Чарльз Диккенс

Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt


Скачать книгу

bile daha etkileyici biçimde sunulan; düz, siyah, keçe gibi saçları düzensiz biçimde yüzünün yarısını kaplayan üzgün bir adamdı. Gözleri anormal biçimde parlak ve keskin; elmacık kemikleri yüksek ve belirgin, çene kemiği o kadar uzun ve inceydi ki onu inceleyen biri sanki bir tür kas kasılmasından dolayı yüzündeki deri bir anlığına çekiyormuş, sanki yarı açık ağzı ve değişmeyen ifadesi her zamanki görünüşü değilmiş sanırdı. Boynuna sarılı yeşil şalın püskülleri göğsünün üstünde sallanıyor; arada eski yeleğinin, dökük düğmelerinin aralarına giriyordu. Üstünde uzun siyah bir ceket ve altındaysa geniş, pasaklı bir pantolon ve her dakika daha da eskiyen büyük çizmeler vardı.

      Mr. Winkle’ın gözlerini ayıramadığı ve Mr. Pickwick’in: “Bu dostumuzun bir dostu.” derken eliyle gösterdiği yontulmamış adam buydu. “Bugün öğrendik ki dostumuz buradaki tiyatroyla bağlantılıymış, gerçi bunun pek bilinmesini arzu etmiyormuş ve bu beyefendi de aynı mesleğe mensupmuş. Siz içeri girdiğiniz sırada tam da bize bu bağlamda ufak bir anısını anlatmak üzereydi.”

      “Pek çok anı.” dedi dünkü yeşil paltolu yabancı, Mr. Winkle’a yaklaşıp alçak ve gizemli bir ses tonuyla konuşarak. “Değişik arkadaş, ağır işleri yapar. Oyuncu değil. Tuhaf adam, başına gelmeyen kalmamış. Kederli Jemmy deriz çevrede kendisine.” Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass, “Kederli Jemmy” olarak tanıtılan beyefendiyi nazikçe selamladılar ve geri kalan herkesi takip ederek brendi ve su siparişi verip masanın etrafına yerleştiler. “Peki öyleyse beyefendi.” dedi Mr. Pickwick. “Nakledeceğiniz anıya devam ederek bize bir iyilik edecek misiniz?”

      Kederli şahıs cebinden pis bir kâğıt tomarı çıkardı ve az önce not defterini çıkarmış olan Mr. Snodgrass’a dönerek, istifini hiç bozmadan, boş bir sesle: “Şair olan siz misiniz?” diye sordu.

      “O, o işlerle biraz uğraşıyorum.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass, sorunun aniliğinden dolayı biraz şaşırarak. “Ah! Şiir hayatı ışıkla doldurur ve müzik de onu görünür kılar. Birini boş süslemelerden ve diğerini de yanılsamalarından arındır ve ikisinde de yaşamaya ya da umursamaya değer ne kalır?”

      “Çok doğru, efendim.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass.

      “Sahne ışıklarının ardında olmak.” diye devam etti kederli adam. “Büyük bir kraliyet oyununda olmak ve ipek kıyafetlere ve şatafatlı kalabalığa hayran kalmak, tüm bunların arkasında olmak o incelikleri yaratan, umursanmayan ya da tanınmayan ve ister batsın ister çıksın, ister açlıktan ölsün ister hayatta kalsın, kaderlerinde ne varsa öyle olsun denilen insanlardan olmak demektir.”

      “Kesinlikle.” dedi Mr. Snodgrass. Çünkü kederli adamın çökük gözleri onun üstündeydi ve kendini bir şeyler söyleme zorunluluğunda hissetmişti.

      “Devam et, Jemmy.” dedi İspanyol gezgini. “Güneş şapkası çiçeği gibi, tüm o tepelerdekiler gibi. Vak vaklamak yok, konuş. Canlı görün.”

      “Başlamadan önce bir kadeh daha ister misiniz, efendim?” diye sordu Mr. Pickwick.

      Kederli adam söylenenlerden bir anlam çıkarıp brendi ve suyu karıştırdığı bardağın yarısını yavaşça mideye indirdikten sonra kâğıt tomarını açıp kulüp kayıtlarında Avare’nin Hikâyesi olarak kaydedilen bir sonraki olayı kâh okuyup kâh anımsayarak anlatmaya başladı.

      AVARE’NİN HİKÂYESİ

      “Nakledeceğim şeyin harikulade hiçbir tarafı yok.” dedi kederli adam. “Hatta alışılmamış bir yönü bile yok. İstek ve hastalık, hayatın pek çok aşamasında insan doğasının en sıradan değişikliklerine bahşedilen ilgiden daha fazlasını hak etmeyecek kadar olağandır. Bu notları bir araya getirdim çünkü başkahramanını uzun yıllardır tanıyordum. Onun ilerleyişini gerisin geriye, adım adım, bir daha doğrulamadığı o aşırı yıkıma ulaşana kadar takip ettim.”

