Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

gördükçe yaşama zevkine ulaşan bu insanların kıyafet şekilleri Orta Çağ’ın son modasıdır.

      Yeni modaya ve icatlara çok fazla ilgili değiller. Hatta beğenmezler. Millî kıyafetlerini giyindiklerinde kavmiyetçi taraftarlık denilen seçkin karakter vücut bulmaktadır. Bu gibi özgün bir libasa ve ziynete sahip olmanın kişiye kazandırdığı ayrı bir yücelik duygusu vardır. İşte bu insanlar bu özel inceliğin ufkuna sahiptirler. Maddi ve manevi güzelliği inkâr edilemeyecek olan millî kıyafetlerin bir intizam içerisindeki güzelliğini fark edemeyip, dışarının maskaralıktan ibaret gösteriş ve hayatını bir şey zannedip bukalemun gibi renkten renge giren ufuksuz müsrife kadınlar! Eskiye takılı kalmak ancak ilim ve fennin ilerlemesi karşısından ilgisiz kalınırsa ayıplanabilineceğini anlamalılar.

      Aydın olmanın ve bilimin vasıtası ve eğitim ve kemale ermenin istikameti, ilerlemenin yolu bilginin artması ve sanatın canlandırılmasıdır. Diğer yandan da servet kazandıran ve şeref ve mutluluk getiren faydalı ve itibarlı uğraşları bazı anlamsız gösterişe, millî âdetlerimize uygun düşmeyen ve tamamıyla yabancı ve gülünç hâle dönüşüp tavus kuşuna benzer mahiyette bir övünçmüş gibi serseri bir şekilde dolaşmak, bilginin ve irfanın bir göstergesi değildir. Bu ancak görgüsüzlük eseri, utanılacak ve ayıplanacak bir sefaletin göstergesidir. Evleri çok akıllı ve bahtiyar ailelere ait olması nedeniyle mutlu olan erkeklerin giyim tarzları ise beş farklı şekildedir.

      İtibarlı memurlar mülkiye kıyafeti giyinirler.

      Orta hâlliler elfiye biçimi şalvar ve her türlü yerli kumaştan dikilmiş atlet (zıbın), üzerine ipekli yelek ve üstüne de yakasız kollu yelek (mintan) ve zarif bir abdestlik giyinirler. Başlarındaki fese ise hafif bir sarık sararlar.

      Dükkânında ufak tefek şeyler satan ve çalıştığından başka geliri olmayan esnaf kısmı ise mavi çuha kumaştan ya da kahve veya kestane renklerinde menevrek yününden yapılmış aynı şalvar, alaca ya da çitari ve basma kumaştan dikilme zıbın ve üzerine de şayak yapımı sako giyinirler. Bellerine de Acem şalı bağlarlar. Şehrin kenarından bulunan Dere Mahallesi sakini olan ve dericilik ve mutaflık ile meşgul olan olanların kıyafetleri Aydın tarafları biçimindedir.

      Rumlardan olan delikanlılar ise ağ tarafı paçasından uzun siyah pantolon, konç tarafı uzun çorap ve sivri ökçeli fotin ayakkabı; başlarına Osmanlı fesi, sırtlarına süslü zıbın ile işlemeli yelek, üzerine de kısa ceket ya da palto giyinirler.

      Arazilerde yoğun bir şekilde yetişen karnıkara börülce adı verilen lobya ile fasulye, kum darı, nohut, çavdar, buğday ve arpa yetişmektedir. Sebzelerden ise bamya, patlıcan, domates, patates, pırasa ve kabak mevcuttur.

      Meyvelerden de sultani kiraz, küçük boyutlu ama rengi ve kokusu çok güzel kış elması, her tür erik, armut, yemesi güzel, şırası bol ve kabuğu ince üzüm çeşitleri, tatlı ve acı iki tür sert badem, biraz kestane ve kayısı yetişmektedir. Ot cinsi olarak hayvanlara özel olarak çiçekli yonca ve birsim bulunmaktadır.

      Sınırları içerisinde bulunan Bor köyünde çıkan bir tür yeşil renk armudun taneleri yüz dirhemden dört yüz dirheme kadar alıcı bulmaktadır. Bu kadar iri olmasına rağmen kabuğu incedir.

      İçinde bulunan üç-dört ufak çekirdekten başka eşiği ve hatta posası bile çıkmamaktadır. Tam anlamıyla lezzetli ve kokulu şekerli sudan ibarettir. Dondurma gibi insanın ağzında erimektedir.

      Tenleri beyaz ve şeffaf yanakları elma gibi kırmızı ve renkli olan Ispartalılar boy boslu yakışıklı ve güzel yüzlüdürler. Barındıkları evleri basit olsa da sağlık açısından uygun ve kullanışlı yerlerdir. Sokakları temiz, çarşı ve pazarı çok güzel ve her şey bulunabilmektedir. Çok lezzetli ve kaliteli olan suyundan dişleri karartma özelliği olduğundan herkesin dişleri siyahtır.

