Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

bulunmuşlarsa da mecliste bulunan Vezir Ali İbni İsa, “Müslüman’ın esaretten kurtarılması, bu mendili korumaktan evladır.” deyince Halife Müttekî de o mendilin teslimini emretmiş. Esirlerin teslim alınması için memurlar göndermiş. Bu şekilde birçok Müslüman esir esaret zincirinden kurtulmuştur.

      Bir zamandan beri Karâmita içine ihtilaf ve kargaşa düştüğünden, Hecr’de durup etrafa saldırmaz oldular. Yoksa bu esnada Irak’a çok ziyan ve hasar verirlerdi. İşte bu kargaşalıklardan istifade edip Basra’yı istila etmek üzere Umman Emiri Yusuf İbni Vecîh bir büyük donanma ile geldi. Beridîler ile savaşıp Basra’yı ele geçirmek üzere olduğundan Abdullah İbni Beridî ile kardeşleri yok olma derecesine varmışlarken Renadî adında bir gemici onları bu tehlikeden kurtarmıştır.

      Şöyle ki Umman gemileri bir sahilden diğer sahile kadar yekdiğerine bağlı olarak bir köprü gibi olmuşlar idi. Renadî, iki kayığı kurumuş hurma yapraklarıyla doldurup gece yarısı onları tutuşturarak nehrin akıntısına bırakmış. Kayıklar rüzgârdan daha süratli seyrederek Umman gemilerinin üzerine düşünce hepsi alev almış ve içindeki adamlarıyla beraber yanmışlardır. Etrafta bulunanlar bu sırada ele geçirebildikleri malları yağma etmişlerdir. İbni Vecîh, muharrem ayı içinde güçlükle kaçarak canını kurtarabilmiştir.

      O sırada ise Halife Müttekî ile Torun arasında soğukluk meydana geldiğinden, Müttekî, kadınları ve çocukları alıp güvenilir adamları ile Bağdat’tan çıkıp Musul’a gitti. Torun’un veziri İbni Şirzat üç yüz süvari ile Vâsıt’tan çıkıp üç yüz yirmi iki senesi muharreminde Bağdat’a ulaştı ve asla halife tarafına müracaat etmeksizin kendi kendine hükmetmeye başladı. Torun hemen Vâsıt’ı belli bir ücret karşılığında Beridî’ye ihale ederek kızını ona nikâhladı. Bağdat’a geldi ve Musul’a doğru hareket etti. Seyfu’d-Devle ona karşı çıktı. Fakat meydana gelen şiddetli muharebelerde bozguna uğradığından, Beni Hâmdân artık Musul’da duramayıp Seyfu’d-Devle, kardeşi Nasıru’d-Devle ve Halife Müttekî Musul’u terk ederek Nusaybin’e geldiler. Mütteki oradan da çıkıp Rakka’ya geldi. Seyfu’d-Devle de ona katıldı. Sonra halife, Torun ile haberleşerek Nasıru’d-Devle elindeki memleketler için üç sene zarfında her yıl üç yüz altmış bin dirhem vermek üzere aralarında sulh yapıldı ve Torun Bağdat’a döndü. Halife de Beni Hâmdân ile Musul’da kalmışsa da sonra yine Rakka’ya gitmiştir.

      Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh, Torun’un Musul’a gittiğini haber aldığı gibi, gelip Vâsıt’ı zapt etmiş olduğundan, Torun, Musul’dan Bağdat’a döndüğü gibi Mu’izzü’d-Devle’ye karşı vardı, o da Vâsıt’tan hareket edince zilkade ortalarında ordular çarpışmaya başladı. Bir hafta kadar aralarında muharebe devam etti. Fakat Torun’un askerleri gerilemekteydi. Nihayet Torun, onları bir pusuya düşürüp perişan edince Mu’izzü’d-Devle, bir hayli zayiat vererek yenilmiş olarak döndü. Torun da Bağdat’a geldi.

      O esnada Ebu Abdullah El-Beridî vefat ettiğinden, yerine geçecek kişi hakkında aralarına anlaşmazlık düştü. En sonunda Basra hükûmeti, oğlu Ebu’l Kasım’da karar kılmıştır.

      Halife Müttekî önceden Mısır Valisi İhşid’i yardıma çağırdığından İhşid, Halep’e ve oradan Rakka’ya gelip Müttekî ile görüştü ve ona fevkalade hürmet etti. Atının yanında yaya yürüdü. Ağır hediyeler takdim etti ve onu alıp Mısır’a götürmek istedi. Müttekî ise daha sonra Torun ile haberleştiğinden, Torun büyük yeminler ederek onu temin etmiştir. Bunca yıllardan beri babalarına, dedelerine ve hilafete başkentlik yapmış olan Bağdat’tan uzak olmak Müttekî’ye zor geldiğinden Bağdat’a gitme fikrine düşmüştü. İhşid, “Mısır’a gitmezsen bari buralarda otur. Bağdat’a gitme, Torun’a güvenme.” diye nasihat etmişse de Beni Hâmdân’a bıkkınlık gelmiş olduğundan, Müttekî o havalide oturup onlara yük olmak da istemediğinden, Torun’un teminatına aldanarak üç yüz otuz üç yılı muharreminin sonlarında Rakka’dan Bağdat’a gelmiş ve İhşid de Mısır’a dönmüştür.

