Jia Zheng. “Sana göz kulak olması gereken onca insan nerede? Sen etrafta koşuştururken onlar eğlenmeye mi gittiler?”
Okula giderken Huan’a eşlik eden hizmetkârlara seslenirken, Jia Huan babasının öfkesini kendi kötü niyeti için kullandı.
“Öncelikle bir yere koşuşturmuyorum, baba; intihar eden hizmetçinin cesedini gördüğüm kuyuya geri gidiyordum. Kafası kocaman olmuş, bütün vücudu sudan şişmişti. O kadar korkunçtu ki dayanamayıp kaçtım.”
Jia Zheng dehşete kapıldı.
“Ne diyorsun sen? Kim intihar etti? Ailemizde hiç görülmemiş bir şey bu! Ailemiz çalışanlarına karşı her zaman hoşgörülü ve nazik davranmıştır. Bu bizim geleneğimizdir. Galiba son yıllarda ev meseleleriyle ilgilenmeyi ihmal ettiğim için oluyor bunlar. Sorumluluğu olanlar yetkilerini kötüye kullanma cüreti gösteriyorlar ve sonunda böyle korkunç bir şey meydana geliyor, masum biri canından oluyor. Bu bir duyulsa, atalarımız için ne büyük bir utanç olur!” Sonra Jia Lian, Lai Da ve Lai Xing’i çağırdı.
Birkaç hizmetkâr onları getirmeye giderken, Huan ileri atılıp diz çöktü, babasının ceketinin eteklerine yapıştı.
“Bana kızma, baba!” diye yalvardı. “Wang Hanım’ın odasındaki hizmetçilerden başka kimsenin haberi yok. Annem dedi ki…”
Sustu ve etrafına baktı; Jia Zheng hemen anladı ve bir işaretiyle etraftaki hizmetkârları gönderdi. Jia Huan neredeyse fısıltıyla sözlerine devam etti.
“Annem, önceki gün Wang Hanım’ın odasında ağabeyim Baoyu’nün hanımefendinin Jinchuan adlı hizmetçisine tecavüz etmeye kalktığını söyledi. Kız izin vermeyince, Baoyu onu dövmüş. Jinchuan o kadar üzülmüş ki kendisini kuyuya atıp boğulmuş…”
Öfkeden yüzü korkunç bir altın varak rengine dönen Jia Zheng, Huan daha cümlesini bitiremeden haykırdı.
“Baoyu’yü getirin! Hemen!”
Çalışma odasına doğru giderken karşısına çıkan herkese bağırdı.
“Eğer bu sefer de biri beni durdurmaya kalkarsa, evimi, mülkümü, bakanlıktaki görevimi ve sahip olduğum her şeyi ona ve Baoyu’ye devredeceğim! Bundan sonra bu çocuktan ben sorumlu değilim! Bütün bu endişelerden ve perişanlıktan geriye kalan azıcık saçımı da kazıtıp, bir manastıra çekilecek ve ömrümün sonuna kadar orada kalacağım. Belki o zaman böyle canavar bir evlat yetiştirip atalarımı utandırmanın sorumluluğundan kurtulabilirim!”
Onu çalışma odasında bekleyen sekreterleri ve kıdemli uşakları, yine Baoyu’ye öfkelendiğini anlayıp yüzlerini ekşiterek, parmaklarını ısırarak ya da dillerini dışarı çıkararak birbirlerine baktılar, odadan çıktılar. Jia Zheng hışımla içeri girip bir sandalyeye dimdik oturdu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu, yüzü yaşla ıslanmıştı. Nefesi tekrar düzene girince, bağırarak emirlerini sıraladı.
“Baoyu’yü buraya getirin! Bir de bambu sopa bulun. Onu bağlamak için ip getirin. Avlu kapılarını kapatın. İçeriye haber götüren olursa vurun!”
Uşaklar emirlerini yerine getirmek için koşuştular. Birkaç hizmetkâr da Baoyu’nün yanına gitti.
Başkâhyayı geçirmeye giderken Jia Zheng’ın “Burada bekle!” deyişinin hayra alamet olmadığını bilen Baoyu, başına bir şeylerin geleceğini tahmin ediyordu ama Jia Huan’ın kötü niyetli müdahalesinin sonucunda bunun ne kadar büyük olacağını bilmediğinden, babasının onu bıraktığı yerde bekliyor; içerideki hanımlara haber göndermek için oralardan geçen birilerini görmeyi umuyordu. Ama gelen giden yoktu. Her zaman, her yerde olan Mingyan bile ortalarda görünmüyordu. Sonra birden dualarının karşılığını aldı ve yaşlı bir dadı çıkageldi. Ne sevgili, ne değerli bir kadıncağızdı bu ya da ona öyle görünmüştü. Hemen fırlayıp kadına yapıştı.