      Kömür tozunu ya da ateşte yakılıp dövülerek un hâline getirilen kemik külünü misvak ile dişlerini sürüp devam etseler cezbedici güzelliklerini gölgeleyen bu geçici duruma zaman içinde önlem almış olacaklar.

      Şehrin konumu düz, fakat arazi yüksektir. Havası serin ve kışı serttir. Bu nedenle vücudu ısıtan gıda maddelerini yemekten hiç çekinmezler.

      Şehrin varlıklı olanları nefis yemeklere çok meraklıdır. Her ne kadar hazmı kolay yemek çeşitlerine alışkın iseler de fukara kısmının yediği yemek çoğunlukla lobyadır.

      Dağları sarı kumdan taşlaşmış köfke olması ve orman bulunmaması nedeniyle yakacak pahalıdır. Aşçı, fırıncı ve kebapçı esnafı işlerinde çok becerikli olmakla beraber temiz giyinişli güzel adamlardır. Son derece özen göstererek pişirdikleri yemekler afiyetle yenir. Kabûne tabir edilen bir tür etli pilav ile kaymaklı kadayıf bölge aşçılarının kendilerine has yemeklerindedir.

      Eski Yunanlılar döneminde Herküllülerin yaptıkları Truva savaşından sonra ve MÖ 1184’te Mora Yarımadası’nın Mesine, Sparta, Ağros ve Amanos kasabalarından Anadolu’ya göçen Rumlar içerisinde; Spartalılar bu bölgeye, Argoslular terk edilmiş Ağras köyünün bulunduğu mahalleye, Mesineliler Eğirdir yakınlarındaki Sevinçbey ovasındaki Mislinler beline ve Amanoslar da yine Eğirdir sınırlarında ve şu an Anamas Ortası olarak bilinen araziye yerleşmişlerdir. Toplulukların her biri yerleşip inşa ettikleri köylere eski topraklarından isimler koymuşlardır.

      Roma tarihçilerinden Strabon’un “Afriçya toplulukları tamamıyla Avrupa kökenlidir.” diye yaptığı cahilce iddiası delil olarak sunduğu şey bu bir avuç Rum’dur. Söz konusu göçmenlerin bu bölgeye verdikleri ilk isim olan “Sprat” zaman içerisinde Anadolu insanının her kelimesi elif ile anması nedeniyle “Ispart” kelimesine dönüşmüştür. Selçuklu sancak beylerinden Hamid Bey’in hayatı boyunca bir kere ziyaret ettiği ve kasaba şeklinde olduğu için Hamid Şehri adını almıştır. Güçlü Osmanlı Devleti’ne geçmesinden sonra ve yakın döneme kadar bu isim kullanılmıştır. Şehrin sonradan elde ettiği gelişme ve bayındırlık üzerine isimi bu zatın ismine “Hamid Âbâd” adı verilmiştir. Sınırları: doğusunda 30 kilometre mesafede bulunan ve yüzyıllarca bağlı bulunduğu kadim Eğirdir ile birlikte Yalvaç, Karaağaç kasabaları ve Gönen ve Geçiborlu köyleridir.

      Doğrudan kendisine bağlı on iki köy bulunmaktadır. Buna bağlı olarak 4,274 hane ve 13.152 nüfusludur. Konya’nın yaklaşık olarak 184 kilometre batısındadır. Bu ferah şehir, güneyden kuzeye doğru akan çok güzel bir akarsuyun sahiline kuruludur. Şehirde üç katlı yüksek ve süslü bir hükûmet konağı vardır. Bu yapının önünde ise Zümrüt yeşilliğinde ve genişçe bir talim yeri bulunan çok büyük bir kışla ve askerî depo bulunmaktadır. Civarında ise Posta ve Telgraf Müdürlüğü, birer Ziraat Bankası ve Osmanlı Bankası şubesi, eğitimi çok iyi derecede olan bir Rüştiye Mektebi, birkaç ilkokul, yedi medrese, altı yüz cilt Arapça kitabı bulunan bir kütüphane, mahir doktorların toplandığı bir uygulama merkezi, on cami ve mescit, sekiz Rum kilisesi, bir Ermeni kilisesi, yedi han, yedi hamam, sekiz yüz yetmiş altı dükkân ve mağaza bulunmaktadır. Şehrin kıyısından geçen akarsudan birkaç su kanalı ile alınan berrak sular sokaklara iki taraflı yapılan düzenli suyollarında çok güzel bir ahenk katarak akarlar. Ovanın en verimli köyü İslamköy, Ağras, Göndürle, her biri aşağı ve yukarı olarak ikiye ayrılan Findos ve Ali köyleri civarıdır.

      AĞROS KÖYÜ (TERK EDİLMİŞ)

      Ağras köyü, Toros Dağları’nın Akşehir’den ayrılarak Afyonkarahisar üzerinden Aydın topraklarına kadar uzayan Gelinci Dağı kısmı eteğinde bulunmaktadır. Kendisinden 10 kilometre uzaklıktaki il merkezine göre tarihî eser çeşitliği ve konumun güzelliği anlamında daha üstün ve muntazam bir yerdir.

      Ağraslılar Samsun’dan daha kaliteli ve yılda yüz yirmi 5 bin kilo civarında