Bu divanın nezarete dönüştürülmesi sonucu adliye nazırı olmuştur. Bu dönemde Nizami Mahkemeler Teşkilatı’nı kurarak, bununla ilgili kanun ve nizamnameleri hazırlamıştır. Bu dönemde kendisi tarafından teklif edilen görüş çerçevesinde; Hanefi fıkhına dayalı bir kanun kitabının hazırlanması çalışmaları başlamıştır. Babıali’de oluşturulan Mecelle-i Ahkâm-ı Aliye Cemiyeti’nin başkanlığına getirilmiştir. İki sene içerisinde Mecelle’nin dört kitabını hazırlayıp neşretmiştir. 1870 yılında beşinci kitabı hazırlarken bu komisyonun başkanlığından alınmış ve Bursa valiliğine tayin edilmiştir. Fakat kısa bir süre sonra bu görevinden de alınmıştır. Ahmet Cevdet Paşa’dan sonra Mecelle-i Ahkâm-ı Aliye Cemiyeti’nin başkanlığına Gerdankıran Ömer Efendi getirilmiştir. Cemiyetin bu dönemde çıkartmış olduğu altıncı kitap büyük tenkitlere uğramıştır. Bunun üzerine Ahmet Cevdet Paşa tekrar cemiyetin başkanlığına getirilmiştir. Sekizinci kitabın hazırlandığı dönemde kısa bir süre bu görevinden alınarak Maraş valiliğine tayin edilmiş fakat on sekiz gün sonra tekrar Divan-ı Ahkâm-ı Adliye üyeliğine ve Mecelle encümeni başkanlığına getirilmiştir. 1873 yılında Şuray-ı Devlet azalığına daha sonra da Evkaf nazırlığına getirilmiştir. Aynı yıl Maarif nazırlığına getirilmiş ve bu görevde iken reform niteliğindeki düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur. Nur-ı Osmaniye Camii avlusunda modern usullere göre eğitim verecek “iptidaiye” adında bir ilkokul açmıştır. Darülmuallimin teşkilatı ise sıbyan, rüştiye ve idadi olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır.
Yine bu dönemde öğretmenlerden karma bir komisyon oluşturularak, ilkokullardan yüksekokullara kadar ders programları ve kitaplar hazırlattırılmıştır. Komisyon tarafından kendisine verilmiş olan “Kavaid-i Türkiye”, “Miyar-ı Sedâd”, “Âdab-ı Sedâd”, adlarıyla okullar için üç adet ders kitabı yazmıştır. “Kısas-ı Enbiya” adlı eserinin bir kısmını da Maarif nazırı olduğu dönemde yazmıştır. 1874’te Şuray-ı Devlet başkan yardımcılığına tayin olmuştur. 2 Kasım 1874 tarihinde Yanya valiliğine atanmıştır. 1875’te ikinci defa Maarif nazırı, daha sonrada Adliye nazırlığına getirilmiştir. Adliye nazırı iken Ticaret Nezaretine bağlı ticaret mahkemelerini Adliye Nezaretine bağlamıştır. 1876 yılında Rumeli teftişi ile görevlendirilmiş, döndüğünde nazırılık görevinden azledilmiştir. Suriye valiliğine atanmış fakat görevine başlamadan buradan alınıp üçüncü defa Maarif nazırlığına getirilmiştir. Daha sonra Adliye nazırlığına getirilen Ahmet Cevdet Paşa, bu dönemde Mecelle’yi tamamlamıştır. 1877’de Dâhiliye nazırı olmuş, 1878’de ise ikinci defa Suriye valiliğine atanmıştır. 1877 yılının Zilhicce ayında Ticaret ve Ziraat nazırı olmuştur. Haziran 1879 tarihinde Tunuslu Hayrettin Paşa’nın sadrazamlıktan istifası nedeniyle on gün süre ile bu görevi vekâleten yürütmüştür. 30 Kasım 1882 tarihinde Adliye nazırlığından ayrılmış ve üç yıl kadar resmî bir görev üstlenmemiştir. Bu dönemde “Tarih-i Cevdet”i tamamlamıştır. 11 Haziran 1886 tarihinde tekrar Adliye nazırlığına getirilmiş fakat kısa bir süre sonra bu görevinden ayrılmıştır. 1890’da ll. Abdülhamit tarafından Meclis-i Vükela üyeliğine getirilmiştir. Bundan sonraki dönemde resmî bir görev almayan Ahmet Cevdet Paşa ilmî çalışmalarına önem vermiştir. 26 Mayıs 1895 tarihinde İstanbul Bebek’teki yalısında vefat etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Türbesi haziresine defnedilmiştir.
