Gülsoy Murat

602. Gece


Скачать книгу

kurulunun raporu çok çarpıcı tespitler (!) içeriyor:

      RADYO İDARESİ DENETİM KURULUNA

      1) Yazar, hikâyesinde, “Çalış-kur” adını verdiği bir apartımanı ve bunun dört katındaki rüşvet teklifinden gelir vergisi kaçakçılığına, aile içindeki zinadan iskatı cenin ticaretine kadar, olmadık kusurlarla malul, kiracılarını tasvir etmektedir.

      2) Her beşerî camiada olduğu gibi, bizim cemiyetimizde de tek tük mütereddi tiplere, her ne kadar rastlanmakta ise de, şunu da kabul etmek lazımdır ki, bu gibi tezahürler bizde büyük bir istisna teşkil etmekte ve milyonda ya bir, ya iki kişiye inhisar etmektedir.

      Bu şekilde maddeler halinde devam eden raporda kiracıların kötü gösterilmesine karşın fakirlerin iyi gösterilmesinin manidar bulunduğu ifade ediliyor. Bu türden eleştirinin örneklerine seyrek de olsa bugün rastlamak mümkün. Ama bir başka eleştiri şekli var ki, sanırım modası hiç geçmeyecek; Haldun Taner birebir parodisini yapıyor:

      … Okudum son yazısını. Sevmiyorum o yazarın dilini… Yeteri kadar özenmiyor yazısına, yer yer Osmanlıca, Frenkçe tilcikler katıyor kişilerinin sözlerine… Örneğin, “Fizik problemi” diyor. “Grekoromenci”, “Konkur”, “Kontrlümyer”, “Anemi” gibi Frenkçe; “Vallahi”, “Mütareke”, “idadi”, “ittihadı terakki” gibi Osmanlıca tilciklere yer veriyor konuşmalarda. Kişilerini ille gerçekte konuştukları gibi vermek zorunda değildir ki yazar… Grekçe konuşmuyor mu Sofokles’in kişileri? Onları çeviride öz Türkçe konuşuyor görünce yadırgıyor mu okur? Kuşağı, çevresi, kültür durumu ne olursa olsun, bütün kişilerini öz Türkçe konuştursa ne eksilir yazısından; ayrıca devrik tümceden de faydalanmıyor yeteri kadar…

      Ama Ayışığında Çalışkur bu kadarla kalmıyor. Çok daha şaşırtıcı bir bölümle devam ediyor. Bu yeni bölüm, ilk okuduğumuz metnin gözden geçirilmiş yeni versiyonudur. Bu yeniden yazım sırasında tüm eleştirilerin gerekleri yerine getirilmiştir. Gerçekte yapılması imkânsız bir düzeltme işlemi! Okurun tüm düzeltileri izleyebilmesi için de yazar kitapta sağ ve sol sayfalarda her iki metni de akıtmaktadır. Yani sol sayfada ilk okuduğumuz “orijinal” Ayışığında Çalışkur, sağ sayfada ise “düzeltilmiş” Ayışığında Çalışkur basılmıştır. Eklenen sözcükler kalın dizilmiş, okurun özellikle bunları görmesi sağlanmıştır.

      En önemli eleştiri yazarın sınıfçılık ve zengin düşmanlığı yapması olarak öne çıkmış olduğu için yeni versiyonda tiplerin ahlaki tutumları tam tersine çevrilmiş, Çalışkur Apartmanı’nın zenginleri (kapıcısı ve bekçisi de) namuslu, terbiyeli hale gelmiş; şehrin fakir mahallelerinden gelen iki genç ise düpedüz karanlık tiplere dönüşmüştür. Diğer eleştiriler de birebir uygulandığı için ortaya çıkan metni okumak ayrı bir zevk vermekte, mesnetsiz eleştirinin gerekleri yerine geldiğinde nasıl bir garabetin ortaya çıktığı gözler önüne serilmektedir. Elbette bu metin bittikten sonra gelen ikinci yorumlar kısmında bu okurların memnun olup olmadıkları da verilmiştir.

      Ayışığında Çalışkur’u okuduğunuz zaman, kurmacanın olanakları üzerine düşünüyorsunuz ama daha önemlisi iktidarın ürettiği söylemin ve sanatın nasıl ustaca çirkinliklerin üzerini örttüğünü anlıyorsunuz. Bu tür metinleri okumak, kurmacanın büyüsünü gerçekten de bozuyor. Çünkü yazar, şu değil de bu cümleyi kurmuş olsaydı nasıl da anlamın hızla değişebileceğini görüyorsunuz; çeşitli istek ya da baskılar sonucunda ne gibi değişiklikler yapmak durumunda kalabileceğini bir kez okuduktan sonra hiçbir metnin masum olamayacağını hissediyorsunuz. Mahaffey’in “Modernist zor metinleri neden okumalıyız?” sorusuna verdiği yanıtı burada bir kez daha hatırlamak gerekli. Üstelik Haldun Taner’in bu metni Mahaffey’in kastettiği modernist metinler gibi zor olmak bir yana, hem akıcı hem de eğlencelidir. Ama ilk okumada çok kolay görünen bu metin, farklı okumalara olanak veren ve farklı konulara açılım sağlayan bir çalışmadır. Mahaffey’in dediği gibi, bu metni okumak kişinin çevresini saran ideolojik söylemleri de okumasına olanak veren düşünsel bir alıştırma niteliği de taşımaktadır.

