yazmıştı ve bir başka dörtlüğe hazırlanıyordu ama bütün vücudunun ateşler içinde olduğunu ve yüzünün yandığını fark etti. Makyaj masasına gidip aynanın ipek örtüsünü kaldırdı. Yanaklarının şeftali çiçeklerinden daha kırmızı olduğunu gördü ama bunun ciddi bir hastalığın ilk belirtileri olduğunu fark etmeden, elinde mendillerle yatağına gidip rüyalarda kayboldu.
Daiyu ve mendillerinden Xiren’e dönelim. Hatırlanacağı gibi kitap almak üzere Baochai’e gönderilmişti. Oraya vardığında, Baochai Bahçe’de değildi, annesine gitmişti. Eli boş dönmek istemediğinden geri gelmesini bekledi. Kız birinci saatin başında geldi. Ağabeyini gayet iyi tanıyan Baochai, daha hiçbir şey duymadan da Baoyu’nün başına gelenlerde onun parmağı olduğundan şüphelenmişti. Xiren’in söyledikleri de zaten var olan şüpheyi doğrulamıştı. Ama Xiren, Mingyan’den duyduklarını aktarmıştı; Mingyan hiçbir kanıtı olmadan sadece tahminlerini söylemişti. Herkesin kafasında şüphe olarak başlayan şey kesinliğe dönüşmüştü. İşin tuhafı, geçmişte yaptıklarıyla ondan şüphelenmelerine neden olan kötü ününe rağmen bu sefer gerçekten tamamen masumdu ama herkes onun suçlu olduğuna sarsılmaz şekilde inanıyordu.
Bu yanlış anlamanın muhatabı olan Xue Pan, o gece dışarıda âlem yaptıktan sonra, eve sarhoş döndü. Annesini selamladı, kız kardeşinin de orada olduğunu görünce ona da tutarsız bir şeyler söyledi. Sonra birden aklına bir şey geldi.
“Baoyu’nün başı derde girmiş.” dedi. “Ne oldu?”
Bu kadarı Xue teyze için çok fazlaydı. Zaten için için kaynayan kadın öfkeyle patladı.
“Utanmaz hain! Ne yüzle bunu sorabiliyorsun? Senin başının altından çıktığını bal gibi biliyorsun.”
Xue Pan hayretler içinde kadına bakakaldı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Masum numarası yapma bana!” dedi annesi. “Herkes senin söylediğini biliyor.”
“Ah, demek herkes benim birisini öldürdüğümü söylese, ona da inanacaksın.”
“Kardeşin bile senin yaptığını biliyor. Herhâlde ona da yalancı demeyeceksin.”
Baochai hemen lafa karıştı.
“İkiniz de bağırmayın! Biraz daha sakin olursanız, doğruya varma şansınız olur.” dedi ve ağabeyine döndü. “Senin suçun olsa da olmasa da her şey yaşandı, bitti. Şimdi bağrışmanın bir yararı yok. Benim sana tavsiyem, bundan sonra haylazlık yapma ve başkalarının işlerine karışma. Sen böyle yaptıkça bir gün bir şeylerin olacağı kesin. Öyle düşüncesiz bir yaratıksın ki bir şey olduğunda, masum da olsan insanlar hemen senden şüpheleniyorlar. Ben bile!”
Xue Pan bütün hatalarına rağmen içten ve dobra bir adamdı; bir meseleden devekuşu gibi kaçmaya alışkın değildi. Baochai’in haylazlık konusundaki eleştirisi ve kendi patavatsızlığı yüzünden Baoyu’nün dayak yediği konusunda annesinin ısrarı sabrını taşırdı. Heyecanla fırlayıp, masum olduğuna dair en ciddi ve büyük yeminler ederek karşı çıktı.
“Hakkımda bu hikâyeleri uyduranı bir elime geçirirsem!” diye bağırdı. “Suratını dağıtacağım! Baoyu’ye yaranmak için beni şamar oğlanı olarak kullandıkları çok açık. Kim ki o? Deva Kral mı? Ne zaman babası birkaç fiske vursa, bütün ev halkı günlerce ortalığı velveleye veriyor. Bir keresinde Zheng Enişte yaptığı bir şey yüzünden onu dövdüğünde, Büyük Hanımefendi Jia bunun altında Kuzen Zhen’in olduğuna hükmetmişti. Zavallı adamı apar topar karşısına getirtip azarlamıştı. Bu sefer de beni bu işe karıştırmak istiyorsunuz. Peki o zaman, umurumda bile değil! Gidip onu geberteyim, sonra bana ne istiyorsanız onu yapın!”
