bin Ali, on beş gün Şam’da kaldıktan sonra Filistin tarafına geçti. Mervan da oradan Mısır tarafına kaçtı. O esnada Abdullah bin Ali’ye, kardeşi Salih bin Ali’nin, Mervan’ın takibine gönderilmesi için Seffah’ın emirnamesi gelince, Salih bin Ali yeteri kadar asker ile Mısır’a gitti. İleri sevk etmiş olduğu süvariler, Mervan’ı Busayr Kilisesi’nde buldular ve üzerine hücum ederek vurup öldürdüler. İşte Şam’da bin ay hüküm süren Emevi halifelerinin sonu budur.
Hulefa-i Raşidin’in hilafetleri zamanında hakiki anlamda halifelik teşkil edilmiş, ondan sonra öyle faziletli bir hükûmet oluşturulamamıştı. Oluşturulsa halk ondan hoşnut olmazdı. Ümmetin büyüklerinden birçoğu Emevi Devleti’nin batıp da Hulefa-i Raşidin Devri’nin2 geri gelmesi arzusunda idiler. Hâlbuki Emevi Devleti, yukarıda olduğu gibi battı ve Abbasi Devleti ortaya çıktı. Fakat mülk ve saltanat devirlerinde Abbasi halifeleri de aynı yoldan gittiler. Böyle şeyler zamanın gereklerindendir. Her bağın bir çağı ve her yasağın bir izni vardır. Cihanda Allah’ın kanunu budur.
Sonuç
Ümeyyeoğullarının çoğu, heva ve heveslerine uyup ancak iyilik ve bağışlarla halkın kalplerini kazanırlardı. Sonra cimrilik yolunu tuttular, devletin menfaatlerini kendilerine hasrettiler. İnsanlar da onlardan yüz çevirdi. Bundan sonra Velid’in açıkça fısk-u fücura düşkünlüğü, İslam milletinin ondan nefret etmesine ve tahtından indirilerek öldürülmesine sebebiyet verdi. Bu hadise sebebiyle de hükûmetin bağları çözüldü ve Mervan, işlerin yürütülmesinden âciz kaldı. Sonunda Emevi Devleti yıkıldı. Hilafet ve saltanat Abbasoğullarına intikal etti.
Bu suretle Emevi Devleti’nin yerine geçen Abbasi Devleti, Emevilere katliam yapıp, benzeri görülmemiş, fevkalade muamelelerde bulunarak Beni Haşim’in öcünü almaya kalkıştı. Böylece Abdullah İbni Ali, Şam’da Emevilerden pek çok adam öldürdü. Hatta bir gün yemek için sofrasına kabul ettiği doksan kişiyi sopalar ile idam ettirdi ve üzerlerine sofra kurdu. Henüz bazıları can çekişmekte ve hırıltıları işitilmekteyken onların üzerinde kendisi ve adamları yemek yiyordu. Hatta Abdullah bununla da gönlünü ferahlandıramayıp Şam’da Emevi halifelerinin kabirlerini açtırdı. Bulduğu ceset ve kemikleri ateşte yakarak küllerini göğe savurdu. Kardeşi Süleyman İbni Ali de Basra’da Beni Ümeyye’den eline geçenleri öldürdü ve naaşlarını sokaklarda gezdirdi. Daha sonra meydanlarda bırakıp köpeklere yedirdi. Ebu Müslim’in tutup öldürttüğü adamların sayısı ise altı yüz bine erişmiştir. Bu suretle Emevilerden sayısız adamlar öldürülmüş ve öç alma işinde ifrata kaçılmış ve aşırı gidilmiştir.
Emevilerin kılıç kalıntıları etrafa dağılmış, Endülüs’e kadar gidebilenler kurtulmuş ve oradaki Beni Ümeyye taraftarlarına katılmışlardır. Endülüs Bölgesi uzak ve denizaşırı olup, oraya Abbasi Devleti’nin eli yetişmediğinden onlar Abbasilerin biatinden hariç kalmıştır. İşte o sırada Mervanoğullarından Abdurrahman İbni Muaviye İbni Hişam İbni Abdülmelik, Suriye’den kaçarak şurada burada dolaşıp batı taraflarına vardı. Berberi kavminden bir grubun içinde gizlendi ve ondan sonra Endülüs Bölgesi’ne geçince, yüz otuz sekiz yılının rebiülahirinde kendisine biat edildi, Endülüs’te müstakil bir Emevi Devleti kuruldu. Fakat gerek kendisi gerek oğulları emirü’l-müminin unvanını almayıp, emir unvanıyla lakaplanırlardı. Emevi halifeleri zamanında Arap kavmiyetçiliği devam etmişti ve bütün Müslümanlar bir devlete tabi idi. Fakat ümmetin salihleri, Emevilerin tavırlarından, tutumlarından nefret ederlerdi. Şia grupları ise hilafetin Beni Haşim’in hakkı olduğu inancında bulunup, insanları gizlice Beni Ümeyye aleyhine galeyana getirmekte ve kışkırtmakta oldukları hâlde Beni Haşim’den hangi şubenin hilafete daha layık olduğunda ihtilaf içindeydiler. Çoğunluk Hz. Ali’nin çocuklarını tercih ettikleri hâlde bazıları Hz. Hasan’ın ve bazıları Hz. Hüseyin’in çocuklarına meyilli idi.
