Betül Ak Örnek

Bir Yolculuktur Aşk


Скачать книгу

an bir fani…

      Hayat yolculuğunda yönünü bulmaya çalışan bir kul…

      Birlikte yürüyelim ne dersin?

      Bu geçici yolun kalabalığında birbirimizi anlayanlarla bir araya gelebilirsek daha iyi idrak ederiz yolculuğumuzun sebebini.

      Ben Betül.

      Sıradan bir fani…

      Yolunu satırlarda bulmuş; noktaları varış, virgülleri durak olmuş Allah’ın aciz bir kulu…

      Birlikte dinlenelim ne dersin?

      Duraklarımız “biz”lik durağı olursa seninle ben kalabalıklardan sıyrılıp daha çabuk revan oluruz yola.

      Hem kim bilir, belki bu yolculukta kendimizi buluruz ya da bulmak istediğimizi…

      Betül Ak Örnek

      1988 yılında İstanbul Sarıyer’de doğdu. Ailenin tek çocuğudur, doğma büyüme Sarıyerlidir.

      2008 yılında Fatih Örnek ile evlenmiş 2010 senesinde Eymen Kerim 2017 yılında ise Ali Mirza adında iki evlat sahibi olmuştur.

      Üniversitede yönetim alanında bitirmiş olduğu bölümün, özel bir bankada yaptığı staj ve açtığı özel işletme deneyiminden sonra kendisine uygun olmadığını anlayıp sosyoloji bölümüne yönelmiştir. İlk çocuğu Eymen Kerim’i büyütürken kişisel gelişime ve yazmaya odaklanarak ilkokul yıllarından gelen yazma yeteneğini aldığı profesyonel koçluk eğitimiyle birleştirmiş hayatı sorgulamaya ve yazmaya başlamıştır.

      2015 yılından beri özel bir lisede eğitim ve öğrenci koçluğu yaparak öğrencilerin yanlış seçimler yapmasını engellemek amacıyla özellikle kendilerini tanıma ve meslek seçimi programlı çalışma, hedef belirleme, motivasyon konularında yardımcı olmaktadır.

      Hayykitap’tan yayımlanan kitapları:

      Bir Yolculuktur Aşk, Şubat 2020

      Bu kitap evlatlarım Eymen Kerim’e ve Ali Mirza’ya hediyedir.

      Bir Yokmuş

      “Bir varmış bir yokmuş” ile başlar tüm masallar çünkü varlıkla yokluğun arasında gidip gelir anlatılanlar. Eğer sana bir masal anlatacak olsaydım dost, “bir varmış bir yokmuş” diye başlardım sözlerime, ancak insanlarla ilgili bir şey anlatacak olsaydım, yalnızca “bir varmış” derdim çünkü ehli irfanın, “Biz bu dünyaya var olmaya değil, yâr olmaya geldik” sedası bakır yaprakların arasında savrulup unutulduğundan beri insanların tek derdi var olmak, varlıklı olmak…

      Lakin ben sana kendimle ilgili bir şeyler anlatacağım, en çok kendime söylemek istediklerimi yazacağım sana. O yüzden ilk sözüm, bir yokmuş olacak…

      Kendine sefer eylemiş bir kızın hiçliğinin farkına varma hikâyesi bu.

      Bir yokmuş…

      Eskilerde doğmayı unutup modern zamanların birinde, bir sonbahar günü dünyaya gelen bir kız çocuğu varmış. Adını “Elif” koymuş büyükannesi. İnsanların türlü hilelerine karşı duruşu hep dik olsun, zalime boyun eğmesin, Allah’tan başka kimseye muhtaç olmasın diye “Elif” demiş kızın adına. İnce gerdanına –

– elif harfi işli kolyeyi takıp, kulağına bahar rüzgârından tatlı bir sedayla fısıldamış: Senin adın “elif”!

      İnsanlar adıyla yaşar ya, Elif’in de adının manasını yaşamak için birkaç sınavdan geçmesi gerekliymiş. Öyle ya, önce babasını, sonra büyükannesini ve en acısı, yaşarken annesini kaybetmiş, manen. Penceresinin kenarından anlamaya çalışırken hayatı, bir adam görmüş. O kadar susamış ki sevilmeye, bir bakışla titremiş; heyecanlı elleri büyükannesinin emaneti olan elif kolyesini düşürmüş pencerenin altındaki adamın ayaklarının önüne. Adam elifi de almış, Elif’i de… Ve ardından yitip gitmiş, hiç gelmeden. Adamın gidişiyle Elif de elifliğinden şüpheye düşüp bir yolculuğa çıkmaya karar vermiş.

      Bu yolculuğa gerçek benliği bulmak, “Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım” hadisindeki Yaradan’ı tanımak gayesiyle çıkmış. Öyle ki, bu yolculuk kendinden yüreğine doğru çıktığı bir sefermiş.