      “Sözünü ettiğim kişi düşük bir pandomim oyuncusuydu ve kendi sınıfından olan pek çok kişi gibi bağımlı bir ayyaştı. İyi günlerinde, aşırılık yüzünden bitkin düşmeden ve hastalıktan bir deri bir kemik kalmadan önce iyi bir maaşı vardı ki eğer dikkatli ve sağduyulu olsaydı o maaşını birkaç sene daha almaya devam edebilirdi. Uzun yıllar boyu değil çünkü bu adamlar ya erken ölürler ya da geçim için ihtiyaç duydukları yegâne şey olan fiziksel dermanlarını, bedensel güçlerini gereksiz yere zorlayarak erken yaşta kaybederler. Peşindeki günahlar onu o kadar çabuk bertaraf etti ki onu tiyatroda gerçekten işe yarayabileceği alanlarda görevlendirmek imkânsız hâle geldi. Barların çekiciliğine karşı koyamıyordu. Eğer aynı yolda devam ederse ihmal edilen hastalık ve çaresiz yoksulluk kesinlikle onun ölümünün nedenleri olacaktı ve sonuç tahmin edilebilirdi. Hiçbir iş bağlayamıyordu ve ekmeğe ihtiyacı vardı.”

      “Tiyatro meseleleriyle biraz bile ilgili olan herkes büyük kuruluşların sahnesinin dibinde ne tür kılıksız, yokluk çeken insanların olduğunu bilir. Sürekli iş bulan aktörler değil ama bale insanları, geçit insanları, cambazlar gibi bir pandomim ya da paskalya gösterisinde kullanılmış sonra da büyük izleyici kitlesine sahip bir yapımda yeniden hizmetlerine ihtiyaç olana kadar salınmış insanlardır bunlar. Adam böylesi bir hayata sığınmaya mecbur bırakılmıştı ve düşük bir tiyatroda her akşam bir rol almak ona haftalık birkaç şilin kazandırdı ve kendini eski eğilimlerine kaptırmasına neden oldu. Bu kaynak bile kısa süre sonra suyunu çekti; düzensizlikleri normal şartlarda kazanabileceği sempatiye meyil vermeyecek kadar büyüktü ve ara sıra dostlardan ödünç alarak ya da en düşük tiyatrolarda ufak tefek roller kaparak kazandığı üç beş kuruş dışında resmen açlık sınırına kadar düşmüştü ki zaten eline geçen her kuruşu eski alışkanlıklarına harcıyordu.”

      “Bu aşamada bir senedir ayakta kalmayı başarmıştı ve kimse bunu nasıl başardığını bilmiyordu. Ben suyun Surrey’ye kıyısı olan kısmındaki bir tiyatroda kısa bir işe girmiştim ve bu adamı da orada gördükten sonra bir süre izini kaybettim. Ben taşrayı geziyordum, o da Londra’nın geçitlerine ve ara sokaklarına sığınıyordu. Bir gün ben eve gitmek için üstümü değiştirmiş çıkarken de sahneden geçerken omuzuma dokundu. Arkamı döndüğümde gözümün önündeki o iğrenç görüntüyü asla unutmam. Pandomim yapmak için giyinmişti ama bir palyaçonun tüm absürtlüğünü yansıtıyordu. Dance of Death oyunundaki hayaletimsi figüranlar, muktedir ressamların tuvale çizdikleri en korkutucu resimler bile bu kadar dehşet verici bir görüntüyü sunmamıştır. Şişkin vücudu ve küçülmüş bacakları, -bu kısımlardaki deformasyonlar saçma kostümle yüze katlanıyordu-cam gibi gözler, yüzünün resmen bulandığı kalın beyaz boyayla tezatlık oluşturuyor; anlamsızca süslenmiş, kontrolsüzce titreyen baş, beyaz tebeşirle ovalanmış uzun incecik eller… Bunların hepsi ona hiçbir tanımlamanın tam anlamıyla bir fikir veremeyeceği ve bugüne kadar her düşündüğümde içimi ürperten o gudubet ve doğaya aykırı görünümü veriyordu. Beni kenara çekip uzun bir liste hâlinde, yarım yamalak biçimde hastalıklarını, sıkıntılarını anlattığı sesi boş ve titrekti ve her zamanki gibi önemsiz bir miktarda borç isteğiyle sonlanıyordu. Eline birkaç şilin bıraktım ve arkamı döndüğümde kükrercesine bir kahkaha ve sahnedeki ilk taklasını duydum. Birkaç gece sonra, bir oğlan çocuğu elime adamın üzerinde kurşun kalemle çok kötü hasta olduğunu ve oyundan sonra onu tiyatroya hiç de uzak mesafede olmayan filanca caddedeki -adını şimdi unuttum- evinde ziyaret etmem için yalvardığını bildiren pis bir kâğıt parçası sıkıştırdı. Elimden gelen en kısa sürede gideceğime söz verdim ve perdeler indikten hemen sonra duygusal görevime koyuldum.”

      “Saat geç olmuştu çünkü sahneye en son çıkan bendim ve bu yardım kuruluşu adına düzenlenen bir gece olduğu için performanslar