gönderilen Ebu Avn-i Horasani, zilhicce ayında savaşarak Zur şehrini istila etti ve Musul bölgesine sahip oldu.
İbni Hübeyre’ye Şam’dan çok miktarda asker yardımı gönderilmiş olduğundan, çok büyük bir orduyla Kahtabe’ye karşı gidip Celûlâ’ya vardı. Eski hendek yerlerini açtırdı. Kahtabe ise oraya uğramayıp Hanikin tarafına geldi ve yüz otuz iki yılının muharrem başlarında, Dicle Nehri’ni geçerek doğruca Kûfe üzerine yürüdü. İbni Hübeyre hemen dönerek, Kahtabe’den evvel Kûfe’ye erişmek üzere o da Fırat Vadisi’ne yöneldi ve on beş bin askerden oluşan Şam birliğini ileri gönderdi. Kahtabe, Fırat kenarında bu birlik üzerine şiddetli bir hücum gönderdi, çok kanlı bir harp meydana geldi. Şam askeri bozuldu ve bozgun asker İbni Hübeyre’nin üzerine düşmekle o da bozulup silah, mal ve diğer eşyalarını terk ederek Vâsıt’a kaçtı. Bu kargaşalıkta Kahtabe de kaybolmuştu. Arandığı sırada cesedi bir kanal içinde bulundu. Oğlu Hasan babasının yerine geçip ordunun idaresini devraldı. İbni Hübeyre’nin hezimet haberi Kûfe’ye ulaşınca memleket altüst oldu. İbni Hübeyre’nin kaymakamı kovuldu, Kûfe şehri sahipsiz kaldı. Hasan İbni Kahtabe askeriyle gelip karşı konulmaksızın ve zahmetsizce Kûfe’ye girdi. Hemen Kûfe’de bulunan Abbasi davetçilerinin reisi olan Ebu Selemetü’l-Hallâl ortaya çıktı. Muhammed İbni Halid El-Kasrî’yi Kûfe’de kaymakam bıraktı. Kendisi Kûfe şehri dışında Hammâmü’l A’yen adındaki yerde ordugâhını kurdu. Etrafa memurlar gönderdiği sırada İbni Hübeyre ile savaşmak üzere Hasan İbni Kahtabe’yi de Vâsıt’a gönderdi.
Seffah’a Biat Edilmesi
Yukarıda geçtiği şekilde, Mervan memleketin dizginlerini tutmaktan âciz kaldığında, Emevi Devleti’nin çökeceği anlaşıldı. Bu durumda ise hilafetin Haşimoğullarına geçeceği tabiiydi. Haşimoğulları, Mekke’de toplanarak içlerinden kime biat edilmesi gerektiği hususunu kendi aralarında görüşürlerken, Mehdi ve Nefs-i Zekiyye diye lakaplanan Muhammed İbni Abdullah İbni Hasan El-Müsenna İbni Hasan İbni Ali İbni Ebu Talib hilafete en haklı ve en layık göründüğü için hepsi ona biat etmişlerdir. Abbasoğullarından Seffah’ın kardeşi olan Ebu Cafer Mansur İbni Muhammed Abbasi’nin de o mecliste bulunduğu ve Muhammed Mehdi’ye biat ettiği rivayet edilmiştir. Gerçekten Muhammed Mehdi gündüzleri oruçlu ve geceleri namazda olan pek yiğit, övgüye layık, güzel ahlaklı bir zat olduğundan hilafete ehil ve müstahak idi. Abbasi davetçileri, Muhammed soyunda rızaya davet edegeldiler. Hâlbuki Muhammed soyu denildiğinde zihinlere Fatıma evladından biri geliyordu. Şu hâlde Emevi Devleti’nin çöküşünde Muhammed Mehdi’nin hilafeti beklenen ve kararlaşmış gibiydi.
Ebu Müslim ise yukarıda olduğu gibi Abbasi davetini ilan edip halkı İmam İbrahim Abbasi namına davet etmek için ortaya çıkmış olduğundan adı geçen Mekke meşvereti hükümsüz kalmıştı. İmam İbrahim bu sırada Horasan Hapishanesinde ölmüş ve bir rivayete göre Mervan tarafından zehirlenmiş ise de vasiyeti gereğince kardeşi Ebu’l Abbas Es-Seffah onun yerine geçmiştir. Mervan sonradan Seffah’ın da hapsini gerekli görmüş ve haberci göndermişse de Seffah, daha önce oradan savuşmuştu. Şöyle ki Seffah; büyük kardeşi İmam İbrahim’in vasiyeti üzere kendisinden sekiz yaş büyük olan ağabeyi Ebu Cafer-i Mansur, kardeş çocukları, amcaları, amca çocukları ve diğer ev halkıyla birlikte, gizlice Hamime’den çıkıp Kûfe’ye gitmiştir.
O zaman Harran’da Mervan ve Irak’ta Yezid İbni Hübeyre gibi kuvvetli iktidara sahip bir vali var iken Beni Abbas’ın Kûfe’ye gelmesi çok tehlikeli bir hareket idi. Fakat Allah’ın himayesi ile yüz otuz iki yılı safer ayında sağ salim Kûfe’ye vardıklarında, Horasan halkından olan taraftarları, Hammâmü’l A’yen ordusunda idiler. Ordu komutanı da Muhammed soyunun veziri denilen Ebu Selemetü’l-Hallâl olup işlerin yürütülmesi onun elindeydi.
