Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

Ocağı’nın kaldırılmasına kadar olan dönemini kapsamaktadır. Eserin kaynakları arasında tarih kitapları, arşiv kayıtları, resmî tezkireler ve hatıralar bulunmaktadır.

Tezakir

      Ahmet Cevdet Paşa’nın vakanüvisliği döneminde bizzat kendisininde içinde bulunduğu olaylara dair tutmuş olduğu notlardan oluşmaktadır. Bu eserinde dönemin siyasi, toplumsal ve ahlaki yönlerini anlatmıştır. Cevdet Paşa’nın dört ciltten oluşan bu eseri dönemin padişahı ve devlet adamlarının takdirini kazanmıştır.

Ma’ruzat

      1839-1876 yılları arasındaki olayları içeren bu eser, II. Abdülhamid’in emri ile yazılmıştır. Cevdet Paşa bu eserinin ismini padişaha sunması nedeniyle “Ma’ruzat” olarak koymuştur.

Kırım ve Kafkas Tarihi

      Kafkasya’nın tarihî coğrafyası ile burada yaşayan toplulukların etnografyasının yer aldığı bir eserdir.

Belağat-ı Osmaniye

      Ahmet Cevdet Paşa’nın okutmuş olduğu edebiyat dersine ait notlardan oluşturulmuş bir eserdir.

Kavaid-i Osmaniye

      Ahmet Cevdet Paşa’nın en önemli çalışmalarından biridir. Türkçe ile ilgili yayımanmış ilk gramer kitabıdır.

Divançe-i Cevdet

      Gençliğinde yazmış olduğu şiirlerin yer aldığı bir eserdir.

Mecelle-i Ahkâmı Adliye

      Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir heyet tarafından yazılmıştır. Bütün İslam devletlerinde İslam hukuku alanında hazırlanmış ilk kanun kitabı olma özelliğine sahiptir. Mecelle her ne kadar bir heyet tarafından hazırlanmış ise de eserin maddelerinin yazılmasından tamamlanmasına kadar en büyük pay Ahmet Cevdet Paşa’nın olmuştur.

      Ahmet Cevdet Paşa’nın ayrıca, “Medhal-i Kavaid”, “Kavaid-i Türkiyye”, “Miyar-ı Sedad”, “Adab-ı Sedad fi İlmil Âdab”, “Beyanü’l Unvan”, “Takvimü’l Edvar”, “Mecmua-ı Ahmed Cevdet”, “Mecmua-ı Âliye”, “Malumat-ı Nafia” ve “Hulasa-i Te’lifi’l-Kur’an” isimlerinde eserleri mevcuttur. Bunların bir kısmı okullarda ders kitabı olarak okutulmak amacıyla yazılmıştır.

Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa

      “Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa”, Ahmet Cevdet Paşa’nın hayatının son dönemlerinde yazmış olduğu bir eserdir. Kitapta Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar olan peygamberlerin kıssaları, İslam dininin ortaya çıkışı, Hz. Muhammed’in hayatı, ilk dört halife dönemi, Emevi, Abbasi dönemleri, Türk-İslam devletleri ve Osmanlı tarihinin bir bölümü yer almaktadır. Eserin tamamı on iki cüzdür. İlk altı cüzü Ahmet Cevdet Paşa’nın sağlığında basılmıştır. Eserin tamamı kızı Fatma Aliye Hanım tarafından 1331(1915) yılında on iki cüz hâlinde yayınlanmıştır.

      Eseri diğer İslam tarihi eserlerinden ayıran en önemli özelliği, Osmanlıca olarak son derece açık ve akıcı bir dille yazılmış olmasıdır. Bir tarih kitabı olduğu hâlde, üslubundaki bu akıcılık okuyucuyu kendine bağlar ve âdeta sürükler. Bu yüzdendir ki eser yıllar boyunca çok okunan ve birçok baskısı yapılan bir kitap olmuştur. Bu açıdan eser, dili ve kullanılan üslup bakımından çok sayıda yazar tarafından takdir edilmiştir.

      Ancak günümüz şartlarında insanların bu kıymetli eserden iyi faydalanabilmeleri için böyle bir çalışmayı yapma gereği duyduk. Çünkü “Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa” ile ilgili daha evvel yapılmış olan çalışmalara bakıldığında; bir kısmının dil yönünden günümüz Türkçesine göre ağır ve zor anlaşılır olduğu, bir kısmında ise İslam kültür ve tarihinde kullanılagelen bazı terimlerin dahi sadeleştirme ve çevirme yoluna gidildiği görülecektir.

      Bu nedenle sadeleştirme yapılırken kitabın aslına sadık kalınarak günümüzde kullanılan kelimeler ve bazı terimler aynen yazılmıştır. Okuyucunun daha kolay istifade edebilmesi için bazı terimlerin (Tenasûh, Hâcib, Hurûç, Gulat-ı Şia, Bürde-i Şerife… gibi.) ilk yazılışlarında anlamları da parantez içinde verilmiştir. Bu şekilde terimler korunarak anlam eksikliğinin önüne geçilmiştir. Aynı şekilde sadeleştirme yapılırken; Kostantiniyye, Re’sül-Ayn, Meyyafarikiyn, Amid, Rıha gibi şehir veya yer isimleri de tarihte kullanıldıkları isimleriyle zikredilmiştir.

