Betül Ak Örnek

Bir Yolculuktur Aşk


Скачать книгу

oynardık; bazen daha büyük çocuklar korkutucu hikâyeler anlatır, karanlıkta ortaya çıkan yaratıklardan bahsederek hepimizi korkuturlardı. Böylece içimde kalan karanlık korkusuyla büyüdüm; odama çıkarken tüm ışıkları yaktım, uyurken mutlaka gece lambamı açtım ve geceleri hiç tek başıma dışarı çıkmadım.

      Ancak sevdiklerim dünyadan tek tek göçtüğü zamanlarda karanlıkla arkadaş olmaya başladım çünkü gözyaşlarımı özgürce, sakınmadan akıttığım zamanlar hep karanlık zamanlardı.

      O karanlık zamanlarda umutla güneşin doğmasını beklediğim birçok gece geçirdim. Sırf gecenin o en zifirî ânından sonraki güneşin muazzam ışıklarını gösterip göz kırpan hâline sevdamdan, geceye hikâyeler anlatarak uykularıma veda ederdim; ne ki sırf geceye doğan güneş bir parça umut verirdi bana.

      Kâinat, seherin en bereketli vakti olan fecr-i sadık ânında soğuk bir rüzgârla fısıldardı: Sabır, her gecenin en karanlık zamanından sonra elbet bir ışık yanacaktır.

      Babamın bir zamanlar bana anlattığı Çin felsefesi yin-yang’ın da söylediği gibi, “her siyahın içinde bir beyaz, her beyazda ise bir parça siyah vardır.”

      Şüphesiz dünya zıtlıkların uyumuyla dönüyor. Her şey kendi zıddını taşıyor; doğumla birlikte ölüm başlıyor, çıkışlar inişlere gebe; filiz veren başak kuruyup toprağa karışıyor da zamanı gelince tekrar filizleniyor ve gündüz geceye, karanlık ışığa dönüşüyor.

      Zıtlıklardan meydana gelen birlik, ahenk, düzen… Öyle bir sistem ki, toprağın derinliklerinde karanlık ve ıslak bir yere tohum ekiyorsunuz, o tohum yeryüzünde filiz verip silkinerek çıkıyor saklandığı yerden ve gökyüzüne yükseliyor. İşte ben de yeryüzünden gökyüzüne, karanlıktan ışığa bu muazzam yolculuktan feyzle ne zaman karamsarlığa kapılsam şafak vaktini bekler, güneşin karanlığı aydınlattığı o âna tanıklık edip ibret alırım ta çocukluğumdan beri.

* * *

      Bu güzel gecede Kısmet’le birlikte oturuyoruz bir kaldırıma, böylece anlatıyorum ona düşüncelerimi güneş doğana kadar. Bir mum yakıyoruz karanlığa, gölgemizle oynayıp şarkılar mırıldanıyoruz, sarılıyoruz birbirimize ve bir dua tutturuyoruz dilimizde:

      Allah’ım benim kendime bile bir fayda sağlama imkânım yokken beni bana bırakma. Ben, beni sana bıraktım.

      1. Durak

Cehennem ateşi düşünülerek cennet kokusu duyulmazGül düşünürsen gülistan, diken düşünürsen dikenlik bulursun

      Yalnızlık

      Hepimiz dünyaya gönderildiğimizde bir anne ve babanın himayesi altında oluyoruz. Ancak her anne baba emanete maalesef gereken ehemmiyeti göstermiyor ya da bazılarımız benim gibi dünya yolculuğuna kayıplarla, o kutsal koruyucuları olmadan devam etmek durumunda kalıyor.

      Benim kaybım da büyüktü, kelimelere dökülemeyecek kadar. Ailemizi ayakta tutan babamın aramızdan ani ayrılışı ve annemin manevi olarak benden giderek uzaklaşmasıyla, kimi kimsesi olmayan biri değilsem de içimdeki yalnızlıkla kendimi kimsesiz buldum.

      Yalnız kalan her beşer gibi önce tanıdıklarıma yöneldim; arkadaş, akraba, komşularla teselli olmaya, onlarla can bağı kurmaya niyetlendim. Tüm heveslerimi, hikâyelerimi, umutlarımı toplayıp bir buketle gittim kapılarına; haset ve gıybetle darmadağın ettiler. Kime birazcık aralasam yaralı yüreğimi, biraz daha acısın diye incittiler, kanattılar. Bugün dostken yarın düşman olabilenler gördüm, yüzüme gülüp arkamdan konuşmaya başladılar. Ben derinlere inmeye çalıştıkça sanki bir uçurumun kenarına itiliyor gibiydim; kimi çok sevip tutunduysam elim boş kaldı; kimi tanımak için parçaladıysam yüreğimi, yerinden koptu damarlarım.

      Anladım ki dostlar, yanlış bir şey yapıyorum ki kapılar sürekli yüzüme kapanıyor. Sonra düşündüm. Öyle birini tanımam, öyle biriyle hemhâl olmam gerek ki beni hiç terk etmesin, ebedî sevgisiyle sarsın.

