Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

Nasır İbni Seyyar âlim ve faziletli bir zat olduğundan ve Ömer İbni Abdülaziz’in tavsiyelerini de dikkate alarak, yukarıda geçtiği gibi Eşres’in dine girenler üzerinde bırakmış olduğu haracı kaldırdı. Heyecana gelmiş olan kamuoyunu bir dereceye kadar teskin edinceye dek Maveraünnehir seferleriyle uğraştı. Hâlbuki Horasan halkı, gizlice, gruplar hâlinde Abbasilere biat çağrılarına uymakta olduklarından, dış savaşlarla uğraşacak zaman değildi.

      Doğu şehirleri, böyle karışık bir hâldeyken batıdakiler de çeşitli karışıklıklarla çalkalanıyordu. Şöyle ki Tanca valisi düşüncesiz bir şahıs olup Berberilerin Müslüman halkını tutsak sayarak, beşte birine devlet tarafından el koyup onları köle yapmaya kalkışınca, yüz on yedi yılında halk ayaklanmıştı. O sırada Hariciler de türeyip içlerinden Ukâşe adında biri, emirü’l-müminin unvanını takınmış olduğundan, Hişam oraya çok sayıda asker göndermiş, pek şiddetli çarpışmalar olmuş ve iki taraftan çok sayıda kişi ölmüştü.

      Emevilerin doğuda ve batıda görülen uygunsuz icraatlarından dolayı Emeviye Devleti’nin değeri düşmekteydi. İşte bu durumlar, Abbasilerin çağrılarınn değer kazanmasına önemli bir sebep olmakla beraber bu manada konunun açıklanması gerekir. Fakat öncelikle Şiilerin imamet hakkındaki görüşlerini aşağıda geçeceği gibi kısaca açıklamakta yarar var.

      Şia’nın İmamet Hakkındaki Görüşleri

      Kelam âlimlerinin büyük kısmına göre hilafet gibi imamet de din ve dünya işlerinde genel başkanlık demektir. Bu nedenle Müslümanların işlerini gören kişiye Müslümanların imamı ve Hazreti Peygamber’in halefi denir ki halk arasında hakkın yerini bulması, yol ve geçitlerin güven altına alınması, sınırların korunması yanında ümmetin daha başka işlerini de görür.

      Resul-ü Ekrem’den (s.a.v.) sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali sırayla halife ve imam olmuşlardır. Ama gizlenmiş ve bir köşeye çekilmiş olan bir kişi her ne kadar aranan özellikler kendisinde bulunsa ve imamete hak kazanmış dahi olsa, Müslümanların işlerini görmek için bizzat seçilip tayin edilmedikçe bu manada ona imam ve halife denilmez. Ama sözlükte kendisine uyulan her kimseye imam denir.

      Fakat Şiiler, halife ile imamın arasını ayırarak farklı görürler. İmamın “masum”, “Haşimi” ve “Alevi” (Hz. Ali sülalesinden) olması gibi bazı hususları şart koşarlar. “İmamın bilfiil ümmetin işlerini görmesi şart değildir.” derler. Şu hâlde imamet ve hilafet, ancak Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan’da birleşmiştir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’da hilafet bulunup imamet bulunmaz. Hz. Hüseyin İbni Ali’de ise İmamet bulunup hilafet bulunmaz. İmamet bahsinde Şiiler, birçok fırkalara ayrılmış olup aralarında çok anlaşmazlıklar vardır.

      Zeydiyye fırkası; Hazreti Ali’yi bütün ashab-ı kiramdan üstün tutmakla beraber, üstün olanın hilafetini caiz sayarlar. Bu nedenle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilafetlerini kabul ederler. Daha önceki bölümde açıklandığı gibi yüz yirmi iki yılında Zeyd İbni Zeyne’l-Abidin ve bir yıl sonra oğlu Yahya öldürülmüşlerse de Zeydiyye mezhebi devam edip gelmiş, hâlen Yemen’de San’a ve çevresi bu mezheptedirler.

      Ama Şeyhayn, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’den yüz çeviren Şiiler ki onlara Rafiziyye ve imamiyye denilir; onlar da İsnâ Aşeriyye (on iki imama tabi olanlar) ve İsmailiyye fırkalarına ayrılmışlardır.

      İsnâ Aşeriyye fırkası imameti on iki kişiyle sınırlandırır ki Hazreti Ali İbni Ebu Talib, oğulları Hasan, Hüseyin ve ondan sonra Zeyne’l-Abidin İbni Hüseyin, Muhammed Bakır İbni Zeyne’l-Abidin, Cafer-i Sadık İbni Muhammed Bakır, Musa’l-Kâzım İbni Cafer-i Sadık, Ali Rıza İbni Musa’l-Kâzım, Cevad diye bilinen Muhammed Naki İbni Ali Rıza, Naki İbni Muhammed Takiy, Hasan Askerî İbni Ali Naki ve sonra Muhammed Mehdi İbni Hasan Askerî’dir.

