Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

diye bilinen meşhur müneccim, üç yüz on yedi senesinde vefat etmiştir. Harran’ın bir köyü olan Teban’a mensuptur. Çok kıymetli rasatları (gözlem) vardır. İki yüz altmış dört yılında astronomiye başlayıp iki yüz doksan senesine kadar gözlem yaptığı yıldızları, yıldızların mevkilerini gösteren kitabına koymuştur, “Zeyc”i iki nüshadır. Kıymetli olanı ikinci defa yazdığı nüshadır.

      Üç yüz yirmi bir yılında Mısır’da emir olan Tekin El-Hasekî de Mısır’a veda edip gitmiştir.

      Afrika’da Devlet-i Ubeydiyye’yi kuran Mehdi-i Alevi, üç yüz yirmi iki senesinde Mehdiyye beldesinde vefat edince yerine oğlu Kaim tahta geçmiştir.

      Bu sene sahtekâr ve hokkabazlardan biri, Maveraünnehir’de peygamberlik davası etmekle yakalanıp öldürülmüştür.

      Râzî, Müttekî, Müstekfî ve Mutî’nin Halifelik Zamanları

      Muktedir’in oğlu Râzîbillah, Abbasi halifelerinin yirmincisi olup, daha önce geçtiği gibi üç yüz yirmi iki cemaziyelevvelinde tahta geçmiştir.

      Bu yıl Şia’nın en azgınlarından, ruhun başka bedenlere girebileceğine inanan Şelmegânî adlı dinsiz, o sırada birçok halkı sapıttığından tutularak öldürülmüştür.

      Çok aşırı Hanbelîlerden bir güruh, Cenabıhakk’a, yüz dünyaya inmek ve yükselmek gibi cisim izafe eden sapıklara benzer inançlara sahip olarak insanların itikadını bozarak, dinî ameller hususunda da ileri gidiyorlardı. Evleri basıp nebîz (bir nevi şıra) bulurlarsa dökmek, musiki aletlerini kırmak ve hükûmet işlerine müdahale etmek gibi haraketlere başladıklarından, üç yüz yirmi üç yılı içinde bu yersiz hareketlerden vazgeçmezlerse kendilerinin idam edilmesi ve evlerinin yakılmasına dair Râzîbillah tarafından bir ferman çıkarıldı.

      O esnada Karâmita, Irak taraflarına tecavüz edip, halka zulmetmekte idi. Hatta bu üç yüz yirmi üç senesi zilkadesinde hac kafilesi Kadisiyye’ye vardıklarında Ebu Tahir-i Karmatî, kafileye taarruz etti. Halife askeri mukabele edip hacılar da yardımda bulundu. Kadisiyye’ye iltica ettiklerinde Kûfe Alevilerinden bir cemaat, Ebu Tahir’e karşı çıkarak hacılardan el çekilmesini rica edince o da hacılardan el çekti ve Bağdat’a dönmelerini şart koştu. Bunun üzerine bu sene Irak’tan hiç kimse hac edememiştir.

      Büveyhoğulları Devleti’nin Doğuşu

      Yukarıda yazıldığı gibi Esfâr-ı Deylemî’nin başkomutanı olan Merdavîc ki Esfâr’ı öldürerek verine geçmiş ve halife askerine üstün gelerek, birçok beldeyi alarak İran’da kuvvetli bir hükümdar olup kisranın tacı diye başına bir taç giymiş ve Şehinşah unvanını almıştır. Hemen Irak’ı ele geçirmiş, İran’ın eski başkenti olan Medayin’i imar etmiş ve Arap devletini imha edip, Acem devletini ihya etme hülyasına düşmüştü. Abbasi Devleti ise o zaman pek zayıf düştüğünden Bağdat ahalisi, Merdavîc’in tecavüzünden korku ve telaşa düşmüşlerdi. Hâlbuki çok zaman geçmeksizin Merdavîc, kendi efendisine etmiş olduğu muamelenin aynısını kendi kumandanı olan Ali Büveyh’ten görmüştür.

      Şöyle ki nesebi İran padişahlarından Behram Gur İbni Yezdicürd’e ulaşan, Ebu Şucû Büveyh, Deylem ülkesinde orta hâlli bir adam olup üç oğlu vardı ki Ebu’l-Hasan Ali, Hasan ve Ebu’l-Hüseyin Ahmed’dir. Daha sonra Abbasi halifesi tarafından Ali’ye İmâdu’d-Devle (Devletin Direği), Hasan’a Rüknu’d-Devle (Devletin Temeli) ve Ebu’l-Hüseyin’e Mu’izzu’d-Devle (Devleti Yücelten) ve ondan sonra Rüknu’d-Devle’nin oğlu Fena Husrev’e Adu’d-Devle (Devletin Kolu) mahlasları verilmiştir.

      Bu üç kardeş birtakım arkadaşlarıyla birlikte gidip Merdavîc’in yanında yer almışlardı. Merdavîc tarafından İmâdu’d-Devle, İsfahan civarında bulunan Kerç’e memur edilmişti. İmâdu’d-Devle orada yerleşince askerine çok ikram ve iltifatta bulunduğundan, birçok saygın adam gelip onun yanında yer almaya başladı. O zaman halife tarafından İsfahan’ın muhafazasına memur olan Yakut’un yanında bulunan on bin kadar askerin içinde altı yüz kadarı Deylemli olup onlar da İmâdu’d-Devle tarafına meyletmişler idi.

