Hüseyin Rahmi Gürpınar

Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda)


Скачать книгу

tellerin, elmasların içinde sizi bir gerçek güzellik sembolü olarak doya doya seyredeyim.”

      Tasalı gözlerini bana dikti. İsteğime uyarak bir süre kımıldamadı. Bir coşkun sevda ile kendimden geçmiş olarak yirmi dakika kadar bu şiir levhasını seyrettim. Sonra dedim ki:

      “Bu kadar yetişir. Şimdi kımıldayınız. Söyleyiniz. Artık bu güzel putta ruhun varlığını hissedeyim, canlanış mucizesini göreyim. Bu şiir bahçesinin bülbüllerini dinleyeyim.”

      Benim bu kandırıcı sözlerim üzerine gelinin güzel yüzünden yıldızlar dökülüyor yahut süslü başındaki pırlantalar tane tane yüzünden akıyor gibi gözlerinden yaşlar yuvarlanmaya başladı.

      Evet ağlıyordu. Fakat niçin? Sözlerimden beni adi bir yalancı, kandırıcı mı saydı? Gerçeği anladı mı? Şaşırdım. Vicdansızlığıma biraz da pişman oldum. Ruhum bir manevi bağla ona bağlıymış gibi kendimi tutamadım. Ağlaya ağlaya o elmas damlacıklarının inişine bir süre hayretle baktım. Nihayet dedim ki:

      “Fakat güzelim, böyle bir mutlu geceyi gözyaşlarıyla niçin ıslatıyorsunuz? Yoksa bu mutlulukta beraber değil miyiz?”

      Cevap vermedi. Duvağının ucunu kaldırdı. Gözlerini sildi.

      Üzüntü ile dedim ki:

      “Niçin o kutsal örtüyü gözyaşlarıyla ıslatıyorsunuz? Muhabbetimin ateşi bu yaşları kurutmaya yetmez mi?”

      Acı, alaylı bir gülümseme ile yüzüme baktı. Bu bakışıyla, “Hayır. Yetmez.” demek istediğini açıkça anladım. Bütün bütün şaşırıp kaldım. Bu şaşkınlığıma bir çeşit helecan, öfke titreyişine benzer bir şeyler de eklendi.

      “Sözlerimle sizi sıkıyorsam susayım. Fakat sizi ağlatan sebebi iki kelime ile lütfen açıklayınız.” dedim.

      Yay gibi ince kaşlarını yukarı kaldırdı. Havada dalgalanışı insanın en ince sinirlerine kadar işleyen titrek, nazik fakat gücenik bir sesle dedi ki:

      “Beyefendi, hiç kukla lakırtı söyler mi?”

      Hayretle:

      “Nasıl kukla?”

      “Nasıl olacak? İşte telli pullu karşınızda duruyor.”

      “Haşa… Sizi kuklaya benzetmek için insan temiz hislerden yoksun bir hayvan olmalı. Böyle bir söz benim ağzımdan çıkmadı. Niçin iftira ediyorsunuz?”

      “Bu benzetmeniz açıkça değil imalı bir biçimde oldu.”

      “Rica ederim, nasıl?”

      “İlk emriniz, kımıldama dur. İkinci, haydi kımılda, söyle hitaplarıyla olmadı mı? İşte bundan hissettim. Anladım ki…”

      Sustu.

      Ben sabırsızlıkla:

      “Ey anladım ki… Sonra?”

      “Anladım ki siz bu köşede benden önce telli pullu birkaç kukla daha oynatmışsınız.”

      Şimdi buna cevap… Sözün burasında ben zınk dedim durdum. Ben onu şairliğime hayran edeyim derken kadın beni dilsiz etti. Eski karılarım üzerine olan bu üstü kapalı değiniş hem zarifçe hem de küçümser nitelikteydi. Bu sözde, “İlk karılarınızı kukla misali idare etmiş olduğunuzu biliyorum. Fakat benim öyle onlar gibi hareket ve davranışlarının iplerini elinize teslim edecek bir kadın olmadığımı siz de bu saatten itibaren biliniz.” anlamında dehşetli bir ima vardı.

      Asıl kanıma dokunan şey bu cümleyi benimle eskiden beri konuşmaya alışmış gibi bir metanetle sıkılmadan, gözlerini kırpmadan söylemesi olmuştu.

      O şimdi duvağı başında bir gelindi. Biraz utanacak, sıkılacaktı. Ben onun sıkılganlığından, utancından hazlanarak zevkle kendimden geçecek, emel bulutları içinde örtülü bir bakir sevda keşfine uğraşarak aşkı dile getiren en güzel sözlerle onu konuşmaya davet edecek, ağzından bir söz almak için saatlerle uğraşacaktım.