Böyle haykırarak kapının demirini kapıp tehdidini gerçekleştirmek için harekete geçti. Ama çılgına dönen annesi onu yakalayıp gitmesine engel oldu.
“Seni aptal yaratık!” dedi. “Kimi öldürmeye kalkıyorsun? Birini öldüreceksen benden başla!”
Xue Pan’in öfkesi öyle bir noktaya geldi ki gözleri yuvalarından fırladı.
“Ne saçma!” diye kükredi. “Hem gidip işini bitirmeme izin vermiyorsun hem de bu yalanları uydurarak beni kışkırtmaktan vazgeçmiyorsun. Bu çocuğun yaşamaya devam ettiği her gün benim dırdırlara ve yalanlara bir gün daha katlanmam demektir. En iyisi ikimiz de ölelim ve buna bir son verelim!”
“Biraz kendine hâkim ol!” dedi Baochai, annesinin onu zapt etme çabalarına katılarak. “Zavallı annemin ne kadar üzüldüğünü görmüyor musun? Her şeyi daha da berbat edeceğine onu sakinleştirmeye çalışman lazım.”
“Ah evet! Şimdi böyle söylüyorsun ama ona anlatıp bütün bunları başlatan sensin, değil mi?”
“Sen anca beni suçlarsın!” dedi Baochai. “Bu kadar düşüncesiz olduğun için senin hiç mi suçun yok, boşboğaz?”
“Düşüncesiz mi?” dedi Xue Pan. “Ya sorun çıkarıp duran Baoyu? Bir örnek vereyim sana. Önceki gün Qiguan ile aralarında olanı anlatayım. Belki onunla on kere karşılaşmışımdır ama bir kere bile bana yaranmaya çalıştığını görmedim. Ama Baoyu o gün onu ilk kez görmesine rağmen Qiguan ona kuşağını verdi. Bu da mı benim kabahatim?”
Annesi ve kardeşi çok öfkelendiler.
“Ne güzel bir örnek! İşte bu yüzden dayak yedi zaten. Şimdi söyleyenin sen olduğun anlaşılıyor.”
“Bu kadarı insanı deli etmeye yeter!” dedi Xue Pan. “Haksız yere suçlanmak değil beni çıldırtan, Baoyu için bu kadar kıyamet koparmanız!”
“Kıyamet koparan kim?” dedi Baochai. “Demiri kapıp gitmeye kalkışan sensin, şimdi bize mi diyorsun?”
Xue Pan, Baochai’in kendince haklılığını ve onu çürütmenin annesinden daha zor olduğunu görebiliyordu. Bu yüzden de onu susturacak bir şeyler bulmaya çalıştı; böylece itiraz edilmeden istediğini söyleyebilecekti. Bu, ağzından çıkanların ciddiyetini tartamayacağı kadar büyük bir öfkeyle birleşince, bağışlanamaz bir kinayeye yol açtı.
“Peki, kardeşim.” dedi. “Benimle tartışmana hiç gerek yok. Ben senin derdini iyi biliyorum. Annem, Bay Doğru’nun ağzındaki değerli taşla senin altın kolyenin çok uygun olduğunu bana çok önceleri söylemişti; tabii hâliyle şimdi sen Baoyu’nün boynunda taşıdığı o lanet şeyi görünce onu savunmak için elinden geleni yapıyorsun.”
Baochai önce öfkeden konuşamadı. Sonra annesine sarılıp ağlamaya başladı.
“Dediklerini duyuyor musun, anne?”
Kardeşinin gözyaşlarını gören Xue Pan çok ileri gittiğini fark ederek asık suratla kendi odasına çekilip yattı.
Kendisi de sinirden titreyen Xue teyze kızını yatıştırmaya çalıştı.
“Biliyorsun, bu canavar hep saçmalayıp durur.” dedi. “Yarın senden özür dilemesini söylerim.”
Baochai, annesini üzme korkusuyla dile getiremediği bir kırgınlık ve öfke içinde kalakaldı. Gözyaşları içinde iyi geceler dileyip Bahçe’deki odasına gitti ve bütün geceyi ağlayarak geçirdi.
Ertesi gün erkenden kalktı. Sabah bakımını yapamayacak kadar keyifsiz bir hâlde, sadece kendisine biraz çekidüzen verip annesine doğru yola koyuldu. Giderken, çiçek açmış bir ağacın altında kendi başına duran Daiyu’yü gördü.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Daiyu.
“Anneme.” diye cevap verdi, yoluna devam ederken.
Daiyu onun ne kadar keyifsiz