      Ahmet Cevdet Paşa, kitabının konuları arasında vefat eden önemli şahsiyetlerden de bahsetmiştir. Bunu yaparken devlet adamlarının ve ulemanın kısaca şahsiyetleri, eserleri, inanç ve fikirleri gibi farklı yönlerini de dile getirmiştir. Bu şekilde bazı vefat edenler için kitapta yer alan Arapça dua cümleleri aynen yazılmıştır. Kitapta nadir de olsa bazı cümlelerin anlamı daha iyi anlaşılabilsin diye bir iki kelime eklendiği olmuştur. Bu eseri sadeleştirmede, “Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa”, Kanaat Matbaası, İstanbul-1331 Osmanlıca baskısı esas alınmıştır.

Prof. Dr. Zekeriya Akman

      BEŞİNCİ BÖLÜM ABBASİLER

      Geçen kısımlarda yazılanlardan anlaşılacağı gibi Arap kabileleri içerisinde en şereflisi olan Kureyş Kabilesi; on sülaleye ayrılmıştı. Bunlardan Abd-i Menaf’ın oğlu Haşim’in soyundan gelen Beni Abdü’l-Muttalib ile Abd-i Menaf’ın oğlu Abd-i Şems’in soyundan gelen Beni Ümeyye’nin nüfuz ve haysiyetleri fazla olduğundan, Kureyş’in diğer sülaleleri bu iki soyun başkanlığını kabul etmede tereddüde düşmemişlerdir. Emeviler nüfus bakımından kalabalık, kavmiyetçe de kuvvetleri daha fazla olduğu hâlde Abdü’l-Muttalib’in Zemzem Kuyusu’nu keşfetmesi ve meşhur Fil Yılı’nda Mekke başkanı olması gibi nedenlerden dolayı Haşimilerin şan, şeref ve haysiyyeti artmıştı. Kısacası Kureyş’in en şereflisi ve kuvvetlisi olan bu iki sülale, başkanlığa layık olma konusunda birbirlerine rakip idiler. İkisi ittifak edince diğerleri onlara uyarlardı.

      Muhammed’in (s.a.v.) nübüvveti, Beni Haşim içinde zuhur edince Haşimilerin şeref ve haysiyeti arttı. Akrabalık gayreti gütmenin yerine İslam kardeşliği geçti. Hicret’ten sonra Medineli sahabe Müslümanlar (ensar) da bu kardeşliğe dâhil olunca İslam’ın şan ve şöhreti arttı. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hicretinde Beni Haşim’in çoğunluğu Medine’ye hicret ettiğinden, Mekke, Beni Abd-i Şems’in elinde kaldı. Bedir Savaşı’nda onların ileri gelenleri öldüğünden Emevilerden Ebu Süfyan Mekke’nin başkanı oldu.

      Mekke’nin Fethi sırasında Ebu Süfyan ve oğulları, İslam ile müşerref oldular. Fakat akrabalık gayretkeşliği geride kalmış olduğundan, onlar şeref ve meziyet bakımından İslam’da öncelik sahibi olan seçkin ashaptan geride kaldılar. Ebu Süfyan ise peygamberlik güneşinin kendilerinden doğmuş olması hasebiyle Beni Haşim’in ve Beni Ümeyye’den daha az olan diğer sekiz sülalenin üstünlüğünü çekemezdi. Bundan dolayı Teym’den Hazreti Ebubekir’s-Sıddık’a biat olunduğu zaman Ebu Süfyan, Beni Teym’in sayısının azlığından söz ederek Hz. Ali’ye biat etmek istemişti. Fakat Hz. Ali (r.a.) kabul etmedi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) de Adiyoğullarının sayısına itibar etmeyip, bu soydan olan Hz. Ömer’in (r.a.) İslam’daki öncelik ve haysiyetine, iktidar ve ehliyetine bakarak onu halifeliğe aday olarak gösterdiği zaman ilk önce biat eden Hz. Ali (r.a.) olmuştur.

      Hazreti Ömer’in (r.a.) vefatından sonra halife seçimi, şûraya havale edilince, müşaveret sırasında hilafet, Beni Ümeyye’den olan Hz. Osman (r.a.) ile Beni Haşim’in en üstünü olan Hz. Ali (r.a.) arasında gidip geldiği hâlde hakem olan Abdurrahman İbni Avf’ın, Hz. Osman’ı (r.a.) tercih etmesi de Beni Ümeyye’nin nüfusunun çokluğundan değil idi. Çünkü akrabalık gayretkeşliği terk edilmiş ve unutulmuştu. Hz. Osman’ın (r.a.) halifeliği sırasında akrabası olan Eme-vi valileri, fazlasıyla mevki, makam ve memuriyetleri ele geçirdiler, buraları kötüye kullanmaya başladılar. Haşimoğulları