      Babamın Sevgili’ye varışından sonra ancak toparlanabildiğim zamanlardı ve ben bu beyhude arayışımda tekrar yalnız ve gariban kalmıştım.

      Ama zamanla yalnızlığımla baş edecek yollar bulmaya başladım.

      Yine böyle günlerden birinde, odamın eski penceresine usulca yanaşıp köşesine oturuyorum, kapıyorum gözlerimi. Eskiden de babamla böyle karşılıklı oturup sohbet ederdik. Şimdi hatıra olan anlar gelince aklıma, genzimden aşağı zehir gibi bir özlem acısı inerek yakıyor ciğerlerimi. “Canım babam olsa şimdi ne derdi bana?” diye hayal etmeye çalışırken, gökyüzünde uçan güvercinlerin kuyruğuna takılıp gözlerimi kapatıyorum. Karşımda babam…

      “Benim güzel yürekli kızım, düşün ki içinde yaşayanların sayısı belli olmayacak kadar kalabalık uçsuz bucaksız bir ülkede yaşıyorsun. Bu ülke öyle güzel bir yer ki, ahenk ve düzen hiç bozulmuyor; insanlar arasında dostluk ve huzur hâkim, çeşitli meyveler sebzelerle zengin toprakları var. Yağmur, rüzgâr, güneş ve kar sırasıyla uğrayıp türlü güzellikler ve bereket getiriyor. Tüm bu sistemi kuran bir padişah var. Kendisi bir kalede yaşıyor, kimse onu göremiyor, sadece bu ülkeyi yöneten kişi olduğunu biliyorlar o kadar. Sen olsan bu padişahın kim olduğunu bilmek, onu tanımak ister miydin?”

      “Tabii isterdim babacığım, çok merak ederdim. Böyle güzel bir ülkeyi yöneten kişi mükemmel biri olmalıdır. Onunla saatlerce muhabbet etmek isterdim, bir de yaptıkları için çokça teşekkür ederdim.”

      “Evet, haklısın kızım. Ben de olsam senin gibi yapar, muhabbetlerim ve çokça teşekkürle birlikte onu tanımak isterdim. Senin yapman gereken de tam bu, içinde bulunduğun kusursuz kâinatın efendisini dinle, oku, anlamaya çalış, yönünü Yaradan’a döndür ki rotasız kalmayasın. ‘Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim,’ hadisini hatırla. Yaradan, kulunun kendisine yakınlaşmasını ister; bu isteğinin de öyle körü körüne bir bağlılıkla değil, O’nu tanıyıp anlayarak ve bilerek gerçekleştirilmesini diler. Bu dileğin tabii ki Yaradan’a bir yararı yoktur, O’nu tanımak bizim ihtiyacımızdır ki, O da sonsuz rahmetiyle bu ihtiyacı karşılamak için bilinmek ister. Kul, Yaradan’ı bildikçe huzur bulur; Yaradan’ı tanıdıkça şükreder; Yaradan’ı sevdikçe de sevgisi karşılık bulur ve böylece sonsuz bir sevgiyle sarılır. O yüzden kızım, içini daraltan tüm bu olayları bir kenara bırakıp artık tanıman gereken gerçek varlığa yönel.”

      İrkilerek açtığım gözlerimden yaşlar akıyor. “Allah her kulunu çeşitli zamanlarda bazı olaylarla kendisine yönelmesi için uyarır, ona işaret gönderir,” diyen babam az önce karşımda aslında bana yapmam gerekeni anlatmamış mıydı? Anlıyorum ki tüm bu olanlar bana gönderilen uyarı işaretleriydi. Şer gördüğüm yaşadıklarımın sonucu aslında Yaradan’ın gönderdiği mesajı açabilmemi sağlıyordu; hem de bir kelebeğin kanat çırpışı kadar narin ve sessiz bir mesaj ama gelin görün ki bendeki yankısı gök gürültüsü, içimi yerle bir eden fırtına şiddetindeydi.

* * *

      O akşamdan sonra içimdeki gök gürültüsüyle çarpan kalbim sonunda idrak ediyor ki, önce Yaradan’a yönelmem gerek. Hakikate yaklaşmanın ilk adımı beşer içinde yalnız kalıp Yaradan’la kalabalık olmakmış.

      İlerlemek

      İnsanoğlu hayata teşrifinden ölümüne kadar usulünce ve telaşsız bir devinim içinde değişiyor. Bir bebeğin büyürken her hafta, her ay geçmesi gereken aşamalar, çoğunlukla hiçbir etkiye gerek duymadan, doğasına uygun olarak gerçekleşiyor. Önce bebeğin saçları dökülüyor, sonra daha güçlü çıkıyor; ağlama refleksi bilinçli seslere dönüşüyor, çelimsiz gibi görünen bacakları yürümeye-koşmaya başlıyor, hatta ne kadar