“Çabuk!” dedi. “İçeridekilere Beyefendi Zheng’ın beni döveceğini söyle! Çabuk! Çabuk! Git, ihtar et! Git!”
Kısmen heyecandan lafları ağzında gevelediğinden, kısmen de yaşlı kadın çok az duyduğundan söylediği hemen hiçbir şey anlaşılmadı; sadece “ihtar” sözünü “intihar” diye anlayan kadın, gülümseyerek onayladı.
“Bunu kendisi istedi, küçük bey.” dedi onu yatıştırmak ister gibi. “Siz bunun için kendinizi üzmeyin!”
Bir de sağırlıkla başa çıkması gerektiğini fark eden Baoyu deliye döndü.
“GİT VE HİZMETKÂRLARIMI ÇAĞIR!” diye bağırdı.
“Bitti artık. Hanımefendi hem gümüş hem de kıyafet verdi. Siz canınızı sıkmayın.” dedi kadın.
Baoyu sabırsızlıkla ayaklarını yere vurup duruyordu. Ona derdini nasıl anlatacağını kara kara düşünürken, Jia Zheng’ın adamları gelip onu zorla çalışma odasına götürdüler.
Odaya girince Jia Zheng alev saçan ve kan çanağı gibi gözlerini ona çevirdi. Dışarılarda sorumsuzca gezip, bir tiyatro oyuncusuyla hediye alışverişi yapmasını, evde derslerini ihmal edip annesinin hizmetçisine tecavüze kalkışmasını ve söyleyeceği diğer bir sürü şeyi unutan ve ona kendisini savunma fırsatı bile vermeyen Jia Zheng adamlarından iki şey istedi.
“Ağzına bir şey tıkayın! Öldüresiye dövün!”
Hizmetkârlar itaat etmemeyi göze alamazlardı. İkisi Baoyu’yü kanepeye yüzüstü yatırdı, üçüncüsü de bambu sopayla poposuna vurmaya başladı. Yaklaşık bir düzine darbeden sonra Jia Zheng, infazcının yeterince sert vurmadığına kanaat getirip, onu sabırsızca tekmeleyerek kenara itti, elinden sopayı alıp dişlerini sıkarak, zaten daha önce vurulmuş olan yerlere sopayı acımasızca indirmeye başladı.
O anda sekreterleri Baoyu’nün hayatının ciddi şekilde tehlikede olduğunu hissederek müdahale etmeye geldiler ama Jia Zheng onlara kulak asmadı.
“Sorun bakalım, yaptığı şey affedilebilir miymiş?” dedi. “Zaten sizin gibilerin verdiği cesaretle bu hâle geldi. İşler bu noktaya gelince araya giriyorsunuz. Bizi de öldürmesini beklememi istiyorsunuz herhâlde. O zaman da araya girecek misiniz?”
Verdiği cevaptan kendinde olmadığını anladılar. Konuşarak zaman kaybetmek yerine geri dönüp, içeriye haber gönderecek birilerini aradılar.
Wang Hanım durumu öğrenince kayınvalidesine söylemeye cesaret edemedi. Hemen üzerine bir şey aldı ve tek bir hizmetçiyle beraber dışarı fırladı; erkeklerin onu göreceğine aldırmadan çalışma odasına daldı; bu öyle ani bir dalıştı ki sekreterler ve orada bulunan diğer erkekler kenara bile çekilemediler.
Karısının gelişi Jia Zheng’ı daha da öfkelendirdi. Bambu Baoyu’nün perişan hâldeki vücuduna daha hızlı ve sert inmeye başladı. Belli ki Baoyu kendini kaybetmişti çünkü onu tutan hizmetkârlar hanımefendi içeri girince ellerini çekip kaçıştılar; zaten uzun zamandır kıpırdamıyordu. O zaman bile Jia Zheng vurmaya devam edecekti ama Wang Hanım sopayı elinden alıp ona engel oldu.
“Tamam!” dedi Jia Zheng. “Bugün hepiniz beni delirtmeye kararlısınız.”
“Baoyu’nün dayağı hak ettiğine hiç şüphe yok.” dedi Wang Hanım, gözyaşları içinde. “Ama bu kadar heyecanlanman iyi bir şey değil. Ayrıca Büyük Hanımefendi Jia’yı da düşünmelisin. Bu korkunç sıcakta kendisini iyi hissetmiyor. Baoyu’yü öldürmek senin için önemli olmayabilir ama onu nasıl etkileyeceğini bir düşün.”
“Bana böyle şeyler söyleme!” dedi Jia Zheng, küçümsercesine. “Zaten böyle bir canavara babalık etmekle hain bir evlat olduğumu kanıtladım ama geçmişte onu terbiye etmeye