Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

o tarafa hareket etti. Aralarında nice günler şiddetli muharebeler vuku buldu. İki taraf da erzak yokluğundan şiddetli bir sıkıntıya düştü. Hatta Rüknü’d-Devle, kaçmayı düşünürken Mansur ondan evvel davranıp geceleyin çadırlarını terk ederek kaçmıştır.

      Mu’izzü’d-Devle’nin Umman’ı İşgali

      Daha önce açıklandığı üzere Mu’izzü’d-Devle, Basra’ya giderken çöl yolundan hareket etmesi nedeniyle Karâmita’nın itiraz etmelerini Umman Emiri Yusuf İbni Vecîh fırsat bilerek Karâmita’yı kendi tarafına çekip meylettirdi ve onlar da karadan kendisine yardım edince üç yüz kırk bir senesinde büyük bir donanma ve çok sayıda askerle gelip Basra’yı muhasara etti. Mu’izzu’d-Devle’nin Ehvaz’da bulunan veziri bu durumu haber aldığı gibi ileri gidip Basra’nın imdadına erişerek Ummanîleri bozguna uğrattı. İbni Vecîh kaçarken gemileri, mühimmat ve silahları hep Mu’izzü’d-Devle’nin askerine kalmıştır. Çok zaman geçmeden Yusuf İbni Vecîh vefat ederek hükûmeti Karâmita eline geçmiş ve daha sonra Mu’izzü’d-Devle, bir büyük donanma sevk ederek Umman’ı istila etmiştir.

      Rüknü’d-Devle’nin Yine Horasan Başkomutanı ile Savaşması

      Daha önce açıklandığı üzere Horasan Başkomutanı Mansur İbni Karatekin, Rüknü’d-Devle ile İsfahan’da meydana gelen muharebede kaçtıktan sonra çok vakit geçmeyip vefat edince ona halef olan eski Horasan Başkomutanı Ebu Ali İbni’l-Muhtac, Merv’de asker hazırlayarak, üç yüz kırk iki yılında Rey üzerine hareket etti. Rüknü’d- Devle’nin askerî gücü ona eşit olmadığından, Taberek Kalesi’nde mevzilenerek savunmaya karar verdiğinden Ebu Ali gelip onunla aylarca savaştı. Fakat zafer kazanamadı. Nihayet Rüknü’d-Devle’nin her yıl Samani emirine iki yüz bin altın vermesi koşuluyla barış yaptılar. Bunun üzerine Ebu Ali Horasan’a döndü. Fakat “Ebu Ali muharebede doğruluk ve içtenlik ile davranmadı.” diye Emir Nuh Samani’ye gammazlanınca Ebu Ali, Horasan başkomutanlığından alındı. O da gücenip Rüknü’d-Devle ile haberleşerek, üç yüz kırk üç yılında Rey’e geldi, Rüknü’d-Devle kendisine fevkalade ikramda bulundu.

      Ebu Ali, Horasan’ın halife tarafından kendisine verilmesini istedi. Rüknü’d-Devle de kardeşi Mu’izzü’d-Devle’ye yazıp Horasan’ın Ebu Ali’ye verilmesi hakkında halife tarafından ferman getirtti. Ebu Ali, bu ferman ile Nişabur’a gitti. Halife Mutî Lillah adına hutbe okuttu ve Horasan’ı istila etti. İşte o esnada Nuh İbni Nasır-ı Samani öldü, yerine geçen oğlu Abdülmelik tarafından sevk olunan çok sayıda askere, Ebu Ali mukavemete güç yetiremeyip Rey’e geldi ve üç yüz otuz dört senesinde dâr-ı bekaya gitti. Ondan sonra da Horasan askerleri ile Rüknü’d-Devle arasında birçok muharebe vuku bulmuştur. O esnada Mu’izzü’d-Devle de Azerbaycan ve diğer taraflarda iç savaşlar ile meşguldü. Ve kendisini en çok uğraştıran İmran İbni Şahin idi.

      İmran İbni Şahin’in Durumu

      İmran İbni Şahin, Camide köyü ahalisinden olup pek çok suç ile itham olunduğundan, üç yüz otuz sekiz senesinde Batîha’ya iltica etmişti. Batîha dediğimiz Basra sazlıklarıdır ki Fırat Nehri taşınca Basra civarına kadar uzunluğu yirmi ve eni sekiz dokuz saatlik araziyi istila eder, birçok göl, ada, sazlık ve kamışlık ortaya çıkar, bu adalar arasında kayıklar yürür ve bazı Araplar bu adalarda sazlıklardan kulübeler yapıp otururlardı. İbni Şahin, cezalandırılmaktan kurtulmak için bu Batîha’ya sığındı. Balık ve su kuşlarını avlayarak geçinmekteyken, yanına balıkçılardan ve hırsızlardan birçok kişi toplanınca, bir dereceye kadar hükûmet memurlarına karşı durabilecek kadar kuvvete erişti.

