Hüseyin Rahmi Gürpınar

Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda)


Скачать книгу

bir sandalyenin üzerine attı. Yine elimden tutarak: “İşte bakınız, şu kanepe sobaya uzak. Oraya oturalım.” dedi.

      Kanepenin birer ucuna oturduk. Elimi bırakarak gözlerini kapadı. Arkasına yaslandı. Yorgunluk, kesiklik ima eder bir titreyip ürperme ile başını bir yana eğdi. Kollarını iki yanına salıverdi. Anladım ki misafirimin biraz dinlenmeye ihtiyacı var.

      Ben de bir süre sustum. Sonra gözlerini açtı. İlk defa yabancı bir eve giren bir adamda meydana gelmesi tabii bir merakla odanın kıyısına bucağına göz gezdirdi. Nihayet dedi ki:

      “Sizi iri yarı, pos bıyıklı bir adam sanıyordum. Düşüncem ne kadar yanlış çıktı!”

      “Aynı hâl bende de oldu. O kalın kalemli keskin yazınızdan müthiş bir adam gibi gözümde canlandırmıştım. Bakınız ne kadar aldanmışım.”

      Gülerek:

      “Onu öyle sizi korkutmak için özellikle kalın kalemle keskin keskin yazdım. Bu kadar nazik olduğunuzu bileydim, korkutmaya kıyamazdım.”

      Yarım saat kadar böyle havadan sudan konuştuk. Sonra:

      “İşte beyim üşümeye başladım. Haydi sobanın yanında hazırlanmış yerimize gidelim.” dedi.

      Karşı karşıya koltuklara oturduk. Ellerimize birer sigara ile ikinci kahveleri aldık. Dışarıdan bora şangur şungur çerçeveleri sarsıyordu.

      Naki Bey hem anlatacağı hikâyenin dehşetinden hem de boranın şiddetinden korkuyormuş gibi hafif bir titreme ile dedi ki:

      “Ohhh ohhh!.. Bu yerimiz ne kadar iyi… Artık başımdan geçenleri dinlemeye hazırsınız değil mi?”

      “Hazırım. Hem de büyük bir sabırsızlıkla hazırım.”

      Misafirim üzüntü ile başını bir sağa bir sola salladıktan sonra ağır ağır söze işte şöyle başladı:

      1

      Ben büyük bir aileden servet sahibi bir zatın tek oğluyum. Doğduğum gün, annemle babam için en mutlu bir gün olmuş. Beni nasıl özenle büyüteceklerini, nasıl şımartacaklarını bilememişler. Çocukluğumdan beri bir emrime yirmi kişi koşar, her sözüm olur. Vurduğum vurduk, kırdığım kırdıktır. Yaratılışım son derece hassas ve asabidir.

      Eğitim ve öğrenimime arzuma uygun bir biçimde özen gösterildi. İstediğimi öğrenir, istemediğimi reddederdim. Şundan bundan birer parça tahsil ettim. İşte böyle bir hava içinde yetiştirildim. Gençlik çağına girdim.

      İlk gençliğin, o hayatın ilkbaharının cana can katan tatları, günlerin getirdikleri değişik zevkler beni çılgına çevirdi. Bir gence en az öğrenimle en büyük sözler söylemek fırsatını veren, bu harikalı yolu açan meslek şairlik değil midir? Ben de gençlik sarhoşluğunun verdiği o neşe ve kendimden geçişle nazım ve şiir denizine kendimi kapıp koyuverdim. Ah bu tutkum, şiire olan bu olağanüstü düşkünlüğüm ne derin hayallere yol açıyordu. Her kulaç atışımda bütün sahiller nazmın gürültüsünden titriyor, her dalga pırıltısıyla sözlerimin büyüsünden bir kelimeyi yorumluyor sanırdım.

      Bazen yorgun uzanırdım. Bulutlara, göklere, aylara, güneşlere fırlattığım kelimelerin evrendeki yankılarını dinler, evet işte rüzgâr bir şarkımı okuyor, işte bülbül bir nazmımı besteliyor, işte gök gürlemesi birdenbire doğan fikirlerim gibi ses veriyor, derdim.

      Sanırdım ki gül, ben onu öyle nitelediğim için güzeldir. Akarsular şiirlerimin iniltilerine eşlik etmek için çağlıyor. Bütün baharlar, güzler birer manzumemi rica etmek için gelip geçiyor.

      Dünyada bir mısrama visalini arz etmeyecek bir kız düşünemezdim. Âlemi böyle şiirlerimin büyüsüne kapılmış, her sözümü bütün problemlerin anahtarı sayarak talihin kötü yüzünden habersiz sevda vadisine giriştim.