Yukarıda açıklandığı gibi Emevi halifelerinin sonuncusu olan Mervan’ın hilafet devrinin sonlarında Emevi Devleti’nin batmak üzere olduğu, gidişatından anlaşılmıştı. Bu durumda ise hilafetin Haşimoğullarına geçmesi tabii olduğundan yukarıda olduğu gibi Haşimoğulları Mekke’de danışma meclisi toplayarak, meşveretle hilafete Hz. Hasan’ın evladından Muhammed Mehdi’yi seçmiş, tamamı ona biat etmişlerdir. Seffah’ın kardeşi Mansur da o mecliste bulunmuşsa da Ebu Müslim, İmam İbrahim Abbasi’ye daveti bildirip çıkmış, askerî kuvvet de onun elinde olduğundan hilafetin diğer tarafa çevrilmesi güçleşmişti.
Mamafih Kûfe’de Muhammed soyunun veziri unvanını alan Ebu Selemet’ül Hallâl, İmam İbrahim’in vefat ettiğini haber alınca halifeliği Hz. Ali’nin çocuklarına verme fikrine düşerek Seffah’a biat etmeyi epey ertelemişti. Fakat onun yanında bulunan ve Ebu Müslim’in dostlarından olan Horasan vekilleri, bu konuda ona muvafakat etmeyip Haşimoğullarının müşavere ile vermiş oldukları kararın tersine ve Şiilerin çoğunun görüşlerine aykırı olarak hemen İmam İbrahim’in kardeşi Seffah’a biat etmişlerdir.
Beyan edilen açıklamaya nazaran Abbasilerin hilafeti, Ebu Müslim’in askerî kuvveti sayesinde teşekkül etmiş bir devlet olup, Ebu Müslim’in askerlerinin çoğu ise Arap asıllı olmayan İran ve Turan halkından idi. Batı memleketlerinde dahi Berberi kabilelerinin fazlalığı ve kuvvetleri vardı. Sonuçta doğuda ve batıda Arap kavmiyetçiliği bozulmaya yüz tutmuştu. Abbasi Devleti, Haşimilik esası üzerine kurulmuş olduğu hâlde Haşimoğulları ve onları tutanların çoğunluğu hilafete Muhammed Mehdi’yi daha haklı ve layık görmekle Abbasoğullarının hilafetine karşı idiler. Bu nedenle Abbasoğulları da Hz. Ali’nin evladını çekemediklerinden daha önce nasıl ki Ümeyyeoğulları, Haşimoğullarına düşman iseler, Abbasoğulları da sonra Hz. Ali’nin evladına düşman oldular. Bilhassa Muhammed Mehdi nezdinde vesveseleri galip geldi, o da onlardan emin değil idi.
Harici gruplar da zaman zaman isyan ederek Abbasi Devleti’ni meşgul etmekte idiler. Abbasi halifeleri, aşağıda açıklanacağı şekilde başlangıçta kendi hükûmetlerini sağlamlaştırma ve takviye ile meşgul oldukları hâlde sonradan sefahate düştüklerinden, bütün İslam memleketlerini tek idare altına alamadılar. Daha önce açıklandığı üzere Kûfe’de başkomutan bulunan Ebu Selemetu’l-Hallâl, hilafeti Hz. Ali’nin evladına vermeye kalkışmakla itham edildiğinden dolayı Seffah ona kin bağlamış ve durumu Ebu Müslim’e haber verince o da Ebu Seleme’nin katlini istemiştir. Yüz otuz iki yılı içinde Ebu Seleme, bir gece hilafet merkezinden kendi evine giderken, Ebu Müslim’in elebaşlarından biri onu katletmiş, ertesi gün, “Hariciler tarafından öldürülmüş.” diye ilan edildi. Ebu Seleme, Irak’ta Abbasi davetçilerinin başkanı olduğu gibi, Süleyman bin Kesîr de Horasan’da vekillerin birincisi olup, hatta İmam İbrahim öncelikle Horasan emîrliğini ona teklif etmişken kabul etmediği için Horasan emîrliğini Ebu Müslim’e tevcih etmiştir. Ebu Müslim’in, onun yardımıyla evinden çıkmış olması nedeniyle İbni Kesîr’in Horasan’da pek büyük nüfuzu vardı. Ebu Müslim ise kendi başına hükmetme fikrinde olduğu için onu çekemezdi. Süleyman İbni Kesîr ise kendi yaşıtlarından olan Ebu Seleme’nin idamına itiraz ettiği için Ebu Müslim de bu bahane ile hemen Süleyman İbni Kesîr’i katletti. Kanaatimce bir büyük rakipten kurtuldu. Hâlbuki başına gelecek felakete örnek göstermiş oldu.
Seffah’a biatten evvel, daha önce açıklandığı üzere Ebu Seleme tarafından gönderilen Hasan İbni Kahtabe, Vâsıt’ta İbni Hübeyre’yi muhasara etmişti. İbni Hübeyre, on bir ay dayandı. Mervan’ın katledildiğini haber alınca halkı Hz. Hasan evladından daha önce adı geçen, Muhammed Mehdi’ye davet etmek istedi ve kendisine mektup yazdı. Fakat cevabı gecikince İbni Hübeyre teslime mecbur oldu ve gelip Seffah ile görüştü. Önce Seffah ona iltifat etti. Fakat sonra İbni Hübeyre de diğer Emevi emirleri gibi idam edilmiştir. Seffah, yukarıda