sözlerle kendisini Baoyu’nün üzerine attı ve daha yüksek sesle ağlamaya başladı. Jia Zheng iç geçirerek bir sandalyeye çöktü ve o da ağlama nöbetine girdi.
Wang Hanım sıkı sıkı kenetlendiği bedeni incelemeye başladı. Baoyu’nün yüzü kül gibiydi, nefesi zor duyuluyordu. Yeşil ipekten, ince pantolonu o kadar kana bulanmıştı ki artık rengi ayırt edilmiyordu. Annesi hızla kuşağını çözüp pantolonunu çıkarınca, poposundan baldırlarına kadar her yerin ya kanlı açık yara ya da mosmor çürük içinde olduğunu gördü. Bir santim sağlam yer kalmamıştı. Bu manzara onu daha da fenalaştırdı.
“Ah benim oğlum! Talihsiz oğlum!”
Bir kere daha kontrol edilemez bir ağlama nöbetine girdi. Kendi sözleri ona kaybettiği oğlunu hatırlattı ve daha büyük bir acıyla onu çağırmaya başladı.
“Ah, Zhu! Zhu! Keşke hayatta olsaydın, yüz oğul kaybetsem aldırmazdım!”
Wang Hanım’ın gidişi iç dairelerdeki diğer sakinleri de ayağa kaldırdı; Li Wan, Xifeng, Yingchun, Tanchun ve Xichun yanına geldiler. Jia Zhu’nun adının anılması diğerleri için çok acı verici olmasa da onu duyan dul karısı Li Wan hıçkırarak ağlamaya başladı. Jia Zheng da derinden etkilendi ve koca koca gözyaşları yanaklarından süzüldü. Sanki hepsi beraber orada sonsuza kadar ağlayacak gibi görünüyorlardı; kimse yerinden kıpırdamıyordu. Ama tam o sırada hizmetçilerden biri “Büyük hanımefendi!” diye bağırdı ve dışarıdan titrek bir ses araya girdi.
“Önce beni öldür! Kökten temizlik olur!”
Annesinin gelişiyle olduğu kadar sözleriyle de rahatsız olan Jia Zheng onu karşılamak için dışarı çıktı. Yaşlı kadın küçük bir hizmetçinin omuzuna yaslanmış, koşmaya çalışırken nefes nefese kalmış başı bir o yana bir bu yana sallanıyordu.
Jia Zheng yüzünde eğreti bir gülümsemeyle kadının önünde eğildi.
“Böyle bir havada buraya kadar gelmene gerek yoktu, anne. Eğer bir emrin varsa, beni çağırtsaydın, gelirdim.”
Büyükanne Jia onun sesini duyunca durdu, bir süre nefesi düzelene kadar bekledi. Konuşmaya başladığında, sesinde alışılmadık bir tizlik vardı.
“Ah! Bana mı diyorsun? Evet, aslına bakarsan dediğin gibi bazı emirlerim var ama ne yazık ki bana hiç aldırmayan bir oğlum olduğundan, bunları söyleyecek kimsem yok!”
En hassas noktasından vurulan Jia Zheng annesinin önünde diz çöktü. Gözyaşlarıyla kesilen bir sesle cevap verdi.
“Böyle konuşmana nasıl dayanayım, anne? Ailemizin şerefi için oğlumu terbiye etmeye çalışıyorum.”
Büyükanne Jia nefretle tükürdü.
“Tek bir sert sözüme bile dayanamıyor, sızlanmaya başlıyorsun. Peki, Baoyu senin acımasız dayağına nasıl dayansın? Ailemizin şerefi için cezalandırıyorsun ama baban seni hiç böyle cezalandırdı mı, söyle bana. Tabii ki hayır.”
Şimdi kadıncağız da ağlıyordu.
“Üzme kendini, anne.” dedi Jia Zheng, zoraki bir gülümsemeyle. “Sinirlerime hâkim olamadım. Eğer öyle istiyorsan, bundan sonra onu asla dövmeyeceğim.”
“Sinirini benim üstümde denemeye kalkma!” dedi Büyükanne Jia. “O senin oğlun. Dövmek istersen bu sana kalmış. Eğer biz kadınlar sana engel oluyorsak, yolundan çekilir, seni rahat bırakırız.” Sonra refakatçilerine döndü. “Arabamı çağırın. Hanımınız, ben ve Baoyu hemen Nanking’e dönüyoruz.”
Hizmetkârlar hemen harekete geçer gibi yaptılar. Sonra yaşlı kadın gelinine döndü.
“Artık ağlamana gerek yok!” dedi. “Şimdi daha genç olduğu için Baoyu’yü seviyorsun ama büyüyüp de önemli bir mevkiye geldiğinde senin annesi olduğunu unutacak. En iyisi onu sevmemek için kendini zorla da daha sonra acı çekmekten kurtul.”
