Ахмет Мидхат

Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi


Скачать книгу

kızın korunmasını gerekli görüyordu. Ancak kabile halkının çoğunluğunun tersine hareket de mümkün olamayacağından o da neticeyi bekliyordu. Ama Moşamol’dan zikredilen saksağan işaretini alıp da onun da kızı kurtarmak tarafını tercih ettiğini anlayınca vahşilere:

      “Aman durunuz! Ses çıkarmayınız! Dinleyiniz! Beni de bekleyiniz.” tembihleriyle kendisi saksağan tarafına doğru birkaç adım attı. Saksağan ürkerek konduğu daldan uçtuysa da yiyecek ümidi ile uzağa gidemeyip biraz daha ötedeki ağaca kondu. Orada da ötmeye devam ediyordu.

      Maradangal saksağanı epeyce dinledikten sonra cemaate dönerek dedi ki:

      “Ey cemaat! Boşuna, hiçbirinizin dediği olmayacak. İşte mabudumuz asıl kendi amacını saksağan vasıtasıyla bize açıkladı. Diyor ki, ‘O beyaz derililer benim cinsimden değildirler. İnsana benzemezler. Kusurludurlar. Bahusus ki bu beyaz derili bir karıdır. Karı olduktan sonra Kızılderili bile olsa kurban olamaz.’ ”

      Maradangal’ın bu sözü bir anda tartışmaya son verdi. Bütün kabile halkı saksağan vasıtasıyla mabudun gönderdiği emre itaat edilmesi gerektiğine hükmettiler. Hele Rikalda bu hâlden fazlasıyla memnun olarak ve bu işin de asıl Moşamol yardımıyla meydana geldiğini anlayarak onun yanına sokulup özel bir şekilde teşekkür etti.

      Bu kızın kurban edilmeye salahiyeti olmadığı anlaşıldıktan sonra kendisini ne yapmak gerekeceğine dair Kadagoz, Fardiç, Aralda, Rikalda, Moşamol ve Maradangal arasında bir söz daha açıldı. Kabilenin muteberlerinden birkaçının daha katılmasıyla söz epeyce uzadı gittiyse de bir neticeye varılamadı. Zira Rikalda bu kızı bir kere “Himaye edeceğim.” demiş olduğundan, onun himaye hakkını inkâra bir sebep ve imkân olamadığı gibi bu vahşiler arasında ihtiyarlık, sakatlık veyahut bayağı lüzumsuzluk sebebiyle bakımı beyhude olanların kafasına topuz darbesiyle öldürmek âdet idiyse de şu bulundukları mahalde şimdiki hâlde yeni yiyeceğe de pek ihtiyaç olmadığından bu idam âdetine uymaya da yol bulunamadı. Maradangal kızı sahiplerine iade ile bir hayli hediye alınmak tarafını tercih ettiğinde Rikalda kızgın bir bakışla hürmetli fazılı, bu görüşünde de pişman etti. Nihayet yine Moşamol’un bir sözü makul görüldü. Demişti ki:

      “Canım beş altı yüz nüfusun geçinebildiği bir yerde böyle bir kızdan günde iki üç meyveyi esirgeyecek değiliz ya! Bu beyaz derili kızların sesleri güzeldir. Güzel dans ederler. Kendisine şarkı çağırttırırız, dans ettiririz, bir eğlencemiz olur vesselam…”

      İşte, kaldı ki geçici olsun Moşamol’un bu sözü cemaat tarafından kabul olunarak mağaralara dönüş için yola düzülmeye başladılar. Biçare kız ise zaten oraya açlık niyetiyle uğramıştı. Bir iki saattir tutulduğu korku ve endişelerin de vermiş olduğu yorgunlukla âdeta takatten kesilmişti. Moşamol’dan bir miktar yiyecek istedi. Moşamol beraberlerinde bulunan kumanyadan kıza istediği kadar yedirip içirerek biraz kuvvetini toplamasına yardım ettikten sonra gayet aheste bir yürüyüş ile tüm cemaat yola düzüldü.

      Yol esnasında Moşamol kız ile konuşma ve sohbete devam ediyordu. Pederinin ismi Johnsonser olduğu için kendisine de pederin adına nispetle Miss Johnsonser denildiğini ve asıl vaftiz ismi ise Mariya olduğunu anlatıyordu ki vahşiler kızın neler söylediğini Moşamol’dan sordukları zaman Moşamol kızdan aldığı haberleri bunlara aynıyla bildirecek olsa heriflerin hiçbir şey istifade edemeyeceklerini bildiğinden Miss Johnsonser’in sözlerini kendine göre değiştirerek:

      “Zavallı kızcağız! Ne diyecek? Kendi hakkındaki ilk suikastınızı anlayamamış ve bilmiyor ki, sizin için kötü bir şey söylesin. Diyor ki, ‘Bu kabile halkı ne kadar merhametli adamlarmış! Ne cömert insanlarmış! Cümlesi beni büyük bir nezaketle karşılıyor. Yedirip içirip karnımı doyurdular. Şimdi de alıp ikametgâhlarına götürüyorlar ki beni orada misafir edecekler.’ İşte, kızcağızın söylediği sözler bunlardır.” diye vahşilerin kız hakkındaki iyi düşüncelerini artıracak yolda sözler söylüyordu. Ama bu söylediklerinden derhâl kızı da haberdar ediyordu. “Ben sizin için şöyle söylüyor idim. Siz de onların yüzlerine tebessümle bakarak kendilerinden vahşi görünmemelisiniz.” talimatını vermekten de geri durmuyordu.

