Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

oldukları şekilde Şii mezhebinden idiler. Abbasiler, hilafeti asıl sahiplerinden zorla aldılar diye itikat ettiklerinden, halifeye hürmet etmek için kendilerince dinî bir sebep yok idi. Hatta hilafeti Abbasilerden alıp da Mağrip’teki halife-i Ubeydiyye’ye vermek yahut Alevilerden diğer birine biat etmek üzere Mu’izzü’d- Devle, erkânıyla yaptığı istişarede çoğunluk tasvip etmişken, yakın adamlarından bazıları, “Bu doğru bir düşünce değildir. Sen şimdi bir halife ile bulunuyorsun ki onun hilafete layık olmadığını düşünüyorsun. Askerlerin de bu düşüncede, bugün onu öldürünüz dersen kanını helal sayarak öldürürler. Ama Alevilerden birine biat edersen, sen de askerin de onun hilafetinin sıhhatine inanacağından, o eğer askere senin katlini emrederse seni katlederler.” deyince Mu’izzüd-Devle’nin o düşünceden vazgeçtiği rivayet edilir. Mamafih doğuda Maveraünnehir, batıda Suriye ve Mısır ahalisi çoğunlukla Sünni olduğundan, Büveyh soyunun elinde bir Abbasi halifesinin bulunması siyasi fikirlerine göre durum ve zamana uygun idi.

      Kısacası Mu’izzü’d-Devle, Irak’ı zapt ettikten sonra mülk ve saltanat, Âl-i Büveyh sultanlarının ve sonra Selçuklu sultanlarının olup hilafet manevi bir itibardan ibaret kaldı. Vakıa hutbe ve sikke yine halifeler adına olup, tahta oturarak, elçileri de huzurlarına kabul ederlerdi. Fakat bu teşrifat merasiminin yapılması da ismi geçen sultanların emriyle olurdu. Hilafete lazım olan mülk ve saltanatın manası ise kuvvet ve kudret kullanmak, büyüklük ve ululuk göstermek olduğundan, ondan sonra gelen Abbasi halifelerinde hilafet lafzen mevcut ve manen alınmış ve yok olmuş idi. Böylece bundan sonraki Abbasi halifelerinin tarihinin anlatılması, onlara hükmeden Âl-i Büveyh ve Selçuklu sultanlarının tarihlerinin içindedir. Cenabıhak, işleri irade ve hikmetiyle tedbir eder, ondan başka ilah yoktur.

      Mutî’nin Geri Kalan Günleri

      Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh, önce geçtiği gibi Irak’ı istila ettiğinde, asker âdet olduğu üzere, tayin ve maaşlarını istediklerinden, yolsuz vergilerin icadına ve halkın mallarını haksız olarak almaya mecbur oldu. Devlete ait köyleri malikâne olmak üzere akrabasına ve komutanlarına tahsis etmekle devlet memurları o köylerden el çekti ve divanlar boş kaldı. Öyle nüfuzlu adamların himayeleri altına geçen köylerin bayındırlığı arttıysa da halkın ve küçük memurların ellerinde kalan köylerin halkı, devamlı malları ellerinden alınıp zulme uğradıklarından, setler ve köprülerin inşası ve suların yoluyla taksimi gibi bayındırlık işlerine bakılmadığından, bu gibi köyler harap olmuş ve bu nedenle devlet geliri eksilmiş ve nihayet Mu’izzü’d-Devle ordularını idare etmekten âciz kalmıştır. Akraba ve taallükatı fazlasıyla şımarttıktan sonra onların büyüyen burunlarını kırmak için birçok Türk kölesi almış, onlara bol miktarda araziler vermiş, bu ise kendisiyle kavminin arasında nefretin meydana gelmesine sebep olmuştur.

      Mu’izzü’d-Devle ile Nasıru’d-Devle’nin Savaşları ve Barışmaları

      Üç yüz otuz dört yılında Musul emiri olan Nasıru’d-Devle İbni Hâmdân, büyük bir orduyla Bağdat üzerine yürüyüp Bağdat’ın doğu taraflarını istila etti. Mu’izzü’d-Devle ile aralarında şiddetli savaşlar meydana geldi. Mu’izzü’d-Devle kaçmaya karar vermiş iken Deylemîler, bazı harp hileleri ile doğu tarafını zapt edince, Nasıru’d-Devle, Ukberâ’ya çekildi. Mu’izzü’d-Devle ile haberleşerek, üç yüz otuz beş senesi muharreminde barış yaparak Musul’a döndü. Fakat maiyetindeki Türk askerleri, bu barıştan hoşnut olmayıp Musul üzerine yürüdüklerinde Nasıru’d-Devle, Nusaybin tarafına savuşmuştu. Türkler de arkasına düştü. Sancar’a kaçtı, onlar da oraya hücum edince, Nasıru’d-Devle çaresiz kaldı ve hemen Mu’izzüd-Devle’den yardım istedi. O da yeteri kadar asker ile vezirini gönderince Nasıru’d-Devle o tehlikeden kurtuldu ve Musul’da kaldı. Fakat Mu’izzü’d-Devle’ye yılda belli bir vergi vermeye mecbur oldu.

