ümit verici sözler duyunca bu sözlerin sanki babasından ya da kardeşinden duyuyormuş gibi bir sevinç ve hayretle karşılamıştı. Sevincinden az kalmıştı ki Moşamol’un boynuna sarılarak yüzünden gözünden şapır şapır öpsün. Moşamol ise kızın bu derecelere varan memnuniyetini, kendi geleceği ve planları için tehlikeli bulduğundan kızı bu aşırı sevincinden men ile de dedi ki:
“Aman matmazel! Aramızdaki dostluğu arkadaşlarıma göstermemeliyiz. Biraz metanetli olunuz. Söyleyiniz bana nereden geliyorsunuz?”
Kızcağız kendini toplayıp dedi ki:
“Kansas kasabasından.”
Moşamol bu Kansas kasabası nerede olduğunu bilmediğinden bunu da kızdan sordu. Kız dedi ki:
“Buraya üç yüz yetmiş mil kadar güneydoğu tarafında İngilizlerin yeni tesis ettikleri bir kasabadır.”
“Oradan buraya kadar nasıl geldiniz?”
“Gemi ile. Hatta biz buradan daha yukarıya bile çıkmıştık. Yukarıda sol taraftan Missouri Nehri’ne karışan ve haritalar üzerinde New Brara diye tayin olunan nehre kadar varmıştık. Sahilden giderken koca bir dağ âdeta uçup gemimizi su ile toprak arasına defnetti. Meğer nehrin cereyanı oya oya koca dağın altını boşaltmış. Gemide bulunanlar kendilerini nehre attılar. Ne kadarı boğuldu ne kadarı kurtuldu bilemem. Ben kim bilir ne şekilde olmuşsa kendimi bir toprak yığıntısı üzerinde buldum. Şu sandal da yanı başımda su içinde olduğundan bir hâl ile hemen sıçrayıp atlayarak içine girdim.
İki gündür nehrin akıntılarıyla akıp geliyorum. Elbisemin ıslanan yerlerini kurutup mümkün mertebe tanzim ettim. Karnım acıktıkça sahile yanaşıp patates, kestane gibi bulabildiğim şeylerle karnımı doyuruyordum. Bu sahile de yine acıktığım için yanaşmıştım.”
Moşamol kızı seyrettikçe o letafet ve güzelliğine bir türlü gözleri doyamıyordu. Kız, bu Fransızcayı nerede öğrendiğini ve bu insani niteliklere hangi terbiye sonucu sahip olduğunu sorması üzerine Moşamol dedi ki:
“Burada benim ismime Moşamol derler. Bundan altı sene önce Topeka taraflarında Avrupalılar ile savaşarak yenildik. Kabilemiz Kansas Nehri’ni geçerek Missouri kenarlarına sığındı. Orada beyazlara bir daha yenildik. O zaman ben esir düştüm. Kabilemiz Missouri Nehri’ni de geçip buralara doğru göçtü. Beni esir alanlar ta Saint Loui’ye kadar götürdüler. Orada Juan Mason namında bir malikâne sahibine beni sattılar.”
Kızcağız bu Juan Mason namını işitince tavrında oluşan büyük bir sevinçle dedi ki:
“Juan Mason mu? Hani ya şu Mississippi Nehri kenarında bir ülke kadar malikânesi olan Fransız değil mi?”
“Evet! Siz o aileyi tanır mısınız?”
“Tanımak ne demek? Hâlâ pederim Johnsonser onun ortaklarındandır.”
“Öyleyse bu hâl aramızdaki dostluğu bir kat daha teyit edecektir. Çünkü ben o aile nezdinde inayetten, iyiliklerden başka bir şey görmedim. Diğer esirler arasında türlü türlü işkencelere uğrayanlar pek çok idiyse de bunlar bana daima iyilikle, merhametle muamele etmişlerdir. Nihayet dört sene kendilerine hizmet ettikten sonra bir gün Mösyö Juan bana: ‘Adrianne, ettiğin hizmetten memnunum. Nasıl bir mükâfat istersen söyle. Esirgemem. Hatta memleketine dönmek istersen ona bile izin veririm.’ demişti.”
“Adrianne mi? Vay Adrianne sen misin? Orada hâlâ senin ismin yâd olunmadığı gün yoktur.”
“Evet matmazel! Adrianne benim. Vaftiz edilerek Hristiyanlığı kabul ettiğim zaman böyle isimlendirilmiştim. Fakat ne kadar olsa zevcemle kız kardeşlerimi merak ettiğimden dönüşü Saint Loui’de ikamete tercih ettim. Kalktım bin bela, bin zorlukla buraya kadar geldimse de, keşke gelmeseydim. Meğer diğer bir savaşta eşimi, çocuklarımı, iki kız kardeşimi esir almışlar. Şu dünyada yapayalnız kalmışım. Bu kahır ve ümitsizlikle bir daha evlenmeye heveslenmeyerek o zamandan beri tek başıma yaşıyorum. Şu ümitsizlik hâlimle sizinle bu şekilde karşılaşmam benim için büyük tesellidir.”
