak istemem. Çünkü dilencilerin ne kalbi ne de ruhu vardır. Onlar midelerine bağlı olarak yaşarlar. Onun için kendilerini sadece yaktırıyorum!”
Bu kan ve vahşet dolu günün gecesinde Vlad’la Demitriyos ve Bükreş Kilisesi’nin başpapazı birlikte yemek yiyorlardı. Henüz ilk lokmaların alındığı sırada voyvoda birden dalgınlaştı, yemeği ve yanındakileri unutmuş gibi görünerek uzun bir zaman düşündü, sonra uykudan uyanıyormuşçasına silkindi, derin derin içini çekti.
“Yaksiç!” dedi. “Bugün kaç kişi yaktım, kaç kişi kazıklattım, kaç kişi parçalattım?”
“…”
“Yataktan kalkar kalkmaz metresim Mariçe’yi kendi elimle öldürdüm. Sonra dört yüz Macar delikanlısını ateşe attırdım, içlerinden yalnız seni ayırdım. Arkasından bir düzineye yakın kadın ve çocuk öldürttüm, yirmiden fazla dilenci yaktırdım, bir papaz kazıklattım. Altı yüz Bohemyalı tacir, şimdi pazar yerinde kazığa vurulmaktadır. Bulundukları köylerde, kasabalarda oturan halkın sayısını bana doğru bildirmedikleri için beş yüz boyar da kendi evlerinin önünde kazıklanmak üzeredir. Demek ki bin beş yüz elli kadar cana kıydım.”
Başpapaz, bu korkunç hesabın kafasına aşıladığı sersemlikle Vlad’ın önündeki ekmek dilimini aldı ve mırıldandı:
“Canın sağ olsun!”
Voyvoda, genç Macar’la konuşurken onun hulus çakmak2 şeklinde araya söz karıştırmasına kızdı:
“Papaz efendi!” dedi. “Başkalarının malına el atılmamasını kilisede bağıra bağıra söyleyen sizsiniz, değil mi?
O, damdan düşercesine yapılan bu sorunun ne yüzden yapıldığını anlamayarak şaşkın şaşkın cevap verdi:
“Evet!”
“O hâlde ne halt eder de benim önümdeki ekmeği alırsın?”
Ve papazın bir şeyler söylemesine meydan vermeden hizmetçilere emir verdi:
“Alın şu soysuz herifi, saray avlusunda kazığa vurun!”3
Başpapaz palas pandıras sürüklenirken o, gevrek gevrek güldü.
“Yaksiç!” dedi. “Ekmek meselesi bahane. Seninle konuşurken bu günlük kokan ihtiyarın yanımızda bulunmasını istemedim, onun için kendisini kazıklattım. Onu yemeğe çağırmamak daha iyi idi amma dalgınlıkla çağırmış bulundum. Sonra da pişman oldum, işte cezasının verdim.”
Ve birden kahkahalar savurmaya girişti, güldü, güldü, güldü, sonra kahkahalarının sebebini anlattı:
“Bugün öbür dünyaya yolladığım bin beş yüz adamın başında iki de papaz bulunmak gerekti. Herifler yer altı âleminde çarçabuk papaz bulamazlarsa ibadetlerini yapamazlar, vebal altında kalırlar! Ben, kendilerini dünya sıkıntısından kurtardığım gibi, gittikleri yerde günaha düşmemelerini de düşünüyorum. Artık Allah’ın da İsa’nın da yanında benim iyiliğimi söylerler, değil mi?”
Demitriyos Yaksiç, zırdeli voyvodanın sözlerini dinliyor, fakat bir karşılık vermiyordu. Çünkü onun kara ve bulanık ruhunu çok iyi kavramıştı. Küçük bir kelimeden o ruhun kirli bir su gibi kabaracağını, dört yanına boğucu çamurlar püsküreceğini biliyordu.
Vlad da onun hayran hayran kendini dinleyişinden haz alıyordu. Yalnız söylemek ve hiçbir şey dinlememek bu eli kanlı adamın âdeti idi. Bu âdete saygı göstermeyenleri, kim olursa olsun, parçalamak isterdi. Genç Macar’ın bu çirkin zevke gösterdiği uysallık son derece hoşuna gidiyordu. Başpapazın kazıklanması hakkındaki mülahazalarını söyledikten sonra gülmeyi bıraktı, ağırlaştı, tasalı görünür bir sesle başka bir bahse geçti:
“Kimse, tek bir kimse, içimde dolaşan kurdu sezmiyor, sezemiyor. Gece gündüz yanımda bulunanlar, beynimde kıvranan yılanı görmüyor, göremiyor. Ben de bu görmezliğe kızıyorum, alabildiğine kan döküyorum. Yalnız kan, yalnız ateş o kurdu uyuşturuyor, o yılanı uyutuyor. Fakat bugün onlar gene ayakta. Döktüğüm kanlardan içime ferahlık gelmedi.”
Sustu, dalgınlaştı, iri başını göğsüne dayayarak düşünceye daldı. Demitriyos bir günde bin beş yüz adamı ateşe atan, kazığa vuran, parçalatan bu duygusuz mahlukun elemlenmesine, aciz ve bitkin görünmesine için için şaşıyordu, olanca dikkatini gözüne toplayarak herifi süzüyordu.
Pıhtı pıhtı kanla çevrili demir bir topuz gibi her gözde korku uyandıran bu iri kafa şimdi ölü bir kelle gibi cansız görünüyordu. Bu adamın, adı dillerde gezen Kazıklı Voyvoda olduğuna binbir tanık isterdi. O kadar silik, o kadar sönük duruyordu.
Vlad, uzun zaman bu çökük durumda kaldı, sonra ağırlaşmış gibi görünen başını yavaş yavaş kaldırdı, inler gibi mırıldandı:
“Türklerle bozuşacağız: İşte beni çileden çıkaran, deli yapan, kana bulayan dert!”
Demitriyos’un