Hüseyin Rahmi Gürpınar

Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda)


Скачать книгу

Anneme söylediğim bir sözü hatırlayarak birdenbire dimağımı bir gerçek ışığı aydınlattı. Acınıp sızlanarak elimi dizime vurdum. Eyvah, bu gece ne çocukça daha doğrusu ne delice bir davranışta bulunmuşum, dedim. Bunda anlaşılmayacak ne var? Bu kız kesin başka bir delikanlıyı seviyor. Ailesi her ne sebeple ise kızlarını bu delikanlıya vermeyi uygun görmemişler, işi örtbas etmek için o aralık tarafımızdan gelen isteği cana minnet bilerek zorla kızı bize göndermişler.

      Kız çok hırçın, şımarık bir şey… O da her türlü rezalete meydan okuyarak velilerinden bu suretle intikam aldı. Anası babası gerçekten intikama hak kazanmışlarsa da bu işte benim ne kabahatim var? Talihe bakınız. Ah ben bu gece çok yanlış hareket etmişim. Kız bana ne kadar hakaret ederse etsin ben bunların hiçbirine hiddet göstermemeliydim. İş konağın içinde böyle açığa vurulmamalıydı. Babamla annemin durumdan haberleri olmamalıydı. O zaman ben ona, benim gibi bir kocaya karşı daha ilk gecede böyle planlı bir komedya oynamayı gösterirdim!

      Ama iş bütün bütün çıkmaza girmedi ki… Daha kızı boşamadım. Şu anda nikâhımın altında bulunuyor. Sonuna kadar boşamam vesselam… Ben o telin duvağın haracını ondan almazsam insanlıktan istifa ederim. Dur bakalım Bedia Hanımefendi, ben de bir komedya planı düzenleyeyim de eğer oyunun ikinci perdesi oynadığınız birinci perdeden daha parlak olmazsa sen de beni kocalığa layık görme…

      Şimdi bir plan… Mükemmel bir plan… Bilmem ki tiyatro yazarları planlarını nasıl düzenlerler? Hazırlanmış bir plana göre olayları yaratmak kolay… Olay kahramanlarını istediğin yaratılışta icat edebilir, bütün olayları gönül isteğiyle durdurup kalemin ucuna takar, sürükler götürürsün. Fakat gerçek dünyasında iş bu kadar sade mi? Olaylar sana değil, sen olayların gereğine tabisin.

      Hanımefendi bize oyununu oynadı gitti. Şimdi efendim nerede, ben nerede? Aramızda bu kadar mesafe var. Komedya mukabelesi öyle pek kolay olmayacak. Ne ise… Olayların akışına bakıp ilk fırsatlardan yararlanmaktan başka çare yok.

      Planımın esası şunlar olmalı:

      Önce Bedia’yı boşamamak. İkincisi karım hanımefendinin sevdasını çektiği delikanlıyı bulmak… İşte burada mesele olağanüstü bir önem kazanıyor. O herifi bulmayı başarırsam karımla olan sevişme maceralarını uzaktan serinkanlılıkla seyretmeye nasıl katlanabileceğim? Naki Bey’in karısı falan beyi seviyormuş. Ailesinin adını bir rezalet sermayesi gibi sevda pazarına çıkarmış, ayaklar altına alıyor da herif karıyı niçin boşamıyor? Galiba şiddetle kadında gönlü varmış, gibilerden aleyhimde hep bu dedikodular olacak. İş önce ailemizin namusuna, sonra da babamın kulağına intikal edecek. Bizim plan sarpa saracak…

      2

      O gece, sonu bulunmaz bir düşünce denizi içinde döne dolaşa yorgun düştüm. Sabaha karşı yatak odama çekildim. Sevişme sahnelerinden uzak o süslü döşek, tülü atlaslı, bürümcüklü, salkım salkım ipek kordonlu, püsküllü cibinliğiyle birtakım gerdek gibi karşıma çıktı. Gözlerimi yumdum. İçine atladım. Uyuyor muyum, uyanık mıyım? Gözlerimin önünde dolaşan şeyler hayalet midir, gerçek midir, fark edemiyorum ki…

      Gözlerimi kapasam da kapamasam da Bedia gelinlik elbisesiyle pırıl pırıl karşıma geliyor… Yalnız gelse iyi… Ama koltuğunda bir de delikanlı var…

      Bütün dikkatim işte onun üzerinde… Rakibim olacak bu herifi görür gibi oluyorum. Fakat fal açan Çingenelerin bilinmeyen âlemlerden haber verişleri gibi esmer mi desem? Sarışın mı desem? Endamca, yüzce nasıl? Buralarını pek seçemiyorum. Bu belirsiz görüntüler içinde bir süre yorulduktan sonra rakibim hayalimde, tıpkı aynalı bakıcının aynanın derinliklerinde gördüğü kişiler ve kayıp eşyalar gibi, belirli bir biçime girer gibi oldu.