      Her arzumu yerine getiren, çabucak kollarıma düşen kızların bu tutkularının şairliğimden çok servetim için olduğunu bir zaman anlayamadım. Beş günde birinden bıkar, sevda saldırılarıma kabul kucağını açacak bir başkasını arardım. Kendi kendime derdim ki: Koklamak için bir çiçek yetseydi Tanrı gül varken sümbülü, menekşe dururken yasemini yaratmazdı. Hepsinin de ruhu okşayan kokusu başkadır. İnsanı kimi sarhoş eder kimi şevke getirir. Kimi güldürür kimi düşündürür. Hepsi de birer türlü esinlenme kaynağıdır.

      Bir süre böyle düşünerek bütün gençlik coşkunluğumla bu teorinin arkasından koştum. Ah o zamanlar hayata hayal, hayale gerçek gözüyle bakardım. Kandırıcı sevdama düşen güzellerden kiminin gönül okşayan salına salına yürüyüşü, ötekinin mahmur bakışları, berikinin altın ışıltılı saçları, bir başkasının kışkırtıcı, tahrik edici, cilveli sözleri birer süre beni oyalardı.

      Hep bu sevda çiçeklerini birer kere koklar geçerdim. Ne yazık ki sonra anladım. Sonra acı acı hissettim ki hep bu sanılarım boş, hep bu mutluluklar birer etkisi olmayan rüya imiş. Ben bir süre bir hayal âleminde yaşamışım. Meğer kendi yazdıklarıma, manzumelerime en çok aldanan zavallı yine benmişim.

      Sefahat denizinin böyle enginlerinde durup dinlenmeden bocaladığımı gören annemle babam bir kayaya çarpmamdan, bir kazaya uğramamdan korkarak beni evlendirdiler.

      Birincisiyle geçinemedim, bir ikincisi geldi. Onu da gönderdim. İlk iki karım güzellikte Tanrı’nın özene bezene yarattığı birer güzellik heykeli idiler. Fakat o güzel kafalarında zekâdan eser, insanlık bilgisi adına bir parça bir şey yoktu. Kendilerine bir mehtaplı gecede ruhumun nurlu bulutlar içinde uçuşunu tasvir eden bir şiirimi okuduğum zaman bunu âdeta bir bilmece sanarak gülüşe gülüşe, “Ah bildik, bildik… Karganın bilmecesini yapmışsınız. Çünkü kuşların içinde gece uçan kargadan başkasını bilmiyoruz.” derlerdi.

      Şairce hayallerimin uzayı yaran gece uçuşlarını karga sanan bu kadınlarla benim için evliliği sürdürmek mümkün müdür? Güzelliğin tamamlayıcısı zekâdır. Bir güzel ağızdan aptalca sözler işitmek, bir düğünde gülüp söylemek, çalıp oynamak yerine matem etmek kadar ruhu sıkar. Ben karılarımın bu eksik yaratılışlarına bakıp ağlarken onlar bu gözyaşlarımı güzelliklerinin çekiciliğine vererek sevinirlerdi.

      Zaten ilk iki karım, beni dalmış olduğum macera ve sevişme âleminden bir adım alıkoyamamıştılar. Dışarıdaki sefih hayatım hemen yine öncekinin aynı gibiydi. Bu coşkunluğum babamla annemi büyük endişelere düşürdü. Bir genç için sürüp gitmesi, maddi manevi tehlikeli bir düşüş demek olan bu hâlin ortadan kaldırılmasına kesin bir yol bulmak için gece gündüz düşünmeye başladılar. Edilen nasihatler, tehditler bir para etmiyordu. Nihayet beni üçüncü defa evlendirmeye karar verdiler. Fakat bu defa bulacakları kızın paha biçilmez güzelliğin yanı sıra biraz okuryazar, yabancı dil bilir ve hatta şair olması evlilik için esas şartlar olarak kararlaştırıldı. Ancak böyle bir kız beni oyalar, aldatır, sefahat eğilimlerinden, uçarılıktan kurtarır, çeker çevirir sandılar.

      Aylarca aradılar. Nihayet bu istenen periyi buldular. Düğün dernek kıyametler koptu. Gerdek gecesinde üçüncü karımın beyaz bürümcükten duvağını kayıtsız bir elle açtım. Bu da güzeldi. Yüzünde etkili bir mahzunluk vardı. Fakat ne yalan söyleyeyim? İkinci karım bundan daha güzeldi. Kızın yüzüne baktıkça yavaş yavaş bir acıma hissettim.

      Kendi kendime diyordum ki: Zavallı güzel kız. Gönlümdeki sevdanın ömrü kim bilir ne kadar kısa olacaktır? İsteklerim seninle de pek çabuk doymuş hâle gelecek, sonra kokusuna bıkılmış bir demet gibi bir tarafa atılacak, unutulacaksın. Fakat şimdi sen bana aldanmalısın ki şu dört günlük hazlarımız bir sonsuz mutluluk sanılacak kadar iç açıcı olsun. Senden önceki karılarıma da söylediğim