      Kervanın bu akşam mağaralara dönüşü hem hususi hem de dikkat çekiciydi. Bütün kervan halkı Miss Johnsonser’i daha yakından görmek için, ileride iseler gerilemek ve geride iseler ilerlemek kaydında bulunuyor, hele Fardiç ile Rikalda kızın yanından bir türlü ayrılamıyorlardı.

      Bazıları beyaz derililerin vücudu yumuşak mıdır, katı mıdır anlamak için parmağını kızın eline, ensesine, yanağına filanına bastırıp, hele bazıları beyaz derililerin kendilerine mahsus bir kokusu varsa anlamak için kızın vücuduna bastırdığı parmağı koklamaya kadar cehalet ve vahşet gösteriyorlardı.

      Moşamol’un bir sorusuna cevap vermek için kızcağız ne zaman ses çıkaracak olsa, yanında bulunan vahşiler büyük bir ciddiyetle ona kulak verip sesinin nasıl olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. Bazıları da kızın ağzından kapabildikleri bir kelime Fransızcayı bin defa tekrarla kendi lisanlarına asla benzemeyen bu lisanı mutlaka vahşiler lisanıdır diye küçümsemeye kadar varıyorlardı.

      İşte bu suretle üç saat kadar yürüdükten sonra Fardiçar Azteklerinin asıl ikametgâhlarına gelmiş oldular ki vardıklarında artık gece çökmüş olduğundan ve geceleri erken yatmaksa vahşilerin bir alışkanlığı dolayısıyla her ne kadar Rikalda şu beyaz derili kıza biraz şarkılar okutarak danslar ettirmek istediyse de kızın yorgun ve misafir olmasından, asıl vaktin fazlasıyla geçmiş olmasından, uyku zamanının girmiş bulunmasından, kızcağız bu zahmetten kurtulmuş oldu.

      Vahşilerde bir aile halkının öyle ayrı ayrı hücrelerde yatma alışkanlığı yoktur. Aile üyelerinin tamamı bir yuvada yatarlar. Bazen birkaç aile bir mağarada yaşar. Ancak böyle birçok adamın bir yerde yatması Avrupa medeniyetince ayıplandığı hâlde işbu vahşilerce böyle bir şeye de lüzum yoktur. Ayıp denilen şey onun içinde ve düşüncesinde olan bir şeydir. Bir şeyde nefrete sebep bir hüküm bulunmadıktan sonra ayıp aramaya gerek kalır mı?

      Bizce gayet ayıp olan şeylerden sayılan birçok hâl, Amerikalılar gibi vahşiler nezdinde değil; Arap ve Kürt gibi bazı bedeviler nezdinde bile pek de ayıplardan sayılmaz. Onlarca da birçok adamın yalnız bir çadır altında yatmalarından pek utanılmaz. Zira gerek vahşilerde ve gerek bedevilerde uyku denilen şey insanın kendisinden ayrıldığı öyle fevkalade bir hâldir ki, uyku hâlinde bir düşman o adama kastedemediği gibi, bir hırsız da malına el uzatamaz. Hatta vücudunda bazı hâller meydana gelse bile hiç kimse gözünü kaldırıp bakamaz. Her zamana, her mahalle göre bir edep, bir terbiye vardır ki, o zamanın ve o yerin usulüne göre insanların rahatı neyi gerektiriyorsa her şey onun üzerine inşa edilmiştir.

      Tufanın ardından Hz. Nuh’un, uyku esnasında bazı mahrem azalarının açılabilmesi o zamanın giyim kuşam kurallarına göre mümkün imişse de, bakmamak gereken şeye bakmanın Allah katındaki cezası da ebedî bir yüz karalığı ile tayin olunmuştur ki, bu hassas ve hikmetli noktanın şöyle vahşi bir âlemde de görülmesi gerçekten hayret edilecek bir durumdur.

      Moşamol ne kadar olsa Avrupalıların yaşantısını bildiği ve bir genç kızın yattığı odada başkasının yatmasının uygun olmadığını biliyordu. Dolayısıyla mağara içinde şöyle ufak ve fırın gibi derince bir yerin beyaz derili kıza tahsisini Âfitâb-zâde Fardiç’ten müsaade etti. Onun izin vermesiyle oraya en yumuşak otlardan naklederek Miss Johnsonser’in nazik vücudu için mümkün mertebe yumuşak bir yatak vücuda getirdi. Kendisi de bu yatakhanenin girişinin önüne uzanıp yatmıştı. Moşamol’un beyaz derili kıza bu suretle yaklaşması vahşİler nezdinde hiçbir kuşkuya sebep olmazdı. Buna rağmen Miss Johnsonser ile Moşamol nazarında bu