      Bununla birlikte hükûmet tarafından üzerine bir büyük kuvvet gönderilir korkusuyla Basra hükümdarı olan Ebu’l-Kasım El-Beridî’ye sığınmıştır. O da ona Camide ile Batîha Bölgesi’nin idaresini bırakmıştı. Bunun üzerine İmran İbni Şahin, askerini çoğaltıp silah tedarik ederek, Batîha’daki tepeler üzerinde hisar ve kuleler inşa etti. O bölgeye hâkim olup, gelip geçenlerden, hatta sultanın askerlerinden bile haraç almaya başladı. Asker ise malikâneleri olan köylere varmak için oralardan geçmeye muhtaç idi. Bundan dolayı Mu’izzü’d-Devle, Batîha üzerine tekrar tekrar veziri ile ordular sevk ettiyse de askeri bozguna uğrayarak çaresiz İmran İbni Şahin ile barışıp Batîha Bölgesi’ni ona bıraktı. İbni Şahin, ondan sonra vefatına kadar kırk sene Batîha’da ve havalisinde böyle başıboş, zorbalıkla hüküm sürmüştür.

      Çeşitli Olaylar

      Üç yüz otuz dokuz yılında İslam âlemi için mühim bir olay meydana gelmiştir. Şöyle ki yirmi iki sene evvel Karâmita güruhu, Hacer-i Esved’i Kâbe-i Mükerreme’den sökerek, hükûmet merkezleri olan Hecr beldesine götürmüşlerdi. Bu yıl onu Kûfe’ye getirdiler. Kûfe Mescidi’ne koyarak halka ziyaret ettirdiler ve sonra Mekke-i Mükerreme’ye götürdüler. Hemen esas makamına konuldu ve çevresine bir gümüş çember geçirildi.

      Üç yüz kırk üç yılında Mu’izzü’d-Devle’nin adamlarıyla Mısırlılar Mekke-i Mükerreme’de muharebe etmiş, Mu’izzü’d-Devle tarafı galip gelmiştir. Mekke’de önce Rüknü’d-Devle, Mu’izzü’d-Devle, oğlu ve veliahdı olan Bahtiyar adlarına ve daha sonra Mısır hükümdarı olan İbni Togaç adına hutbe okunmuştur.

      Üç yüz kırk dokuz yılında Türklerden iki yüz bin kadar çadır İslam ile müşerref oldu. Hârgâh, deriden yapılmış çadır ve oba demek olduğundan bir hârgâh bir hane halkı demektir. Bu kadar halkın bir defada İslam dinine girmeleri, İslam âleminde önemli olaylardandır. Fakat bunlar, bedevi ve vahşi topluluklar olduklarından, zorla ve yağma ederek mal alma gibi Müslüman’a yakışmayan hareketlerden de geri durmazlardı.

      Üç yüz elli yılında Ebu’l-Abbas İbni Ebi’ş-Şevârib yıllık iki yüz bin dirhem vermek üzere başkadı tayin olundu. Para ile olaylar hakkında hüküm (kadılık) verme daha önce görülmemiş olup, bu çirkinlik ilk defa meydana geldiğinden, Halife Muti Lillah, huzuruna Ebu’l Abbas’ı kabul etmedi ve meclisine dâhil olmamasını emretti. Mu’izzü’d-Devle ise sonra belediye başkanlığını ve zaptiye bakanlığını da o şekilde belli bir ücrete bağlamıştır.

      Üç yüz elli bir yılında Şia güruhu, Mu’izzü’d-Devle’nin emriyle Bağdat mescitlerinin kapıları üzerine, “Muaviye İbni Ebu Süfyan’a, Fatıma’dan Fedek’i zorla alana, Hasan’ın, dedesi Aleyhisselam’ın kabrinde defnolunmasına mâni olana, Ebu Zerr’i sürgüne gönderene ve Abbas’ı şûradan çıkarana Allah Teâlâ lanet eylesin!” diye yazdılar. Halife mağlup ve mahkûm olduğundan bir şey yapmaya muktedir değildi. Fakat ehlisünnetten bazıları geceleyin bu yazıları sildiklerinden, Mu’izzü’d-Devle yeniden yazdırmak isteyince veziri Mühellebi, silinen yazıların yerine “Allah, peygamber soyuna zulmedenlere lanet eylesin!” diye yazılıp, lanette Muaviye’den başkasının belirtilmemesini nasihat edince öyle yapıldı. Arkasından Basra’da ve Hamedan’da, halk arasında mezhep kavgasıyla fitne ortaya çıkarak pek çok adam ölmüştür.

      Mağrip’in Durumu

      Zenâte Kabilesi’nden Ebu Yezid Harici ki ehlisünneti tekfir edip, mal ve canlarını mübah sayan Nekkâriyye mezhebindendi. Batıl olan mezhebine o yörenin halkını davet ederek başına pek çok serseri toplamıştı. Üç yüz otuz üç yılında bazı beldeleri zapt etti. Kâim İbni Mehdi-i Ubeydî tarafından üzerine gönderilen askere galip gelerek Tunus’u istila ettikten sonra gelip Mehdiyye’de Kâim’i kuşatmış ve otuz dört yılında ondan vazgeçerek Kayrevan’a gitmişti. O esnada Kâim ölünce oğlu İsmail Mansur yerine geçti. Hazırladığı mükemmel bir ordu ile bizzat Kayrevan’a gidip, üç yüz otuz beş senesine kadar Ebu Yezid ile savaştı. Sonunda