      Modernist edebiyatın, özellikle roman geleneği içinde bilinçakışı tekniği ve deneycilikle anıldığını söylemiştim. Haldun Taner’in metni de deneysel bir edebiyat eseridir. Daha önce benzeri olmayan, çok özgün bir çalışmadır. Her iyi deney gibi o da bize sadece edebiyat teknikleri, anlatım biçimleri hakkında değil, aynı zamanda gerçeklik ve onun algılanışı konusunda da yeni bir bakış açısı verir.

      Daha yakın zamandan birkaç örnek vermek gerekirse, Beşpeşe projesi de bu türden bir deneydir.36 Kendine has bir baskı tekniğiyle üretilen bu kitap için tasarımcısı Bülent Erkmen nesne-kitap diyor. Bülent Erkmen’in sadece kitabın nasıl basılacağını değil nasıl yazılacağını da tasarlaması bu kitabı ilginç kılıyor. Beş yazar tarafından sırayla yazılan beş bölümden oluşuyor roman. İlk yazar ilk bölümünü yazıyor (elbette Murathan Mungan çok meraklı bir hikâye başlatıyor) ve ardından kitaba ikinci yazar, ilkinin bıraktığı yerden devam ediyor. Sonra o bitirince üçüncü devam ediyor ve sonra dördüncü sürdürüyor romanı ve ardından beşinci yazar kitabı tamamlıyor. Bir oyun gibi… Geriye dönüp başkalarının yazdıklarını değiştirmek yok. Onun dışında yazarlar diledikleri gibi yazıyorlar. Teslim aldıkları hikâyeyi farklı yönlere nasıl çekiştirdiklerini ve de kendi üsluplarını başkalarınınkiyle nasıl buluşturduklarını izlemek gerçekten de çok öğretici. Hem anlatılan hikâyeyi izliyorsunuz hem de yazarların hikâyeyle ve diğer yazarlarla yaşadıkları gerilimleri okuyorsunuz. Ayrıca, sanatçının/romancının bireyselliği, sanatın kolektivizmle ilişkisi, romanın bir kurmaca olarak sınırlamaları, roman gerçekliğinin değişebilirliği ve bunun alımlanma şekli, hikâye ile yazarın birbirini sınaması gibi roman sanatının kendine dair sorularını ortaya çıkarıyor bu çalışma. Tıpkı diğer modernist yapıtların yaptığı gibi yine edebiyatın kendi meselelerini edebiyat eserinin asıl meselesi haline getiriyor. Önemli bir edebiyat deneyi…

      Yakın dönemdeki modernist eserler Bülent Erkmen’in tasarımlarıyla sınırlı değil elbette ama bir başka çalışmasını daha anmadan geçmek haksızlık olacak. 32 Büst kitabının alt başlığı Otuz İki Fotoğraf İçin Yazılmış Yalanlar. Faruk Ulay’ın 32 kişinin büst fotoğraflarına bakarak yazdığı 32 öyküden ve bu fotoğraflardan oluşan kitabın ilginç yanı ciltlenme şekli. Kitabı elinize alıp sayfalarını çevirmeye başladığınızda sadece metin kısmını görüyorsunuz. İki sayfada bir henüz kesilmemiş iki sayfa olduğunu fark ediyorsunuz. Öyküye ilham veren kişinin fotoğrafı o içerideki iki sayfaya gizlenmiş durumda. Ancak sayfayı biraz eğip bükerek iki sayfa arasındaki boşluktan bakıp o kişinin büst fotoğrafını görebiliyorsunuz. Bu da düşündürücü bir etki yaratıyor. Çünkü belden yukarısı çıplak olan bu kişilerin fotoğraflarına gizlice bakıyormuşsunuz gibi oluyor. Yok, eğer bu sayfaları kâğıt açacağıyla kesip ayırırsanız kişinin görüntüsü ortadan ikiye bölünerek zıt sayfalarda kalıyor. Yani sol yarısı sağ sayfada, sağ yarısı sol sayfada. Kitap yayımlandığında çok sayıda habere ve tartışmaya konu oldu. Basın kitabı haber yaparken bu ünlü kültür ve sanat insanlarının çıplak fotoğraflarıyla haberlerini süsledi. “Enteller soyundu” gibi başlıklarla okurlara sunulan haberlerde açıkça entelektüel düşmanlığı yapıldı.

      İlk başta ben de haberleri okurken kızdığımı, iki alanın, sanat ve magazinin bu şekilde birbirine dolanmasından hoşlanmadığımı, bir grup sanatseverin ve okurun dışına bu projenin taşmaması gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa üzerine biraz daha düşündüğümde, bu “taşmanın” yani verilen tepkilerin aslında projenin (deneyin) sonuçlarından başka bir şey