Hüseyin Rahmi Gürpınar

Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda)


Скачать книгу

andığınız olayda bora denilecek bir fevkaladelik görmedim.”

      Babamın hayretler içinde:

      “O kahpenin hepimiz hakkındaki sözleri, kullandığı o dil kayıtsız bir kulakla dinlenecek herzelerden miydi?”

      “Kabahat onda değil… Asıl tedbirsizlik kulunuzda oldu.”

      “Nasıl?”

      “Duvağını açtığım zaman yüzüne baktım. Kendisine işittirecek bir sesle, ‘Pek güzel değil ama neyse!’ dedim. Bunu duydu. İfrit kesildi. Boşadığım kadınlar hakkında sitemlere girişti. ‘Onlara yaptığınızı bana da mı yapmak fikrindesiniz?’ dedi. Ben de ‘İhtimal…’ cevabını verdim. O söyledi, ben söyledim. Nihayet canım sıkıldı. Oda kapısından dışarı kovuverdim. Nazlı, kıymetli büyütülmüş. Bu hakarete tahammül edemedi. İş o gördüğümüz sonuca kadar vardı. Artık kendini tutmaya gücü yetmedi. Ettiğim muameleye göre bir dereceye kadar mazurdur zannederim.”

      “Senin soyluluk ve terbiyenden beklenen şey ilk geceden geline bu yolda muamele etmek miydi? Öyleyse kız eski karıların hakkındaki yargılarında öyle pek de haksız değilmiş. Ailemizin haysiyetini kıran böyle bir harekete cüretten sıkılmadın mı?”

      “Vallahi efendim, bu hareketlerim hemen elimde olmadan denecek bir surette meydana geldi. Neye uğradığımı anlayamadım. Bana büyü mü yapıyorlar? Ne yapıyorlar bilmem ki…”

      “Sus! Sana kim büyü yapacak? Haydi buna eski karıların yaptı diyelim. Ya onlara kim yapmıştı? Onları niçin bıraktın?”

      Annem elini alnına götürüp düşünerek dedi ki:

      “Doğru, doğruuuu… Bu işte büyü var. Dün geceki gelinin dediği gibi eski karılarından birincisi ölmüş. Fakat ikincisi daha ölmemiş. Yeniden sana varmak için hoca hoca dolaşıyormuş. Ben de diyordum. Bunlar akla sığacak işler değil… Tevekkeli değil, efendi, efendi, yarın oğlanı okutalım. Odasının kapısına da bir tavşan başı astırayım. Yedi dükkân süprüntüsü, güneş doğmadan alınmış güvercin tersi, çörekotu, üzerlik, kilise buhurdanından artmış günlük, daha bilmem neler… Bu tertibi, bizim kalfaların hocası Molla Hanım bilir. Ona hazırlatayım da Naki’nin çamaşırlarını tütsüleyeyim…”

      Babam hiddetle:

      “Beş yüz dükkân süprüntüsü tonlayıp da yaksan, bütün çöp arabalarını buhurdan hâline koysan yine bu oğlan akıllanmaz! Anladın mı sade fikirli hanımcığım? Akıllanmaz! Ama kabahat onda değil bizde… Kızın dün geceki sözleri beni şimdi etkiliyor. Çünkü hepsini doğru, hepsini haklı buluyorum. Hiçbir kabahat bulmadan karıdan bıkıp boşuyor. Biz de düşünüp taşınmadan, gerekli incelemeleri yapmadan hemen bir ikincisini getiriyoruz. Kimine alık diyor kimine okuması yazması olmadığı kusurunu buluyor. Akıllısı, yazarı da işte sana böyle yapar.

      Kızın söylediği sözlere hepimiz layığız. O suçlamalardan hiçbiri yabana atılacak lakırtı değil. Yine çok şanslı imiş o kız ki ilk gecede hepimizi hayrette bırakacak bir atılganlıkla bu konaktan çıktı gitti. Kurtuldu… Anasına babasına, ‘Kabahat bizim beyefendi oğlumuzdadır. Kızınızın hiçbir hatası yoktur. Haksız yere sakın onu azarlamayınız.’ diye haber göndereyim. Bu haberle beraber buradaki eşyasıyla nikâhını da yollayacağım. O kız da kurtulsun, biz de kurtulalım… Beyefendi canı nerede isterse orada evlensin. Ağzı süt kokan bir kızdan dün gece gördüğüm yerinde hakaret artık bana bir ibret dersi oldu. Bir daha bu eve gelin adıyla bir kız getirmeye tövbeler olsun!..”