Ebu Seleme, Beni Abbas’ı bir evde oturtarak vekil ve komutanlardan bile kırk gün kadar gizledi. Horasan vekillerine, “İmam ne yaptı?” diye soranların kimine, “Henüz gelmedi.” kimine de “Acele etmeyiniz, onun çıkmasının zamanı değildir. Zira Vâsıt henüz fetholunmadı.” yollu boş özürler söylemiş. Meğerki İmam İbrahim’in vefatını duyduktan sonra niyetini değiştirerek hilafeti Hz. Ali’nin çocuklarına verme fikrindeymiş.
Orduda bulunan Şia taifesinden bazıları ise bir yolunu bularak duruma vâkıf oldular, on kadar reisleri Kûfe şehrine gelip gizlice İmam Ebu’l Abbas Seffah ile görüşmüşlerdir. Halifeliğini tebrik etmiş, ellerini ve ayaklarını öpmüşlerdir. Ebu Seleme buna vâkıf olunca o da ister istemez gelip Seffah’ın hilafetini tebrik etmiştir. Bu zamana kadar Ebu Müslim’e, “Emir-i Âl-i Muhammed” denildiği gibi Ebu Seleme’ye de “Vezir-i Âl-i Muhammed” denilirken bu muamelesinden dolayı Abbasi davetçileri nezdindeki nüfuz ve haysiyetini kaybetmiş, Seffah, ona kin bağlamıştır.
Yüz otuz iki yılı rebiülevvel ayının on ikinci cuma günü, sabahleyin bütün halk silahlanıp saf bağladı ve imamın çıkışını bekledi. Seffah da hanedan üyeleriyle beraber atlara binerek gelip camiye girdi. Minbere çıktı, uzun bir hutbe okuduktan sonra umumi biat gerçekleşti. Ondan sonra Seffah, amcası Davud İbni Ali’yi kaymakam olarak Kûfe’de bırakıp kendisi Hammâmu’l A’yen ordusuna gitti.
Mervan, önce yüz yirmi bin askerle Harran’dan çıkıp Zûr şehrinde bulunan Ebu’l Avn üzerine hareket ettiğinden, Ebu Seleme de Ebu’l Avn’a yardım için üç bin asker göndermişti. Seffah, bu defa kardeşinin oğlu İsa bin Musa’yı Vâsıt’a, İbni Hübeyre’yi kuşatan Hasan bin Kahtabe’nin yardımına, Yahya bin Cafer bin Sümam bin Abbasi’yi Medayin’de bulunan Hamid bin Kahtabe’nin yanına ve Ammar bin Yasir’in torunu Ebu’l-Yekzan Osman’ı Ehvazda bulunan Bessam bin İbrahim’in yanına gönderdi. Bu sırada, “Ehlibeytimden Mervan ile savaşa kim gidecek?” demiş ve bir rivayete göre, “Her kim giderse benden sonra halife odur.” diye teşvik etmiş. Hemen amcası Abdullah İbni Ali, “Ben giderim.” demiş. Onu da çok sayıda asker ile Şehr-i Zûr’a göndermiş. Bir iki ay kadar Hammâmu’l A’yen ordusunda kaldıktan sonra şehre gelip hükûmet konağı olarak Belde-i Haşimiyye şehrindeki valilik köşkünde karar kılmış ve hilafet bu şekilde Beni Ümeyye’den Beni Haşim’e geçmiştir.
Mervan’ın Bozguna Uğraması ve İdam Edilmesi
Şehr-i Zûr’a gönderilen Abdullah İbni Ali, Şehr-i Zûr ordusuna varmış, başkomutan olan Ebu’l Avn Horasani onu fevkalade bir hürmet ile kabul ederek başkomutanlık karargâhını eşyasıyla beraber ona takdim edip kendisi başka çadıra geçmiştir.
Mervan, yukarıda geçtiği gibi yüz bin kadar askerden oluşan bir ordu ile Şehr-i Zûr üzerine yürüyüp Zap Nehri’ne vardı, ordu kurdu. Abdullah İbni Ali de Ebu’l Avn ile beraber ona karşı durdu. Mervan, her ne kadar harp işlerinde mahir ve tedbirli bir adam ise de talihi aleyhine dönmüş olduğundan bu sefer yaptığı tedbirler hep yanlış neticeler verdi. Askeri çok ise de ordusunda tam tesirli maneviyat yoktu. Cemaziyelahir ayı başlarında Zap Nehri üzerine köprü kurdu ve sanki belasını arayarak karşı yakaya geçti. Abdullah bin Ali ile Ebu’l Avn ise yirmi bin gönüllü ile şiddetle hücum ettiklerinde Mervan’ın ordusu bozguna uğradı. Mervan kaçarak nehri geçip köprüyü kırdı. Askerlerin birçoğu kılıçtan geçti ve daha fazlası nehirde boğuldu. Ordusunun bunca mal, silah ve diğer eşyaları hep Abdullah bin Ali’nin elinde kaldı. Bu hezimetten sonra Mervan, Musul’a geldi. Fakat Musul halkı onu kabul etmeyip, “Ey bozuk, ey kötü adam! Allah’a hamdolsun ki senin devlet ve saltanatını yok etti ve bize peygamberimizin ehlibeytinden halife verdi!” diyerek Mervan’a sövdüler. Mervan, bu acı sözleri işitince Dicle’den öbür tarafa geçerek Harran’a gitti.
Mervan, Kur’an’ın mahluk olduğunu söyleyen Ca’d bin Dirhem’den ders almış olduğundan Ca’dî diye lakaplanmıştı. Bunun üzerine bu defa Musul halkı, Mervan’a sövmek