zaman henüz gece midir, gündüz müdür pek fark edememişti. Çünkü kaldığı mağaranın içi karanlıktı. Dolayısıyla uyandığında pek korkmuş ise de, yorgunluğu az da olsa geçtiği için, Hak Teâlâ hazretlerinin şu inayet ve ihsanından çok müteşekkir kalmıştır.
4
Azteklerden özellikle bu Fardiçar kabilesinin yaşadığı mağaralar bundan önce de görüldüğü üzere Missouri Nehri sahiline yirmi beş kilometreden fazla mesafede ve ormanın gayet latif bir mevkisinde bulunmaktadır ki zemini kumsal ve düz olmasından da anlaşılacağı üzere bir vakitler Missouri Nehri oradan çıkmaktaymış. Hatta böyle düz yerlerde mağaraların bulunabilmesi mümkün değilken oralarda bu mağaraların var olması da Missouri Nehri’nin eski kaynağı olmasındandır. Yani bu mağaraları oluşturan kayaların üzeri kim bilir ne kadar sağlam bir toprak tabakasıyla örtülü ve içi de toprakla dolu iken Missouri Nehri malum toprağı yalaya yalaya alıp götürerek kayaları ortaya çıkarmakla özellikle bu mağaralar da o şekilde vücuda gelmiştir.
Bu mağaraların ya gayet çok eski ve kadim olmaları ya da yeni olmaları gerekir. Eğer eski olarak kabul edilirse buralarda eski medeniyetlerin kurulduğuna dair bazı şekil ve resimlerin olması gerekirdi. Zira Kuzey Amerika’nın bazı böyle büyük mağaralarında Meksika hiyeroglif şekilleriyle birtakım da kaba saba resimler çokça görülürken bu mağaralarda zikredilen resim ve şekillerden hiçbir eser yoktur.
Mağaralar esasen üçtür diye hükmedilir. Zira üç yerden gayet geniş üç mağaraya girilir ki bunlardan birbirine geçmek için yol varsa da her biri birer ufak köyün umumi meydanı hükmünde bulunuyordu. O umumi meydan etrafında da başkaca birkaç küçük mağaralar mevcuttur. Eğer bu küçük mağaraların her biri bir haneye benzemeyip de birer daire yahut oda farz edilecek olursa büyük ve geniş mağaralar da bu odaları kapsayan konağın sofası veyahut divanhanesi hükmünü alır.
Üç büyük mağaradan ikisinin tavan mesabesine bağlı olan kubbesinde tabii birer baca bulunduğundan bu bacalar oldukça aydınlık vermeye hizmet ettikleri gibi havalandırmaya da yardım ederler. Ama bunları “tavan” ve “kubbe” diye tabir etmiş olduğumuza bakıp da büyük mabetlerin muntazam tuğla veya taşlarla örülmüş kubbeleri veyahut büyük binaların tahta veya bağdadi olarak yapılıp boyanmış tavanları zannetmemelidir. Hilkat elinden nasıl gayrimuntazam olarak çıkmışsa hep o surette yamru yumru şeylerdir ki bazı girintili çıkıntılı yerleri ufak ufak binlerce mağaracıklar teşkil etmiş bulunduklarından kapılarla bacalardan girip çıkan milyonlarca kuşun meskeni olmuşlardır. Aztekler oralarda yaşayan kuşların yumurtalarından hangilerini bulurlarsa alıp külde pişirerek yerler.
İşte Miss Johnsonser’in sabahleyin uyanıp da gündüz olup olmadığını anlayamayacak derecede kendisini bir karanlık içinde bulduğu yer burasıdır ki zikredilen yerin zulmetinden şikâyet değil; asıl şükretmiş olsa daha iyi olur. Zira kendisine yatak kamarası olarak tahsis edilmiş olan kovuk gayet genişçe bir tabut demek olup bu mahallin dehşetini birdenbire görmüş anlamış olsaydı korkusundan tüyleri ürpereceği kesindi.
Kızcağız mağaranın büyük kapısından dışarıya çıkıp da kedisini gayet latif bir orman içinde bulunca mağara içinde gözünü gönlünü istila etmiş bulunan ağırlık birdenbire bir ferahlık ve neşeye dönüştü. Şurada burada bazı Aztek vahşilerini gördü ki küme küme oturmuşlar ve sohbet ediyorlar. Miss Johnsonser’i gören Aztekler dün doya doya seyredememiş bulundukları acayip mahluku bugün daha yakından doya doya görüp tatmin olacakları için pek ziyade güler yüz göstermiştiler. Ancak bir ağacın dibinde manga kurmuş olan Fardiç, Rikalda, Aralda ve Kadagoz vardı. Aralda ve Kadagoz yeni misafiri görünce rüyada görülse hayra yorulmamak lazım gelen bir çirkin mahluk görmüşler gibi ikisi de kaşlarını çatıp suratlarını ekşitmişlerdi.
