Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

gidince, gizlice hazırlık yaparak, üç yüz yirmi sekiz senesinde askerini kayıklara bindirmiş, nehir yoluyla inip Vâsıt’ı zapt etmiştir.

      İbni Râik’e gelince, önceden geçtiği üzere memuriyet yeri olan Halep ve Kinnesrin tarafına vardığında hemen Humus ve Dımışk üzerine yürüdü. Ahşid memurlarını kovup, yirmi sekiz senesinde Şam bölgesini istila ettikten sonra Mısır’ı da istila etmek üzere Arîş’e kadar gitmiş ise de İhşid ona karşı çıkınca yapılan savaşta bozguna uğrayarak geri döndü. İhşid’in askeri Dımışk üzerine yürüyüp bu defa da onlar bozguna uğradı. Mısır İhşid’de ve Şam İbni Râik’te kalmak üzere haberleşerek kendi aralarında anlaşmışlardır.

      Bazı Ölümler

      Üç yüz yirmi iki yılında teşrifatçılardan Ebu Cafer, yüz kırk yaşına varmış ve duyguları sapasağlam olduğu hâlde vefat etmiştir.

      Zahirî mezhebi imamlarından, birçok meşhur eserin sahibi Abdullah İbni Ahmed İbni Muhammed İbni Müflis de üç yüz yirmi dört yılında hayat defterini dürmüştür.

      Üç yüz yirmi yedi yılında Şeyh diye bilinen Osman İbni Hattab Ebu’d-Dünya beka âlemine göçmüştür. Pek ihtiyar bir adamdı. Hatta derler ki bu adam, Ali İbni Ebu Talib (r.a.) Hazretleri’ne yetişmiş ve ondan bir sahife rivavet etmiş. Muhaddislerden çoğu kimse, bunun aslı olmadığını bildikleri hâlde rivayet etmişlerdir.

      Râzî’nin Ölümü ve Müttekî’nin Tahta Geçmesi

      Râzîbillah altı sene, on gün hilafet makamında bulunduktan sonra üç yüz yirmi dokuz yılı rebiülevvelinde vücudunun su toplaması nedeniyle öldü. Şair, güzel konuşan, aziz ve cömert bir insandı. İmam Begavî’den ve başkalarından hadis dinlemiş ve kaydetmiştir. Âlimler ve hoşsohbet kimselerle sohbet eden, eski usul üzere sanatkârlara ihsanlarda bulunan, bizzat işleri idare edip orduyu nizama sokan, bizzat minberde hutbe okuyan Abbasi halifelerinin sonuncusudur. Ondan sonra da bizzat hutbe okuyan varsa da pek nadir vuku bulmuştur. Gerçi onun zamanında Abbasi hilafeti zayıf düşmüş idi. Fakat hilafetin yine büyük şan ve itibarı var idi. Ondan sonra tamamıyla zayıflamaya yüz tutmuştur. Râzî’nin vefatında Başkomutan Beckem, Vâsıt’ta bulunduğundan, halife seçimi için Beckem’in kâtibi Abdullah-ı Kûfî’nin gelmesi beklendi. Kûfî’nin eliyle Beckem tarafından gönderilen mektubunda, Râzî’nin veziri olan Ebu’l-Kasım ve daha önce vezirlik yapmış olanlar, divan azaları, kadılar, Aleviler, Abbasiler ve şehrin ileri gelenleri, toplanarak halife seçimi meselesinde Kûfî’nin onlarla müşaveresi yazılmış olduğundan, yapılan istişarede merhum Muktedir’in oğlu İbrahim’in seçilmesine dair anlaşarak ona biat ettiler. Kendisine teklif edilen lakaplardan Müttekîlillah lafzını seçti ve hemen Beckem’e hilat ve sancak gönderdi. Beckem ise biatten önce saraya mübaşir gönderip beğendiği mefruşat ve ziynet eşyalarını aldırmıştı. Biatten sonra Selametü’l-Tolunî’yi Müttekî’ye perdedar tayin etti. Ebu’l-Kasım Süleyman’ı da vezaretinde alıkoyduysa da onda vezirliğin yalnızca ad ve unvanı olup her iş Beckem’in kâtibi olan Kûfî’nin elindeydi. Hâlbuki Beckem Vâsıt’tan Basra valisi olan İbni Beridî üzerine Torun adlı başbuğ ile gerektiği kadar asker sevk etmiş ve sonra kendisi de arkasından gitmiştir. İbni Beridî’nin bozguna uğradığı haberini alınca geri dönüp, avlanarak Vâsıt’a gelirken Nehr-i Cûr civarında bulunan Kürtlerde çok mal ve servet olduğunu duyunca onlara tamah ederek yanındaki küçük bir grupla Kürtlerin üzerine vardı. Kürtler savuşup firar etmişlerse de bir Kürt çocuğu mızrakla onu arkasından vurup katletmiştir. Bu haber Bağdat’a ulaşınca halife hemen Beckem’in gömülü olan hazinesini meydana çıkarttırarak büyük bir servete sahip olmuştur.