      Torun, Sindiye’de Müttekî’yi karşılayıp hürmetini sunduktan sonra onu kendi çadırına indirdip gözlerine mil çektirdi. Hemen Müstekfî Billah İbni’l-Mutezid’i Sindiye’ye getirterek ona biat etti, diğer insanlar da biat ettiler. Müttekî de âmâ olduğu hâlde getirilip Müstekfî’ye biat ettirildi. Bir de asa kendisinden alınarak Müstekfî’ye teslim edildi. Müttekî’nin hilafet günleri üç sene, beş ay, on sekiz günden ibarettir.

      Bazı Meşhurların Ölümleri

      Üç yüz yirmi dokuz yılında meşhur Filozof Meta İbni Yunus ve meşhur Tabip Buhtyeşû İbni Yahya vefat etti. Üç yüz otuz yılında da İmam Ebu’l Hasan Ali İbni İsmail İbni Ebu Bişrül Eş’ari, yetmiş yaşında öldü. Meşre’atü’z-Zevâya’da defnedildi. Müşebbihe mezhebine mensup olan gulât-ı Hanbelîyye (aşırı giden Hanbelîler) cenazesini çıkarıp yakmasınlar diye kabri belirsiz hâle getirildi. Zira Hanbelîlerin çok mutaassıpları ona en büyük düşman idiler.

      İmam-ı Eş’ari, Ebu Musa El-Eş’ari (r.a.) Hazretleri’nin torunlarından olup iki yüz altmışıncı yılda Bağdat’ta doğmuştu. Uzun müddet mezheb-i Mutezile üzere ilm-i kelam ile meşgul olup sonra gerek Mutezile’ye gerek Müşebbihe’ye muhalefet ederek mezheb-i ehlisünnet ve’l-cemaati meydana koydu. Mutezile imamlarından, Cübbâî ile münazara ederek onu susturduktan sonra mezhebini ilan etti. Mezheb-i Cebriyye ile Mutezile’nin ortası olarak dünyanın her tarafına şayi oldu. Hanbelîlerin çok mutaassıpları ise cehil ve taassuplarından dolayı onu tekfir edip, mezhebini takip edenlerin kanlarını helal sayarlardı.

      Bilindiği gibi, mezheb-i ehlisünnet iki görüş arası bir orta yol, yani cebr ile itizal arasında bir doğru yoldur. Bu hak mezhebi meydana çıkaran iki büyük imamdır. Biri zikri geçen İmam Ebu’l Hasan El-Eş’ari, diğeri İmamu’l-Hüdâ Ebu Mansur Mâtürîdî’dir. Bunlar esasen aynı fikirde oldukları hâlde tavassut ve itidalin açıklanması ve tefsir açısından ikisi arasında cüzi ihtilaf vardır. İmam Mâtürîdî’nin mezhebi rey ve akla daha uygun olduğundan, Hanefilerin çoğu onun mezhebini kabul etmişlerdir. İmam Eş’ari’den üç sene sonra, yani üç yüz otuz üç senesinde İmam Mâtürîdî de vefat etti. İkisinin de şöhretleri her yanı tutmuş olduğundan tafsile hacet yoktur. Rahimehumullahu taala rahmeten vasi’ah.

      Müstekfî Billah’ın Halifeliği

      Sindiye’de Müstekfî Billah’a biat olunduktan sonra hükûmet merkezine dâhil olup, üç yüz otuz üç senesi safer ayının sonlarında, Torun’a hilat ve taç giydirdi. Ebu’l-Ferec İbni Muhammed’i kendisine vezir atadı. Fakat Ebu’l-Ferec’de vezirliğin yalnız ismi olup işlerin hepsi Torun’un veziri olan İbni Şirzat’ın elindeydi. Müttekî’nin Bağdat’a gelmesi üzerine İhşid de Mısır’a döndüğünde, Seyfu’d-Devle İbni Hâmdân Halep ve Humus beldelerini ele geçirmişti. Sonrasında Rumlar sınırı aşarak, Halep civarına kadar vardılarsa da Seyfu’d-Devle karşı çıkıp onları bozguna uğratmıştır.

      Üç yüz otuz dört yılında Torun vefat edince veziri İbni Şirzat’a Müstekfî tarafından başkomutanlık verilmiştir. Ehvaz’da bulunan Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh ise Torun’un vefatını haber aldığı gibi Bağdat üzerine yürüdü. Bağdat’a yaklaştığında, İbni Şirzat saklandı ve Türk askerleri Musul tarafına kaçtılar. Mu’izzü’d-Devle, cemaziyelevvel ayında Bağdat’a girdi. Müstekfî ile konuşup ona biat etti ve o da kendisine hilat giydirdi. Madenî paralar üzerine Beni Büveyh ismi yazılması için emir verdi. Mu’izzü’d-Devle, Müstekfî’ye günde beş bin dirhem tahsis etti. Müstekfî’nin kendi aleyhinde çalıştığını işitince cemaziyelahirin yirmi ikisinde Müstekfî’yi haysiyet kırıcı bir