Kadagoz neyse ne ama Aralda şu beyaz derili hakkında neden fikrini değiştirmişti? Zira malumumuzdur ki Aralda Johnsonser’i ilk gördüğü zaman şu beyaz derili kızın kendi gözüne pek hoş göründüğünü itiraf eylemişti. Sonra kocası Rikalda bu kızı övgüye layık bulduğu için fikrini değiştirmiştir.
Zaten kayınvalidesi Kadagoz de sadece kendi kocası Fardiç’in beyaz derili kızı beğenmeye şayan gördüğü için kıskanmış değil miydi? Bu vahşi gelin ve kaynananın zavallı Miss Johnsonser’i bu surette kıskanmaları pek tehlikeli hâllerden idiyse de kızcağızın acemilik hasebiyle bu durumlardan haberdar olmaması, zikredilen tehlikeyi azaltıyordu.
Rikalda kızın mağaradan çıktığını görünce muktedir olabildiği kadar nezaketli bir tavırla yanına koşup bir şeyler söylemeye başladıysa da Miss Johnsonser vahşinin lisanını bilmiyor ki ne demek istediğini anlayabilsin. Bununla beraber herif sert bir suratla kendisini tehdit edeceğine mülayim bir tavır ve nezaket gösterdiği için memnuniyetini gizleyememişti.
Nihayet Rikalda iki avucunu yüzüne çarparak güya bir yerden su alıp yüz yıkadığını taklit edince Miss Johnsonser herifin meramını anladı ve muvafık bir tavır gösterdi. Rikalda kızın önüne düşüp orman içinde yüz adım kadar mesafede bulunan bir kaynağın yanına götürdü. Miss Johnsonser sabah ihtiyaçları için suya muhtaç olduğundan vahşinin bu delaletinden memnun kaldı. Kendisini orada yalnız bırakıp çekilmesini Rikalda’ya işaret ediyor idiyse de bir türlü anlatamıyordu. Geldiği yeri ve uzakta bıraktığı arkadaşları gösterip, eliyle de oraya gitmesini işaret ettiği hâlde Rikalda tam tersine oradaki adamları çağırıyor zannederek ettiği nidalarla birçok kimseleri oraya çağırıyordu.
İnsan yaşamak zorunda kaldığı başka insanlar arasına karışınca ve yaşamak zorunda kaldığı ve beraber olduğu halkın lisanını da bilmeyince çok zor durumlarda kalır. Meramını anlatmak için o kadar taklitler yapar ki bu sırada gayet gülünç bir hâle girer. İnsan küçük bir arzusunu anlatmak için çok gülünç hâller yaşar.
Rikalda’nın nidaları üzerine birçok kimseler kaynak başına koştukları gibi Moşamol da koşup gelerek Miss Johnsonser’i orada bulunca ve kız ile birkaç laf edince meselenin neden ibaret bulunduğunu anladı. Bu gibi hususi ihtiyaçlarda bir kadının yalnız kalmaya muhtaç olduğunu vahşilere anlatmaya başladıysa da o zamana kadar bu gibi medeni durumlarla hiç karşılaşmamış bulunan vahşilerin Moşamol’dan işittikleri ilk sözü kolay kolay anlayabilmeleri muhtemel midir?
Bunlar için tabii olan hâllerin tamamı makbul görülür. Bir ahırda bağlı olan ineklerin, öküzlerin, buzağıların tabii ihtiyaçlarını gidermek için hiç sakınmadıkları gibi, vahşîler de buna benzer ihtiyaçlarını gidermek için birbirlerinden pek de sakınmazlar. Yani tuvalet gibi ihtiyaçlarını giderirken gizlenmeye pek ihtiyaç hissetmezler. Hem Aztekler kadim bir medeniyete sahip oldukları hâlde bile böyledirler. Bunların dışında pek de medeniyet görmemiş diğer birtakım vahşiler daha vardır ki, onlarda hayvani hâllerin hiçbir kısmı ayıp karşılanmaz. Hayâ denilen şey hatır ve hayallerinden bile geçmez.
Ne dersiniz? Bunlar beyaz derili kızın şu sakınmasını çirkin ve sakat olan vücutlarını başkasına göstermek istememesine bağlarlarsa şaşmaz mısınız? Bu zanna hakikat derecesinde kuvvet vermiş olduğu muhakkaktır. Zira Moşamol’un ihtarı üzerine vahşiler oradan çekilmiş idiyseler de cümlesi âdeta bu kızdan iğrenerek çekilip gitmişlerdi. Bu iğrenme durumu bir dereceye kadar Rikalda’da bile müşahede olunmuştu.
Miss Johnsonser billur gibi kaynak suyuyla elini yüzünü yıkayarak saçlarını topladı. Tarağı yok idiyse de ince uzun beş on dikeni parmakları arasına dizdi. Kaynağın berrak suyunu ayna gibi kullanıp imkânlar dâhilinde tuvaletini de bu şekilde tamamladı. Vahşilerde saçlara hizmet âdeti tamamıyla yok olmamıştı. Etlerden temin ettikleri yağlarla bazen saçlarını yağlamak âdetti. Beyaz derili kızın bu alışkanlığı kendi âdetlerine benzer olduğu için