Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

bunlara Bermekiler denilir. Seffah’ın amcası İsa bin Ali, emir olarak Fars’a gitmiş ise de Ebu Müslim, bütün doğu beldelerini benimsemiş olduğundan özel talimatla göndermiş olduğu Muhammed bin El-Eş’as daha evvel Fars’a varmış ve İsa’yı savıp göndermiştir.

      Seffah, şurada burada zuhur eden asi ve Haricileri kahredip dağıttı. Vâsıt’ı da fethettikten sonra Şam ve Irak’ta kendisine karşı gelen, sıkıntı veren kalmamışsa da mülk ve saltanatında tamamıyla müstakil değil idi. Zira Ebu Müslim ile haberleşip müşaveret etmedikçe bir mühim işi kestiremezdi. Horasan nakiplerinden olup, Seffah’ın veziri bulunan Ebu Cehm İbni Atıyye, Ebu Müslim tarafından görevlendirilen bir casus idi. Seffah’ın yanında bulunan askerlerin çoğu ve kumandanları dahi Ebu Müslim’e Seffah’tan ziyade muhlis ve sadıktılar.

      Bir de Ebu Müslim’in babası olan Selit’in annesi, Abdullah bin Abbas (r.a.) Hazretleri’nin cariyesi olduğu hâlde Selit’i doğurmuş ve Abdullah ona zina cezası uygulamış, Selit’i köle olarak kullanmış iken Selit’in, bir aralık Abdullah’ın sülbünden doğmuş olduğunu iddia ile Ali bin Abdullah’a çok eziyet etmiş olduğu tarih kitaplarında yazılıdır. Mademki vaktiyle Selit öyle bir dava söylemiş, oğlu Ebu Müslim’in de Abbasoğullarından olmak iddiasıyla hilafet davasına kalkışmasından korkulmaz değildi. Kısacası Abbasoğulları, Ebu Müslim’e dair şüphe içindeydiler. Hatta Seffah’ın kardeşi Mansur, bir aralık Müslim’in öldürülmesini teklif etmişken Seffah kendi devletinin kurulmasına sebep olan bir kahramanın idamı derecesine kadar gidememişti. Seffah’ın Kûfelilere güveni olmadığından, bir müddet Kûfe’de ikametten sonra Hire’ye naklolundu. Daha sonra yüz otuz dört yılı zilhiccesinde Enbar’a naklolunarak orada ikamet eder oldu.

      Yüz otuz beş yılında Ziyad İbni Salih Maveraünnehir’de isyan etti. Ebu Müslim askerle Merv’den çıkıp onun üzerine hareket ederek Âmil beldesine vardı. Suba İbni Numanil-Ezdî de beraberinde idi ki Seffah onu Ziyad’a göndermiş ve bir fırsat bulup da Ebu Müslim’i öldürmesini emretmişti. Ebu Müslim bunu anlayınca Suba’yı Âmil’de hapsetti ve kendisi Salih’in üzerine gitti. Hâlbuki Ziyad’ın maiyetindeki askerler isyan ile dağılmış olduklarından, Ziyad bir köy muhtarının evine kaçmış, muhtar da onu öldürerek kesik başını Ebu Müslim’e getirmiştir. Bu suretle Maveraünnehir sıkıntısı bertaraf edilmiş oldu. Fakat Seffah ile Ebu Müslim arasındaki emniyetsizlik daha da arttı.

      Yüz otuz altı yılında Seffah, kardeşi Mansur’u Hicaz emiri olarak tayin etti. Ebu Müslim de bu yıl Seffah’tan izin alarak Hicaz tarafına gidip Mansur ile birlikte hac etti. Ebu Müslim, insanlara çok bahşişler verir, yollarda kuyular kazdırır ve birçok hayrat yaptırırdı. Onun gösteriş ve kudreti yanında Mansur pek küçük görünürdü. Bu da kendisine zor gelirdi.

      Seffah ise zilhiccenin on üçüncü günü yaklaşık otuz yaşında iken vefat etti. Kendisinden sonra kardeşi Ebu Cafer-i Mansur bin Muhammed ve ondan sonra kardeşinin oğlu İsa bin Musa bin Muhammed halife olmak üzere hayatta iken onları veliaht tayin etti, sözleşmeyi yazıp mühürleyerek İsa’ya vermiş idi. Vefatında İsa, Mansur adına insanlardan biat aldı ve durumu Mansur’a yazdı. Mansur ise hacdan dönmüş olduğundan İsa’nın isteği yolda kendisine ulaştı. Ebu Müslim ile diğer halk da ona biat ettiler.

      Tamamlayıcı olarak açıklandığı üzere Abbasoğulları, Nefs-i Zekiyye’den, yani Muhammed Mehdi İbni Abdullah’tan şüpheleniyorlardı. O da onlardan ürkmüş idi. Bu defa hac mevsiminde Beni Haşim gelip Mansur ile görüşmüş olduğu hâlde Muhammed Mehdi ile kardeşi İbrahim İbni Abdullah onun yanına uğramadılar. Mansur, bundan şüphelenerek Beni Haşim’e birer birer durumun esasını anlamak için sordu, çoğunluğu, “Nefs-i Zekiyye, nasılsa sizden ürkmüş ve can korkusu ile kaçmış, ondan size bir zarar gelmez.” gibi sözlerle özür beyan eylemişler. Fakat Hasan İbni Ali evladından Hasan İbni Zeyd İbni Hasan İbni Ali, Mansur’a, “Nefs-i Zekiyye’den emin değilim, fırsat bulunca senin üzerine kalkar.” demiş. Mansur da ondan sonra Muhammed Mehdi ile kardeşi İbrahim’i yoklama ve gözetlemekten geri kalmamıştır. Hâlbuki bu defa hilafetin kendisine verilmesiyle onları unutturacak büyük bir sıkıntıya rast gelmiştir.