      Kısa boylu, tombalakça, az sarı bıyıklı, açık mavi gözlü, şık kıyafetli, civelek bozması bir şey… Bu gece benim yerime Bedia’ya, dünyada neler olmaz, güvey giren herifi bu biçimde tasavvur ettim.

      Gerdek yuvasından uçan kumru, bu tapındığı sevgilisiyle buluşmak için beni acıklı gelin odasında avare bıraktı, diyordum.

      Ne kadar kovmaya, uzaklaştırmaya uğraşsam bu iki sıkıcı, rahatsız edici hayalin gözlerimin önünde belirmesinden kendimi kurtaramıyordum. Hayalimin huzurunu yalnız vücutlarıyla değil davranışlarıyla, hareketleriyle de bozuyorlar. Tek durmuyorlar ki… Hayalimizdeki rakibim olan herif alaylı bir gülümseme ile Bedia’nın kolundan “Anlat bakalım, gerdek maceran nasıl oldu?” diye çekiyor. Bedia, babamın huzurunda gözyaşlarını sildiği dantel mendili bu defa kahkahalarını engellemek için ağzına götürerek “Oradaki savunmamı işiteydin beni alkışlamaktan avuçların şişerdi.” cevabını veriyor, sonra bu güzel başarılarını kutlamak için birbirlerini kucaklıyorlar…

      Bu çekilir görüntü müdür? Kışşşş!.. Ya şeytan kışşş!.. Şeytan dışarıda değil ki beynimin içinde… Kıştan mıştan anlamıyor.

      İşte bu iki hayal, bir de ben, bazen rüyada, bazen de gözler açık boğuşa boğuşa sabahı ettik.

      Bu rüyaları iyiye yoracak bir rüya tabircisi bilmiyorum ki ona başvurayım… Gece hayalimde karşıma geçip varlığını belirten kötü rakibimi acaba gündüz nerede bulabileceğim? Çingenelere mi fal açtırayım? Remilci hocalara mı başvurayım? Yoksa Eyüp’deki niyet kuyusuna mı gideyim? Aynalı bakıcı sağ mı? O pek iyi idi. Sen ne kaybedersen et, korkma. O aynada derhâl bulur, kaybolan eşya hangi hırsızların eline geçmiş, nerelere sokulmuşsa sana noktası noktasına haber verir. Fakat sen git, artık oralarda mal ara… En ufak bir şey bulabilirsen aşk olsun…

      Sonra yeniden git, başvur… Dediğiniz yerlerde bir şey bulamadım, de… Buna alacağın birinci cevap fal ücretinin ikinci defa istenip ödenmesidir. Çünkü para ödenmedikçe fal açılmaz. Beyoğlu mağazaları gibi fiyat kesin… Hile yok. Sermaye nedir, kâr, zarar neden ibarettir, onu bakıcı da bilmez…

      “Lâ Y’alem ül gayb-ı illâllah” ücret toka edildi mi aynayı eline alır, hoh diye bir kere hohlar. Aynanın parlak yüzü bulanır. “Adın nedir?” sorusunu sorar.

      Karşısındaki biraz ahmakça ise (Bu da fazla söz. Çünkü akıllıların oralarda ne işi var?) kaybedilmiş eşyayı da sorar. Kaybın çeşidini anlar. Sonra ustalıkla yine sana bilinmeyen âlemden öğrenmiş gibi satar. Mesela Naki adını verdin değil mi? “Naki’nin perisi gel. Dağda isen gel, bayırda isen gel. Derede isen gel, denizde isen gel.” kelimeleriyle perini çağırır. Kahvesiz, şerbetsiz kuru bir çağrı… Bunun bir de ziyafetlisi vardır ki o çağrılan, aslı olmayan şeyi doyurmak herkesin harcı değildir. Siz dağ bayır dolaşmadığınız hâlde perinizin ne kadar gezme meraklısı olduğuna şaşarsınız.

      Nihayet aynada panorama başlar. Galiba periniz lütfen aynayı şereflendirir. Ama onu aynada yalnız bakıcı görür. Siz göremezsiniz. Bu bakıcılarda her şey zihinde yaratılmış, belirsizdir. Mangır dedin mi? Yalnız o belirli, madenden ve yuvarlak olmalı, ele avuca dokunmalı…

      Anneme işi açsam Bedia’nın âşığını araştırma yolunda bütün bakıcılara çok para kazandırırım ama ayna içinde, kuyu dibinde bulacağımız âşık benim rüyada gördüğümden pek farklı olmaz. Onu ben şimdi sizi gördüğüm gibi görmeli, çalyaka etmeliyim.

      O gün öğleye yakın babamın odasına çağırıldım. Zavallıyı pek üzüntülü, annemi de üzüntüden hasta buldum. Bu üzüntülerini bana da geçirmemek için ikisi de zoraki bir neşe göstermeye uğraşıyorlardı. Babam beni görünce zoraki bir gülümseme ile:

      “Gel bakalım küçük bey… Neydi o akşamki bora? Hepimize geçmiş olsun. Dün gece bundan başka acayip bir rüya görmedin ya?”

      Plan