      Bu dik, kaba sözler gerdek gecemin bütün o güzel hayallerini kalbimle beraber kırdı geçirdi. Ben o duvağın altından ne bekliyordum? Talihime ne çıktı?..

      Cevap vermeden üzüntü ile ben de bir köşeye çekildim. Meydana gelen durumu düşünmek, yargılamak istiyor fakat ne düşüneceğimi bilemiyordum.

      İçimi önce şiddetli bir öfke, sonra sebebini pek yorumlayamayacağım acıklı bir duygu sardı. İlk hamlede gelinin terbiyesizliğine hükmettim. Bilmem neden? Sonra bu hükmüm kuvvetini kaybetti. Kendi kendime, Evet evet… Ben hakareti, bu cezayı hak ettim. Zavallı kızcağız kendinden önce yine bu köşeye elmaslara gark olmuş iki gelinin gelip gittiğini biliyor. Üçüncü olarak o yeri alan biraz ileriyi gören bir kimse olursa üzüntüye kapılmakta, duygularına yenilmekte mazurdur, dedim.

      İşte öyle karşıdan karşıya bir süre ben ümitsizliğin verdiği dehşete, o, hüzünlere kapılmış olarak birbirimize bakıştık durduk. Birbirimizin kalbinde gizli kalan şeyleri keşfe uğraşır gibi bu çekingen bakışlarımız sırasında gelini ilk soğuk davranışından ötürü pişman olmuş bir hâlde gördüm, öyle hissettim. Üzerimde oyalanan bakışlarından, hafif hafif hareketlerinden, göğüs geçirir gibi nefeslerinden, bütün o hüzünlü, tasalı hâlinden öyle ince manalar uçuyordu ki bu canlı şiir muammasının her nüktesi elmasların parıltılarını tanık yerine koyarak kendini haklı, beni haksız çıkarıyordu.

      Bu pırıltılı yanıp yakılma levhasını gönlüm, gözlerim kamaşarak seyrettim. Bir sevda sarhoşluğuna düşer gibi oldum. Kalbimden Bu kadar hırçın olmasan galiba ben seni seveceğim! dedim. Meğer sevmişim. O dakikadan itibaren mutsuz bir sevdalı olmuş, ne korkunç bir uçurumun kenarında dolaştığımdan haberim yokmuş.

      Fakat yine de bundan da üç dört günde arzumu alırım sanıyor, bir şiddetli muhabbetle gönlümün ona bağlı kalacağına kesinlikle ihtimal vermiyordum. Böyle bir şey aklımın ucundan geçmiyordu. Geçse bile ne olur? Karım değil mi? İnsanın karısına karşı aşırı sevgisi dünyada en çok arzu edilen bir mutluluk değil midir?

      Her şeyde kendimi haklı görür, attığım her adımı gururumu düşünerek atarken, bütün hareketlerimi bu açıdan ayarlarken bilmem bu meselede ne oldu? O ince kalpli geline bütün geçmişteki günahlarımı affettirmek için hemen irademin dışında denilebilecek bir hâlde ayağa kalktım. Yanına gittim. Ayaklarının önünde yere diz çökerek yalvardım.

      “Meleğim, gerçeği bilmeden haksız yere beni suçlamayınız. Rumuzla anlatmak istedikleriniz hakkında kader bana acımadı. Her zanlıyı söyletirler. Sonra ondan yana veya ona karşı hüküm verirler. Adalet kanunu böyledir. Fakat bu gece kölenizi öyle acıklı sözler söyleme ızdırabına düşürmemek için bu yargılamamı geleceğe bırakınız. Vicdanınızın önünde temize çıkacağımdan şüphem yoktur. Artık talihimin bana güler yüz gösterdiğine siz büyük bir delil değil misiniz? Hayır, delil değil, siz o gülen talihin ta kendisisiniz. Talih, uygunsuzluktan döndükten sonra sizin lütuf ve acıma bakımından cömertlikte ondan geri kalacağınıza ihtimal veremem. Ah o güzel gözleriniz!..” dedim.

      Olağanüstü bir aşk saldırısıyla bir elimle belinden, ötekiyle ellerinden yakaladım. Müspet menfi elektrikle yüklü, tutuşmaya hazır iki cisim gibi vücutlarımızın bu temasından gözden göze şimşekler çakan kıvılcımlar ikimizi de sınırına son düşünülemez bir haz titremesi içinde bıraktı. Gelinin gözleri süzüldü. Bana da bayılmak, hayır bayılmak değil, aşırı zevkten canım çekiliyor gibi bir hâl geldi.

      Bütün vücudundan, kabarıp inen göğsünden gül bahçelerinden, bahar çiçeklerinden çıkar gibi yayılan tatlı koku,