      Bu on iki imamın beşincisi olan Muhammed Bakır’ın vefatı geçen bölümde anlatılmış, diğerleri de bundan sonra anlatılmak üzere kararlaştırlmıştır. On ikincisi olan Muhammed Mehdi, yeri gelince anlatılacağı üzere küçük iken Samarra’da kaybolmuştur. İsnâ Aşeriyye fırkası, onun o zaman gizlendiğine ve hâlâ hayatta olduğuna inanırlar ve onun ortaya çıkacağı günü beklemektedirler. İran halkı şu anda bu mezheptendir.

      İsmailiyye fırkası, “Cafer-i Sadık’tan sonra imametin, onun büyük oğlu İsmail’e geçmesi gerektiğini, İsmail ise babası sağ iken hayatını kaybettiğinden, imametin onun oğlu Muhammed’e ve ondan çocuklarına geçtiğini ifade ederler. İsmailiyye’nin imamları gizli olduğundan bu Muhammed İbni İsmail’e Muhammed Mektûm derler. İsmailiyye’nin itikatları küfre sebep olduğu ve başkalarından gizli tutulduğu için kendilerine Bâtıniyye denilir. Bunlar da ikiye ayrılmış olup, bir fırkası imameti, Muhammed Mektûm’dan Abdullah İbni Mehdi İbni Muhammed El-Habib İbni Caferi’l-Musaddık İbni Muhammedi’l-Mektûm İbni İsmail’e kadar götürürler. Bunlar, Afrika’da bir Şii devleti kuran Ubeydiyyûndur. Diğer bir fırkası da imameti Yahya İbni Ubeydullah İbni Muhammed Mektûm’a kadar götürür. Bunlar Karâmita’dan bir gruptur. Bu Karâmita’nın uydurduğu yalanlardandır. Zira Muhammed Mektûm’un Ubeydullah adında bir oğlu bilinmemektedir.

      İmamiyyenin bir fırkası da “Hazreti Ali’den sonra imam, onun oğlu Muhammed İbni Hanife’dir. O hâlen hayattadır ve Mehdi-i Muntazar1 odur.” derler. Bazıları da İbni Hanife’den sonra imametin Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) çocuklarına geçtiği inancındadırlar. Bazılarının nazarında Muhammed İbni Hanife’den sonra imamet, onun oğlu Ebu Haşim Ali’ye geçmiş, o da geçen bölümde işaret edildiği gibi ve bundan sonra da açıklanacağı üzere imameti, Muhammed İbni Ali Abbasi’ye bırakmıştır. O da etrafa davetçiler gönderip halkı gizlice davete başlamıştır.

      Abbasilere Çağrının Yayılması

      Daha önce geçen bölümde açıklandığı üzere Muhammed İbni Hanife’nin oğlu Ebu Haşim Ali, doksan dokuz yılında Şam’dan Hicaz tarafına döndüğünde, zehirlenerek köyünde vefat ettiği zaman imameti, Beni Abbas’tan Muhammed İbni Ali’ye bıraktı. Ondan sonra hilafet işinin Abbasoğullarına geçeceğini açıkladı. Bu konuda ne yapılması gerektiğini bildirdi. Bu sırrın gizli tutulması için uyarıda bulunmuştur. Irak ve Horasan halkından yanında bulunan Şia grubuna da hilafetin Abbasilere geçeceğini bildirmiş ve bundan sonra Muhammed İbni Ali’ye başvurulmasını tavsiye etmiş idi. Bunun üzerine Muhammed İbni Ali Abbasi, yüz senesinin başlarında çevreye davetçiler gönderdi, bu davetçiler hükûmetten sakınarak, gizlice davete başladılar. Bunlar imamlarını ele vermemek için onun ismini açıklamayarak “Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelende rıza…” deyip biat etmek üzere insanları davete başladılar. İmam Muhammed İbni Ali için on iki vekil ve ondan sonra yetmiş kişiyi seçtiler. Muhammed bin Ali de onlara özel talimat göndermişti.

      “Âl-i Muhammed’de rıza…” sözü her ne kadar belirsiz bir tabir ise de halka, özellikle Emevilerden nefret edenlere hoş geldi. Halk birbiri ardınca bu çağrıya uydu. Yüz iki yılı içinde bu davetçilerden bazıları Horasan’da yakayı ele verip tutuklanarak hapsolunmuşlarsa da kendilerinden bir ipucu alınamayınca bazı ileri gelenler tarafından bağışlanmaları talep edilip serbest bırakılmışlardır.

      Yüz dört yılında İmam Muhammed bin Ali Abbasi’nin Seffah adındaki oğlu yeni doğmuştu ki Abbasilere biate çağıranlardan bir grup Hamime’ye gelmişti. Muhammed bin Ali, oğlu Seffah’ı on beş günlük iken çıkarıp onlara göstererek, “İşte imamınız budur. İş onun elinde tamamlanacaktır. Siz de o zamana ulaşıp düşmanlarınızdan intikam alacaksınız.” demiş. Onlar da Seffah’ın ellerini öpmüşler ve Horasan’a dönmüşlerdir.

      Bu