“Ya size tesadüf benim için az teselli midir?”
“Korkmayınız matmazel! Sabrediniz akıllıca davranırsak buradan kurtulacağımızı ümit edebiliriz. Siz her tedbiri bana bırakınız. Size nasıl bir işaret verirsem o şekilde hareket ediniz.”
Gelen beyaz kız ile Moşamol arasındaki söz bu dereceyi bulduğu zaman diğer tarafta Maradangal da dâhil olduğu hâlde vahşilerin beyaz kıza dair açmış oldukları mesele de sona ermişti. Bu beyaz derili kızın mabuda kurban edilmesi meselesi ilk önce Fardiç’in karısı Kadagoz’un hatırına gelerek: “Mabûdumuz Kan İstiyor” nağmesiyle bunu cemaate de ihtar etmiş bulunduğu gibi kocasının da bu kızı güzel bulması üzerine kıskançlığı daha da artmış olan o vahşi karı, şu konudaki azmine bir kat daha kuvvet vererek:
“Ey Moşamol! Beyaz derili ile lafı daha uzatacak mısın? Akşam oluyor. Huyi Çilopoştli’ye şu kendi ayağıyla gelen beyaz kurbanı da takdim edelim ki, mağaralarımız uzaktır, akşamdan önce yerimize dönebilelim!” diye bağırdığından cemaat arasında diğer birkaç kişi de kadının sözünü onaylamışlardı.”
Kadagoz’un bu sözlerini Moşamol işitince beyaz derili kıza orada durup hiçbir şeyden korkmamasını tembih ile kendisi kabile halkının yanına geldi.
3
Moşamol geldiği zaman Rikalda’yı validesiyle bir tartışmaya başlamış buldu. Beyaz derili kızın kurban edilmesini teklif eden Kadagoz’un teklifini ret ile Rikalda diyordu ki:
“Beyaz derili kızı kurban edeceksin ha? Bugün kestiğimiz koca bir âfitâb-zâdenin daha kanı kurumadı. Ciğeri solmadı.”
Rikalda’nın karısı Aralda da güzel kızı kıskanmakta kayınvalidesinden aşağı olmadığından onu destekliyordu ve diyordu ki:
“Evet! Evet! Bu kurban Huyi Çilopoştli’nin kendi getirdiği kurbandır. Onu kurban etmeyecek olursak mabudun gerçekten hışmına uğramış oluruz.”
Kabile halkından diğer birçokları da Kadagoz ve Aralda’nın tekliflerini doğrulamaya başlamasınlar mı?
Fardiç ile Maradangal hiç seslerini çıkarmıyorlardı. Özellikle Maradangal, Moşamol gelip de ne fikir beyan edeceğini görmedikten sonra ses çıkarmamaya bir de mecburiyet hissediyordu. Artık anlaşıldı ya? Avrupalılar nezdinde dört beş sene esir kalarak Hristiyanlık terbiyesiyle büyüyen ve şu putperestliğin batıl inançlarını bütünüyle kendisinden uzaklaştırmış bulunan Maradangal, Moşamol’un şeytanlık ve şerrinden korkuyordu. Bir aralık Kadagoz:
“Rikalda! Rikalda! Sen bu işte külliyen hatada bulunuyorsun. Mabudumuz bize bugün hem ikinci bir zafer daha bahşetti, hem de o muzafferiyete şükür olarak takdim etmemiz gereken kurbanı da kendisi gönderip âdeta önümüze hazırladı. Bu hakikati anlayamamak olamaz. Eğer kurbanı esirgeyecek olursak inan ki bundan sonra bizim için hiçbir düşman üzerine galibiyet ümidi yoktur.” diye Rikalda’ya ettiği öğüt ve baskıyla o zorlu vahşiyi büsbütün çileden çıkarmıştı. Maradangal da ne yapacağını şaşırmış kalmışken Moşamol büyük bir telaşla dedi ki:
“Susunuz! Susunuz! İşte mabut kendi emelinin neden ibaret bulunduğunu ihbar ediyor.”
Moşamol’un bu sözü üzerine herkes mabudun haberi hangi taraftan geldiğini görmek, anlamak için etrafına bakınmaya başlamıştı. Moşamol diyordu ki:
“Canım görmüyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Aman ses çıkarmayınız? Ürkütmeyiniz.”
Cemaat hâlâ Moşamol’un ne demek istediğini anlayamayarak ve fakat hiçbirisi de ses çıkarmak şöyle dursun sıkıca nefes