      Beckem’in maiyetindeki beş yüz kadar seçkin Deyalimli asker, Ebu Abdullah-ı Beridî’nin yanına gitti, İbn-i Beridî onlarla kuvvetini arttırarak, büyük bir askerî güç ile Bağdat’a geldi ve devleti istila etti. Fakat kötü huyluluğu, hırs ve tamahı nedeniyle halk onun zulmünden bizar olduğundan, bütün halk onun aleyhine ayaklanınca Bağdat’tan çıkıp Vâsıt’a gitti. Bunun üzerine Gültekin Deylemî nüfuz kazanarak, devletin idaresini eline aldı. Peşinden Şam Valisi İbni Râik, gelip Gültekin ile savaştı. Galip gelince halife tarafından da kendisine başkomutanlık verildi.

      Üç yüz otuz yılında Ebu Abdullahi’l-Beridî, kardeşi Ebu’l Hasan El-Beridî ile Bağdat üzerine Türk ve Deylemlilerden oluşan bir ordu sevk etti. Bu ordu Bağdat’a geldiğinde halk mukavemet edip haylice direniş gösterdiyse de sonunda bozguna uğradılar. Halife Müttekî ve oğlu, yirmi kadar süvari ile kaçtılar. İbni Râik de askeriyle çıkıp halifeye yetişti. Hepsi Musul emiri olan Nasıru’d’Devle İbni Hâmdân’dan yardım istemek üzere Musul’a gittiler. Nasıru’d-Devle, halifeye hürmet göstermiş ama İbni Râik’i idam etmiştir. Bunun üzerine halife, Nasıru’d-Devle’yi başkomutan atamış ve kardeşi Ebu’l Hüseyin Ali’ye hilat giydirip ona Seyfu’d-Devle ismini vermiştir.

      İhşid, o şekilde İbni Râik’in idam olunduğunu işittiği zaman Mısır’dan çıkıp Şam’ı zapt etti. Beridîler ise Bağdat’a girdikleri gibi sarayı yağmalamakla beraber ahaliye benzeri görülmemiş zulüm ve işkenceler yaparak, insanlığa yakışmayacak, alçakça hareketlere başvurdular. Türklerin başbuğu olan Torun ansızın Beridî’yi basmak üzere hareket etmişse de Beridî önceden haber alıp yanına Deylemlileri toplayarak ihtiyat üzere bulunduğundan, Torun’un hareketiyle Deylemîler savunmaya geçti. Torun yanında çok sayıda Türk askeri olduğu hâlde Musul’a geri dönünce, Beni Hâmdân onlarla kuvvet buldu. Müttekî ve Nasıru’d-Devle, çok sayıda asker ile Musul’dan çıkıp Bağdat’a yaklaştığında Beridî, Vâsıt’a kaçtığından, halife ile Başkomutan Nasıru’d-Devle Bağdat’a girdiler.

      Daha sonra Beni Hâmdân, Vâsıt tarafına doğru yola çıktı. Türk askerleri ile Torun da onlarla birlikte idi. Hâlbuki Ebu’l Hasan El-Beridî onlara karşı hareket etmiş olduğundan, Meydan civarında yapılan çarpışmada Beridîler bozguna uğrayarak kaçtılar. Nasıru’d-Devle Bağdat’a döndü, kardeşi Seyfu’d-Devle de askerle Vâsıt’a gitti. Fakat Beridîler, evvelce Vâsıt’ı terk ederek Basra’ya gitmiş olduklarından, Seyfu’d-Devle askeriyle Vâsıt’ta kalmış ve istirahat etmiştir.

      Azerbaycan Eyaleti uzun zamandır Kürtlerin elinde iken bu esnada Deylemîler eline geçmiştir. Yine o esnada, Rüknü’d-Devle İbni Büveyh, Rey beldesini istila etmiştir. Yine bu sene Rumlar, sınırı aşarak Halep’e kadar gelip, pek çok esir alarak geri dönmüşlerdir. Tarsus gazileri de Rum ülkesine girerek pek çok esir alıp salimen dönmüşlerdir.

      Üç yüz otuz bir yılı muharreminde Mu’izzu’d-Devle İbni Büveyh, Basra’ya gelip Beridîler ile savaşarak bir müddet orada kalmışsa da subaylarından bir kısmı, İbni Beridî’den aman dilemiş oldukları için diğerlerinden şüphelenerek savuşup gitmiştir.

      Yukarıda anlatıldığı gibi, Seyfu’d-Devle, Vâsıt’a inip oradan Basra’ya geçme niyetinde ise de askerî sevkiyata kâfi parası olmadığından kardeşi Nasıru’d-Devle’den para istedi ve o taraftan bir şey gelmediğinden, çaresiz Vâsıt’ta beklemekte idi. Maiyetindeki Türklerin başbuğu olan Torun ise onu küçümseyerek edep dışı muamelede bulunuyordu. Bağdat’taki Türk ve Deylem askerlerinin tavırları da iyi değildi. Nasıru’d-Devle, vaziyeti beğenmeyip üç yüz otuz bir yılı içinde Bağdat’tan çıkarak Musul’a giderken, Türkler ve Deylemîler onun konağını yağmaladılar. Vâsıt’ta da Türk askerler bir gece Seyfu’d-Devle’yi bastılar. Seyfu’d-Devle kaçmış, eşyası yağmalanmıştır.

      Ondan sonra Türklerin reisleri arasında ihtilaf çıkmışsa da Torun galip gelerek tamamını disiplin altına aldıktan sonra Vâsıt’tan hareketle ramazan sonlarında Bağdat’a geldi.