      Şöyle ki Abdullah İbni Ali, bu yıl mükemmel bir ordu ile Bizans şehirlerine gaza edip elinde büyük kuvvet bulunduğundan hilafet davasına kalkışması akla geliyordu. Bundan dolayı Mansur, endişe ve telaş içinde idi. Durumu Ebu Müslim’e açtığında, Ebu Müslim, “Ben ona kâfiyim. Onun maiyetindeki askerin çoğu Horasan halkındandır. Onlar bana ondan daha ziyade sadıktırlar.” diyerek Mansur’a teselli verdi. Ebu Müslim’in biati Mansur’a büyük bir kuvvet olduğu hâlde bu şekilde yardım edeceği vaadini almakla müteselli olarak Ebu Müslim ile beraber Kûfe’ye geldi. Minbere çıktı, vaziyete uygun bir hutbe okudu. Ondan sonra Enbar’a gitti ve Seffah’ın hazinelerini teslim aldı.

      Amcası Abdullah İbni Ali ise Seffah’ın vefatıyla Mansur’a biat olunduğunu haber aldığı gibi hilafet hakkının kendisinde olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp ordusuyla Harran’a ve onradan Nusaybin’e gitti, etrafına hendek çevirdi. Ebu Müslim de onun üzerine hareket etti. Abdullah’ın süvarisi daha çok ve ordusu silah ve diğer bakımlardan daha mükemmel olduğundan Ebu Müslim, bazı harp hilelerine teşebbüs ederek Abdullah’ın maiyetindeki reislerden bazılarını celbetti. Aralarında pek çok harp olayları geçti. Nihayet yüz otuz yedi yılının cemaziyelahirinin ortalarında, Abdullah bin Ali bozguna uğrayıp Basra’ya kaçarak orada saklandı ise de sonradan Mansur onu ele geçirip hapsetmiştir.

      Abdullah bin Ali ordusunda bulunan bütün mallar Ebu Müslim’in eline geçince Mansur onları deftere kaydetmek üzere Ebu Müslim’in yanına özel haberci gönderdi. Ebu Müslim hiddetlenerek ve “Bize can için emniyet olunuyor da mal için emniyet olunmuyor mu?” diyerek Mansur’a sövdü ve az kaldı haberciyi öldürüyordu. Mansur’un zaten Ebu Müslim’e güvencesi olmadığı hâlde bu tavrından müteessir ve endişeye düşmüş olarak hemen Mısır ve Şam eyaletlerini Ebu Müslim’e vererek, Hilafet merkezine yakın olmak üzere Şam’da ikamet et, Mısır’a dilediğini gönder, diye emirname yazdı. Ebu Müslim ise emniyeti kalmamış olduğu hâlde, Halife bize Mısır ve Şam’ı vermiş, Horasan da bizim ya! diyerek Horasan’a gitmek üzere El-Cezire’den hareket etti. Mansur, bundan haberdar olunca ürktü ve hemen Enbar’dan Medayin’e gitti. Ebu Müslim’i oraya çağırdı, o da çekindi. Mansur, Beni Haşim’in ihtiyarlarından bazı itibarlı zatları göndererek Ebu Müslim’i ikna etti. Bu cihetle Ebu Müslim, ordusunu Hulvan’da bırakıp üç bin askerle Medayin’e geldi. Mansur’un huzuruna girdi. Tatlı tatlı sohbet ettiler. Ertesi gün Ebu Müslim yine hilafet makamına vardığında, Mansur’un gizlemiş olduğu cellatlar aniden çıkıp Ebu Müslim’i öldürdüler. İşte bu suretle Mansur hilafet işinde istiklal bulmuştu. Fakat yukarıda işaret olunduğu üzere Abdurrahman-ı Emevi, Endülüs’te bir müstakil devlet teşkil edince Endülüs, Abbasoğullarının hükmünün dışında kalmıştır.

      Rum Kayseri Konstantin, İslam milletinin perişanlığını fırsat bilerek yüz otuz sekiz senesinde büyük bir ordu ile İslam memleketlerine tecavüz ederek zorla Malatya’yı istila ve tahrip etmişse de sonra Mansur, kâfi miktarda asker göndererek Malatya’yı geri almış ve imar etmiştir. Horasan ahalisinden ve Ebu Müslim’in dostlarından, Kûfe’de bulanan ve tenasühe, yani ruhun bir cisimden ayrılır ayrılmaz diğer bir cisme gireceğine inanan kimselerden olup Râvendiye denilen fırka-i dâlleden (doğru yolu şaşırmış fırka) iki yüz kadarını Halife Mansur, yüz kırk bir yılında hapsedince diğerleri öfkelenerek toplanıp hapishanedeki arkadaşlarını salıverdiler. Mansur o zaman Haşimi Mahallesi’ndeki hilafet sarayında bulununca onun üzerine hücum ettiler. O da onları öldürdü. Kûfe ahalisi, Hazreti Ali sülalesi taraflısı olup, Mansur’un askerini inanç yönüyle bozduklarından zaten Mansur onlardan emin olmadığı hâlde bu olay