İLMÎ KİŞİLİĞİ VE TARİHÇİLİĞİ
Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı kurum ve kuruluşlarına yeniden şekil verilmesi konusunda çalışmaların başladığı, farklı fikirlerin tartışıldığı bir dönemde yaşamıştır. Gelenekçi Türk-İslam kültürü ile yenilikçi Batı arasında senteze varmaya çalışmış, Osmanlı kurumlarının İslami esaslara dayandığını dikkate alarak her yönü ile Batılılaşmanın hem yanlış hem de imkânsız olduğunu düşünmüştür. Bu nedenle Batı taklitçiliğine ve maddeci felsefeye şiddetle karşı çıkmıştır. Ahmet Cevdet Paşa bütün icraatlarında Osmanlıcı-İslamcılığı sürdürmekle birlikte, metot olarak yenilikçiliği benimsemiştir. Batı âleminin pozitif bilimler, teknik ve yönetim alanlarındaki üstünlüğünü kabul etmiş ve Osmanlı kurumlarının bu yönleri ile Batı tarzında ıslahını savunmuştur. Avrupa kanunlarının ve kurumlarının olduğu gibi alınmasına şiddetle karşı çıkmış, İslami geleneklerin korunması gerektiğini savunmuştur. Bu bağlamda Avrupa’dan kanunların tercüme edilip alınması fikrini tasvip etmemiştir.
Ahmet Cevdet Paşa Osmanlı Devleti’nin buhranlı bir döneminde yaşamış bir devlet adamıdır. Onun yegâne gayesi, çöküş sürecine girmiş olan devleti kurtarmak ve bu yönde çaba harcamak olmuştur. Bu hedefini gerçekleştirmek için hem devlet yönetimindeki görevlerinde hem de ilmî çalışmalarıyla büyük gayret göstermiştir.
Âlim, edip, hukukçu, tarihçi olduğu kadar iyi bir devlet adamı olan Ahmet Cevdet Paşa’nın resmî görevleri onun ilmî cephesi için kayıp olmuştur. Fakat memlekete idari görevler yoluyla da önemli ve unutulmaz hizmetler yapmıştır. Döneminin önde gelen ilmî şahsiyetlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa, İslami ilimlerle birlikte Arapça ve Farsçayı çok iyi bir şekilde öğrenmiş, Emin Efendi adındaki bir hocadan Fransızca dersleri de almıştır. Böylece hem Doğu hem de Batı medeniyetlerini öğrenme ve değerlendirme imkânını elde etmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa, pek çok vasfının yanı sıra özellikle tarihe dair çalışmalarıyla Osmanlı tarihçiliğine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Tarihçilik, tarih felsefesi, metodolojisi bakımından eski vakanüvis tarihinden farklı, yeni bir anlayış ortaya koymuştur. İslam tarihçiliğinin ilmî tarihçilik ekolünü takip etmiş fakat bunun yanı sıra İran tarzı edebî tarihçilikle ahenkli bir terkibi gerçekleştirmiştir. Böylece eski tarihçilik ile yenisi arasında bir köprü görevi görmüştür. Ona göre tarihten beklenen, sadece bir olayın falan tarihte gerçekleştiğini bilmek değildir. Tarihten asıl amaç olayların doğruluk ve yanlışlığını bilmek ve gerçek sebeplerini öğrenerek bundan ders çıkartmaktır. Ona göre devletin yaşayabilmesi için de tarih ilminin önemi büyüktür. Devletlerin nizamlarını koruyabilmelerinin tarih ilmi ile sağlanabileceğini ifade etmiştir. Ahmet Cevdet Paşa tarih çalışmalarında sadece vaka yazarlığı yapmamış olayların arka planındaki sosyal ve ekonomik sebepleri araştırarak bir tarih felsefesi oluşturmuştur.
Tarih felsefesi ve metodolojisi konusunda İbn Haldun’un tesirinde kalmıştır. Ahmet Cevdet Paşa’nın Batılı tarihçilerden ne derece faydalandığı tartışmalı ise de İbn Haldun’un, onun tarihçilik anlayışında önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. İbn Haldun’un “beş tavır” nazariyesini Kâtip Çelebi, Müneccimbaşı, Naima gibi Osmanlı tarihçilerine benzer bir şekilde nakletmiş ve bütün devletler gibi Osmanlı Devleti’nin de kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve çöküş dönemlerinden geçeceğini fakat diğer Osmanlı tarihçileri gibi bunun değiştirilebileceğine dair kanaatini belirtmiştir. Osmanlı Devleti’nin gerilemesini, yükselme dönemindeki sınırlarının geniş olmasına bağlamış, fakat uzağı gören devlet adamları sayesinde devletin ömrünün uzatılabileceğini, hatta yeniden canlandırılabileceği fikrini savunmuştur.
Ahmet Cevdet Paşa tarihe dair eserlerinde kaynakları titizlikle değerlendirmiş ve bazılarını eleştirmiştir. Olayların sadece cereyan ediş şekillerini anlatmamış, aralarındaki sebep-sonuç ilişkilerini ortaya koyarak değerlendirmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, İbn Haldun’un ısrarla üzerinde durmuş olduğu olaylarda sebep sonuç ilişkilerinin göz önünde bulundurulması ve değerlendirilmesi prensibini çalışmalarında uygulamıştır. Osmanlı Devleti’nin çöküşünün 17. yüzyıldan başladığını, Tanzimat Dönemi ideolojisi paralelinde devletin restorasyona değil, reforma ihtiyacı olduğu görüşünü savunmuştur. Osmanlı