      Babamın ilk sükûnet ve yapma neşesinin hiddete dönüşmesine ben üzülmek şöyle dursun, tersine memnun oluyordum. Çünkü kendimi haksız göstererek Bedia üzerindeki öfkesini biraz hafifletmiş oluyordum. Bu başarı başlangıcı ise planımın sonunu oldukça kolay bir biçimde uygulayabileceğimi gösteriyordu. Mahzun bir hâl takınarak babama dedim ki:

      “Zavallı kıza dün gece reva gördüğüm muameleye pişmanlık getirdim. Bu hakarete karşı tarziye vermek, af dilemek arzusundayım. Rica ederim, eşyasıyla nikâh bedelini göndermeyiniz. Çünkü boşamak niyetinde değilim…”

      Babam: “İster boşa ister boşama! O kız bir daha eve gelip de bizim yüzümüze bakamaz.”

      “Ya siz deminden sözlerini haklı bulmuyor muydunuz?”

      “Evet, aleyhimizdeki sözlerinde, suçlamalarında tamamıyla haklı idi. Fakat bazı acayip sözler de söyledi. Ben buraya gelmezden önce bu planı düzenledim, bunda da muvaffak oldum. İşte gidiyorum. Ben ne size gelinlik ne de oğlunuza karılık edebilirim, dedi. Havsalam böyle derin manalı sözleri hazmedemez. Bunun içindir ki artık o kız buraya gelemez. Zaten biz çağırsak da yine geri gelmeyeceği anlaşılıyor. Çünkü planı gereği dönemez. Dönüşüne düzenlediği plan engeldir! Aslında ben de öyle planlı gelin istemem…”

      “Hayır efendim hayır… Ben sizi temin ederim ki onun ne planı var ne bir şeyi… Odadan kovulduğunu büyüklüğüne, onuruna yediremedi. Haysiyetini korumak için o yalanı uydurdu.”

      “Haysiyetini korumak için yalan uyduran gelin de işimize gelmez.”

      Babamın ayaklarına kapandım. Yine ricamı reddetti. Babamın bu inadından annemin kırıldığını gözlerinden anlıyordum. Bendeki arzuyu görünce yeniden konağa getirilmesine o çoktan razı olmuştu.

      Babanım da annemin de hâllerini bilirim. Bazı delice arzularımı ara sıra engellemek isterler. Fakat çekişmemiz uzun sürmez. Çoğunlukla ben üstün gelirim. Ah bir parça benzim kaçsa… Azıcık ağlayabilsem… O zaman kazanacağım kesindir.

      Kendimi biraz sıktım. Gözümden yaş gelmedi. Yeni ölen büyükannemin gömüldüğü günü olanca ayrıntılarıyla gözlerimin önüne getirdim. Hayır ağlayamadım. Dünyada insanı acılandırıp ağlatacak bunca feci olay var. Onlardan birini arıyor, bulamıyordum.

      Mesela üç yetimle aç kalan bir anne, lokomotif altında ezilmiş bir kör… Beş katlı bir yapının üstünden düşüp ölen bir dülger cesedinin artık kimsesiz, ekmeksiz kalan kederli ailesinin yanına getirildiğinde kopan çığlıklar, bunların hiçbiri gözlerimi sulandırmıyordu.

      Acıklı romanların en ünlülerini, en etkili tiyatro dramlarını birer birer gözlerimin önünden geçirdim. Hayır… Hayır… Hayır… Ağlayamıyordum.

      Ağlayabilmek için böyle acıklı olayları, dokunaklı hâlleri hatırlamaya uğraştıkça bana ağlama değil tersine gülme geliyor, içimde kahkahalar kaynıyordu.

      Nihayet Bedia ile hayal rakibimin dün gece bana karşı el ele sevişerek oynadıkları pandomimayı hatırladım. O zaman kalbimden fıkır fıkır bir öfke buharı kabarmaya başladı. Baştan başa ateş kesildim. Ama yine gözlerimde yaştan eser yoktu. Artık kimin umurunda? “Oh ho ho!” diye sahte bir yaygara kopardım. Hilemi maskelemek için mendili yüzüme yapıştırarak odadan dışarı fırladım.

      Ah birader ah!.. Sonra uğradığım korkunç akıbette önceden böyle bin çağrı ile akıtamadığım gözyaşlarını hiçbir şey, hiçbir teselli dindiremez oldu. Ümitsiz gözyaşlarımı annemle babama göstermemek ister de muvaffak olamazdım.

      Böyle yapma “Oh hoh ho!”larla odadan fırlayışım istenen etkiyi gösterdi. Babam şaşırdı. Annem galiba baygınlıklar geçirdi. Seyyare adında bir küçük halayığımız vardır. Onu hemen sofada yakalayıp babamın kapısına gönderdim, içeride geçen konuşmaları dinleyerek bana olduğu gibi hepsini bildirmesini emrettim.

      Beş on dakika sonra Seyyare odama geldi. İşittiklerini şöyle anlattı:

      “Hanımefendi bayılıyor gibiydi. Ah, of diye kalktı. Bir iki yudum su içti. Önce mırıl mırıl bir