      O zaman o taraflarda bulunan askerî sınıfların bir kısmı halife tarafına eğilimli olup birçoğu, özellikle Deylemliler Merdavîc tarafında bulunuyorlardı. İmâdu’d-Devle halife tarafına geçmek üzere Yakut ile haberleşmişse de kendisine önem verilmemişti.

      İmâdu’d-Devle ise Deylem emirlerinin büyüklerinden olan Şirzâd’ı çağırıp memnun ederek onu kendisine vezir yaptı ve kuvvet kazandı. Askerini de dokuz yüz nefere yükseltince İsfahan üzerine yürüyüp yapılan muharebede Yakut’un askeri yenilerek kendisi de kaçtı. İmâdu’d-Devle, İsfahan’ı zapt ettikten sonra civarındaki bazı şehirleri de istila etmişti. Dokuz yüz askerle on bin askere galip gelmiş diye her tarafa şan ve şöhreti yayıldı. Halifeye telaş verdiği gibi Merdavîc de ondan ürküp kendisini taltif ile yanına çekmeye çalıştıkça, İmâdu’d-Devle, mazeret göstererek yanına varmaktan kaçınmakta ve bir taraftan da ülkeleri ele geçirerek hüküm sürdüğü yerleri genişletmekte idi. Nihayet Merdavîc’in İmâdu’d-Devle’ye vaat, tehdit ve itaate daveti kapsayan mektubunda, Sana çok sayıda asker göndereyim. Fethettiğin memleketler hep senin olsun. Ben, ismimin hutbede okunmasından başka bir şey istemem, diye yazmış ve bir taraftan da kardeşi Veşmgîr ile İmâdu’d-Devle’yi basmak üzere bir ordu sevk etmişti. İmâdu’d-Devle, bu düşünceyi anladığından iki ay zarfında İsfahan’ın gelirini topladıktan sonra Errecan’ı istila etmiş idi.

      Onun üzerine Veşmgîr, gidip İsfahan’a girmiştir. İmâdu’d-Devle ise kardeşi Rüknü’d-Devle’yi Kâzrûn tarafına gönderip Fars Eyaleti’nin gelirini tahsil ederek çok mal ele geçirmiştir. O sırada Yakut tarafından Kâzrûn’a bir bölük asker gönderilmişse de Rüknü’d-Devle maiyetindeki az sayıda askerle o fırkayı perişan etmiştir.

      Yakut da mükemmel bir ordu ile İmâdu’d-Devle üzerine yürüyünce İmâdu’d-Devle onun önünden savuştu, Yakut ise onu takip etti. Üç yüz yirmi yılı ortalarında, Kirman yolu üzerinde İmâdu’d-Devle çaresiz kalarak, ne olursa olsun müdafaaya kalkıştı. Süvarisinin hücumunu engellemek için Yakut kendi ordusunun önüne birçok piyade asker dizip, neft yağı şişeleriyle ateş yağdırmaya başladığında, tersine rüzgâr çıkıp neft ateşlerini geri çevirince piyadelerin yüzleri yanıp elbiseleri tutuştu. Piyade süvariye karışınca İmâdu’d-Devle onların üzerine şiddetli bir hücum ile piyadelerini atlara çiğneterek süvarilerinin içine dalmıştır. Yakut’un askeri perişan olarak kimi ölmüş kimi esir olmuştur. Bunun üzerine İmâdu’d-Devle, Şiraz’a varmış, ahaliye aman vermiş ve adaletli davranarak halkı kendisine bağlayıp Fars bölgesini kendi hükmü altına almıştır. Fakat asker, maaş istiyordu, İmâdu’d-Devle’nin elinde ise mal yoktu. Hâlbuki ulufe verilmediği takdirde asker dağılarak yeni teşkil etmiş olduğu hükûmetin yıkılacağı aşikâr olduğundan İmâdu’d-Devle telaşa düşerek sarayının bir odasında düşünürken bir delikten bir yılan çıkıp diğer deliğe girince bir aralık bu yılan kendi üzerine düşmesin diye mehterleri çağırıp, “Şu yılan deliklerini yoklayınız.” dedi. Birkaç kaplama söktüklerinde bir kapı göründü. Açtılar, bir oda çıktı ve odanın içinde on sandık bulundu. Açılınca beş yüz bin altınlık mal çıktı. İmâdu’d-Devle, onları hemen askerine paylaştırarak yok olmaya yaklaşan hükûmetini kurtardı.

      Daha sonra İmâdu’d-Devle elbise kestirmek üzere terzi istedi. Yakut’un terzisini getirdiler. Terzi titreyerek içeri girdi. İmâdu’d-Devle, “Korkma. Biz seni elbise kestirmek için istedik.” dedi. Terzi ise sağır olduğundan, onun ne dediğini anlamadı. Sorguya çekilip tehdit ediliyor zannıyla talak ve imanına yemin ederek Yakut’un kendisinde