      Rüknü’d-Devle’nin Rey ile Dağ Beldelerini ve Sonra Taberistan ile Cürcan’ı İstila Ettiği Sırada Mu’izzü’d-Devle’nin de Basra’yı İşgali

      Otuz yıldan fazla Horasan ve Maveraünnehir emiri olan Nasır İbni Ahmed Samani üç yüz otuz bir yılında vefat ettiğinde insanlar onun oğlu Nuh İbni Nasır’a biat ve yemin ettilerse de çok geçmeyip Beni Saman arasında ihtilaflar peydah oldu. Horasan başkomutanı olan Ebu Ali İbni’l Muhtac da Emir Nuh’a isyan etti. Rüknü’d-Devle İbni Büveyh, fırsat düşürüp üç yüz otuz beş senesinde Rey şehrini ve dağ şehirlerini zapt edip Horasanileri oralardan sürdü. Kardeşi Mu’izzü’d-Devle de üç yüz otuz altı senesinde Bağdat’tan çıkıp çöl yoluyla Basra üzerine hareket ettiğinde Karâmita, çöl yolunun kendilerinin olduğundan bahsile Mu’izzü’d-Devle’nin kendilerinden izin almaksızın o yol ile asker sevk etmiş olmasına itiraz etmişlerse de Mu’izzü’d-Devle, onlara hakaretle cevap vererek Basra’yı zapt etmiş. Basra Emiri Ebu’l-Kasım El-Beridî, Hecr beldesine gitmiş ve Karâmita’ya iltica etmiştir. Mu’izzü’d-Devle, bu şekilde Basra’ya sahip olduktan sonra veziri ile Halife Mutî’yi Basra’da bırakıp kendisi büyük biraderi İmâdu’d-Devle ile görüşmek üzere Fars’a gitti. İmâdu’d-Devle’nin huzuruna çıkıp yeri öptü. Çünkü Beni Büveyh’in üçü de hüküm sürdükleri yerlerde bağımsız iseler de İmâdu’d-Devle, beylerbeyi olup diğer ikisi ona tabi ve emrine bağlı idiler. Mu’izzü’d-Devle huzurunda ayakta durdu, İmâdu’d-Devle her ne kadar otur diye teklif etmişse de oturmamıştır. Ondan sonra Mu’izzü’d-Devle, Bağdat’a dönüp veziri ile halife de Basra’dan Bağdat’a geldiler. O esnada Rüknü’d-Devle İbni Büveyh Taberistan ve Cürcan’ı da istila etmişti.

      İşte bu suretle Beni Büveyh Devleti kuvvet kazanıp genişleyerek, Rey, Cebel, Fars, Ehvaz ve Irak’ın gelirleri tamamen onların hazinelerine gelirdi. Musul ve Diyarbakır gelirlerinden de belli bir vergi alırlardı. Abbasi halifesi kendi ellerinde olup o kuvvet ile her tarafta sözlerini geçirirlerdi.

      Üç yüz otuz yedi yılında Mu’izzü’d-Devle, Musul üzerine yürüyünce Nasıru’d-Devle İbni Hâmdân Nusaybin tarafına savuştu. Mu’izzü’d-Devle, Musul’u zapt eyledi ise de o esnada Horasan askerlerinin Rey ve Cürcan taraflarına tecavüz niyetinde oldukları kardeşi Rüknü’d-Devle tarafından kendisine bildirilmiş ve asker istemiş olduğundan, Nasıru’d-Devle ile haberleşti, Nasıru’d-Devle, Musul Eyaleti, El-Cezire diyarı ve Şam tarafı için Mu’izzü’d-Devle’ye yıllık sekiz milyon dirhem vermek ve hükmü altında olan beldelerde İmâdu’d-Devle, Rüknü’d-Devle ve Mu’izzü’d-Devle adlarına hutbe okutmak üzere barış yaptı. Mu’izzü’d-Devle Bağdat’a geri döndü.

      İmâdu’d-Devle’nin Vefatı ve Büveyhoğulları ile Samanoğullarının Savaşları

      İmâdu’d-Devle’nin evladı olmadığından kardeşi Rüknü’d-Devle’nin Fena Hüsrev adlı oğlunu yanına alarak Fars ülkesi için onu kendisine veliaht yapmıştır. Üç yüz otuz sekiz yılında İmâdu’d-Devle Şiraz’da vefat edince Fena Hüsrev, Fars emiri oldu. Ama beylerbeyi unvanı babası Rüknü’d-Devle’ye intikal etti. Mu’izzü’d-Devle de ona tabi oldu.

      İmâdud-Devle’nin yanında büyük adamlar ve kendisiyle aynı değerde beyler olup onlar Fena Hüsrev’i küçük gördüklerinden, Hüsrev gereği gibi hükûmeti eline alamamıştı. Babası Rüknü’d-Devle, Şiraz’a giderek ve Mu’izzü’d-Devle de Bağdat’tan askerle vezirini göndererek, Hüsrev’in hükûmetini tesis edip kuvvetlendirdiler. O zaman mahlas ve lakap vermek hilafet makamına ait olduğundan, Halife Mutî tarafından Fena Hüsrev’e Adudu’d-Devle mahlası verildi.

      Horasan ve Maveraünnehir Emiri Nuh İbni Nasır Samani tarafından verilmiş olan emir üzerine Horasan Başkomutanı Mansur İbni Karatekin ise üç yüz otuz dokuz yılında bir büyük ordu ile Rey şehri üzerine yürüyünce,