Jia Zheng yüzüstü yere kapaklandı.
“Öyle söyleme, anne! Kendi oğlunu reddetme!” dedi.
“Tam tersi.” dedi Büyükanne Jia. “Asıl sen beni reddettin. Ama merak etme. Nanking’e döndüğüm zaman, burada sana engel olacak kimse kalmayacak. O zaman istediğin kişiyi dövebilirsin.” Sonra refakatçilerine döndü.
“Hadi, çabuk toplanın! Arabayı ve atları hazırlayın da bir an önce yola çıkalım!”
Jia Zheng kendini yerlere atıp secde ederek af diledi. Ama oğlunu azarlarken yaşlı kadının aklı torunundaydı; bu yüzden de oğluna hiç aldırmadan içeri girdi.
Gördüğü manzaradan bunun hiç de sıradan bir dayak olmadığını anladı. Mağdura karşı büyük bir acı, bunu yapana karşı da yeniden korkunç bir öfke duydu. Uzunca bir süre çocuğu sımsıkı kucaklayıp ağladı, sonra Wang Hanım, Xifeng ve Li Wan’in beraber teselli etme çabalarıyla biraz toparlandı. O sırada birkaç hizmetçi ve yaşlı kadın gelip Baoyu’yü ayağa kaldırmaya çalıştılar.
“Aptallar!” dedi Xifeng. “Gözünüz kör mü? Yürüyecek hâlde olmadığını görmüyor musunuz? Gidip içeriden yazlık, hasır yatağı getirin, onunla taşıyın.”
Dediği gibi yaptılar ve Hint kamışından örülmüş, uzun ve dar bir yatağı getirip Baoyu’yü üzerine yerleştirdiler. Sonra Büyükanne Jia, Wang Hanım ve diğerleri önden giderek, delikanlıyı Büyükanne Jia’nın dairesine taşıdılar. Annesinin kendisine çok öfkelendiğini iyi bilen Jia Zheng bir türlü yatışmamıştı ve her şeyi olduğu gibi bırakmak istemediğinden, grubun peşinden içeri gitti. Gözleri, şimdi gerçekten çok korkunç dövüldüğünü gördüğü Baoyu’den Wang Hanım’a yöneldi. Kadıncağız acı acı ağlıyordu, hıçkırıklarının arasına, “Ah çocuğum benim!”, “Oğlum!” nidaları karışıyordu. Sonra bu sözleri kesip, üzüntüsünün kaynağına çıkışmaya başladı.
“Neden Zhu yerine sen ölmedin? Zhu senin gibi babasını kızdırmazdı, ben de bu bitmeyen endişeden kurtulmuş olurdum. Sen de beni bırakıp gidersen, ne hâle gelirim ben?” Ardından “Ah zavallı çocuğum!” çığlığı atarak tekrar ağlamaya başladı.
Jia Zheng bunu duyunca yüreği yumuşadı, çocuğu bu kadar vahşice dövdüğüne pişman oldu. Yaşlı annesini teselli edecek sözler bulmaya çalıştı ama kadın gözünde yaşlarla ona saldırdı.
“Bir baba yanlış bir şey yapan oğlunu cezalandırabilir ama böyle değil! Neden gitmiyorsun? Öldüğünü gözünle görmeden için rahat etmeyecek mi?”
Jia Zheng saygıyla çekilmek zorunda kaldı.
O zamana kadar Xue teyze, Baochai, Xiren, Xiangling ve Xiangyun de gelmişlerdi. Xiren o kadar üzgündü ki herkesin içinde duygularını ifade edemiyordu. Herkes Baoyu’nün etrafına toplanmış, kimisi yelpaze sallıyor, kimisi su içmeye zorluyordu; onun yapabileceği bir şey yoktu. Kendisini gereksiz hissedip oradan ayrıldı, iç kapıdan çıkınca, hizmetkârlardan Mingyan’i bulmalarını istedi; neler olduğunu soracaktı ona.
“Beyefendi onu neden böyle dövdü?” dedi delikanlı gelince. “Kötü bir şey yapmıyordu ki. Neden zamanında bizi uyarmadın?”
Mingyan içerledi.
“Bu olurken ben orada değildim ki! Duyduğumda zaten dayak yemişti. Nedenini öğrenmek için elimden geleni yaptım. Beyefendiyi sinirlendiren iki konu var gibi görünüyor. Birisi, Qiguan ile ilgili, diğeri de Jinchuan ile.”
“Beyefendi bunları nasıl öğrendi?” diye sordu Xiren.
“Qiguan meselesinin arkasında Bay Xue var herhâlde.” dedi Mingyan. “Bay Xue onu öyle kıskanıyordu ki başka