* * *

      Bu dünyaya gözlerini açan herkes ömür yolunda yolcudur. Kimi kısa kimiyse uzun kalır bu yolda, lakin önemli olan ne kadar çok kaldığın değil, ne kadar çok anladığındır. Bu yol bakma değil, görme yoludur. Kim ki yaşamak için yürür, bu yolculuğu anlamamış olur.

      Bu yol, yürümek için yaşayanların yoludur!

      Biz seferden sorumluyuz, zaferden değil.

Selahattin Eyyubi

      Bölüm 1

      Arayış

      Sevmek

      Ben Elif. Kendi içimde çıktığım yolculuktan hasbihal edelim istiyorum.

      Öyle bir yolculuk ki, tırtılın kelebek, tohumun fidan olurken çıktığı meşakkatli yolculuk gibi, ben de bu zorlu yolun sonunda aradığıma ulaşma duasındayım.

      Öyle bir yolculuk ki, hikâyemin başı da sonu da aynıdır; bir tek cümleye sığdırmak istesem, “damlanın içindeki okyanusu keşfetmeye başlama uğraşıdır,” diyebilirim.

      Elbet yalnızlık Allah’a mahsus… Benim de bu yolda yanımda can yoldaşım Kısmet var. Kısmet, dünyanın en vefakâr kedisi. Turuncu tüylü, pofuduk arkadaşım kâh kendisini aslan sanıp ağzını kükreyecek gibi kocaman açar ama sadece esneyip pencere kenarındaki yerini alır ve saatlerce sokağı izler, kâh oturup dizimin dibine başını yana yaslar, çıt çıkarmadan uzun uzun dinler anlattıklarımı. Sevilip okşandıkça mayışır; ben onu, o da beni çok sever de böylece anlaşırız. Kalabalıklarla aram hiçbir zaman iyi olmadığından ve gönlüme göre bir dost bulamadığımdan benim ufak dünyamda Kısmet en kıymetli yoldaşımdır.

      Kısmet’le yürüyüşe çıkıp ağaçların sallanan dallarıyla yaptıkları müziği dinler; bazen bir duvar dibine yaslanıp birlikte kitap okur, çiçekleri konuşur; yaprakların üstüne düşmüş çiğ tanelerini, yerinde duramayan yaramaz bulutların girdikleri şekilleri izleriz. Şehrin keşmekeşinden kaçıp bir ağacın altına sığınır, ufak bir yaşam alanı kurarız kendimize. Bazen Kısmet beni unutup bir kelebeğin peşinde koşturur, bazen de ben yüzüme nazikçe değen rüzgâra kapılıp kapatırım gözlerimi, onu unuturum ama asla kırılmayız birbirimize. Yalnız kalmaya ihtiyacımız olduğunda bunu anlar, böylece saatler geçirdikten sonra eve döneriz.

      Dönüş yolculuğunda sohbet ederiz Kısmet’le. Kimi zaman dertlenip içimi dökerim, bazen cevap bulamadığım sorularımı ona sorar ve böylece tekrar düşünürüm. Yolumuz hep böyle muhabbetle geçer.

      Muhabbet demişken…

      Yıllar önce bu kelime üzerine uzun uzun düşünürken babamın bana anlattıklarını hatırlıyorum.

      “Muhabbet, Arapça ‘sevgi’ anlamına gelen ‘hubb’ sözünden geliyor; sonra bu kelimeden ‘dost, sevgili’ anlamına gelen ‘ha-bib’ türemiş. Bizim anladığımız manada ‘muhabbet’ kelimesini karşılayan Arapça kelime ise ‘sohbet’, kelimenin faili ise ‘sâhib’; yani biri sizi seviyor ve sohbetinize layık görüyorsa sizin sahibinizdir, siz de onun…”

      Babamın nahif sesinden işittiklerimi hatırladıkça tüm hücrelerim ayaklanıyor; bir kelime bir düşünüşe, bir düşünce arayışa, bir arayış ise eninde sonunda hakikate yaklaştırıyor beni.

      Düşünüyorum… Muhabbet edenler sevgilidir. Biri bizi sohbetine layık görüyorsa sahibimizdir ve biz de ona sahibizdir.

      Soruyorum… Peki bizlere en çok seslenen, bizimle en çok muhabbet eden ve bizi hiç unutmayan kimdir ki aynı zamanda sahibimiz de olsun?

      İdrak ediyorum… Yüce Yaradan gönderdiği kitap vesilesiyle bir nevi muhabbet etmiyor mudur bizlerle? “Ey benim kullarım” derken bizi düşünüp uyarmasıyla, iyiyi kötüyü buyurması, eski kavimlerin misallerini anlatıp hata yapmamızı istememesi, müjdeleri, tesellileri geliyor aklıma. O anda sanki içimi kaplayan kara bir bulut varmış