Betül Ak Örnek

Bir Yolculuktur Aşk


Скачать книгу

başladım. Sayfaların arasında mutlaka beni ileri taşıyacak bir cümle, bir işaret olmalıydı. Günlerce, gecelerce soluksuz okudum. Susamışın suya kanması gibi, bazen bir cümleyi on kez, yirmi kez okudum. İdrak edemiyor, güçlük çekiyordum ki bu normaldi çünkü görmesini bilmiyor, özünü göremiyor, sadece kelimelerin birleşip ortaya çıkardığı anlamı idrak etmeye çalışıyordum. Resim sanatından anlamayan birinin tuvaldeki fırça darbelerine anlamsız çizgiler olarak bakması gibiydi görüşüm. Kaba, tuhaf, yabancı bir bakış…

      Zamanla tüm bunların ilerlemeye başlamak için bir ön hazırlık aşaması olduğunu fark ettim. Kâinattaki her şeyde olduğu gibi… Bir bebeğin de bir ağacın da doğup büyüme yolculuğu nasıl ki fıtratındaki gibi telaşsız ve usulüne uygun ise, benim yolculuğum da öyle olmalıydı. Evrende hiçbir şeyin acelesi yoktu; ağaçlar filiz vermek için baharı, kuşlar göçmek için soğuk havaları bekler; tırtılın kelebek olmak için kozasında olgunlaşmaya ihtiyacı vardır ki uçabilsin.

      Bir balon nasıl ki fazla nefes verildiğinde patlarsa, kapasitesinden fazla dolan kap nasıl ki dolup taşarsa, Yaradan biliyordu ki benim henüz derinlikten uzak gönül kabım da bir anda haddinden fazla ilimle dolarsa yüreğim bunu kaldıramaz, infilak ederdi. Belki isyana düşer, anlamlandıramaz, algılayamazdım çünkü şu an içinde bulunduğum hâl henüz Allah’ın merhametli ve zarif yolundan uzaktı. Çok şükAllah kendi yoluna yaklaştırırken şok etkisiyle değil, tüm bu ufak nazik işaretlerle beni uyarıyor, adeta, “acele etmeden devam et kulum,” diyordu.

      Oku

      Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

      İlk emir, ilk söz, ilk ayet…

      “Oku!” dedi, Allah okuma yazması olmayan bir kula önce okumayı öğrenmesini söyledi. “Kâinatı, gökyüzünü, gaybı, insanları anla; hayvanları, bitkileri, canlı-cansız tüm varlıkları bil; karıncanın sesinde ismimi duy, varlığımı oku,” dedi. “Dilinle değil, kalbinle oku,” diye emrolundu da Peygamber’in bedeni tir tir titredi. Okuduklarını hazmetmek için günlerce evden çıkmadı.

      Varlığımıza hiçbir delil yokken bizi bir kan pıhtısından yaratan kudret, ömür yolculuğunun bir yerinde kalbimize dokunuyor; tıpkı Cebrail’in Peygamber’i sarsması gibi sarsıyor. Bazen bir hastalıkla, kazayla ya da belayla, evlatla, belki de mutlulukla, zenginlikle kendimize gelmemiz için sarsıyor. Kimi bu emri anlıyor da idrak başlıyor. Kâinatı artık O’nun izleriyle okuyor. Kimi ise başına gelenler karşısında daha çok asileşip, “Ben okumayı zaten bilirim,” diyerek devam ettiği yolda karşılaştığı güzellikleri kendi hikmeti sanıyor, fenalıklarda ise isyan ediyor.

      Oysa hiç bilenle bilmeyen aynı olur mu?

      Bu dünya yolculuğunda da okuyanla okumayan ayrılmıştır. Bu yolda en çok gezen değil, en çok anlayan kazanır.

      Tefekkür için oturduğumuz çınar ağacının altında ben defterime düşündüklerimi yazarken Kısmet çoktan peşinden koşturacak bir kelebek bulmuş. O kelebeği kovalarken görüyorum ki kendi fıtratına uygun davranıyor, ya biz?

      Bu sefer derin bir idrakle yazmaya devam ediyorum.

      Birlikte bugünü hem yaşamaya hem de okumaya var mısınız dostlar?

      Bu yolculukta berabersek haydi gelin bugünü okuyalım. Güneşin selamıyla ağaran bir günde pencereyi açıp temiz havanın ciğerlerimize dolmasını hissedelim; hani o ufacık serçe var ya, onun kar kış demeden taşıdığı dallarla yuvasını kurmasını izleyelim. Bugün uzakta bir yerde kırmızı ve yeşil ışıklarla aydınlanan karanlık bir gökyüzü var, aynı anda mavi bir bulutun altında yemyeşil bir bahçe ve yıldırımların çaktığı bir gökyüzünün altında korkarak annesine sarılan bir çocuk ve şefkatle onu sarmalayan bir anne. “Aynı atmosferin altında aynı anda ne kadar şey hissedebiliriz?” demeyelim, ki kâinatta tüm hislerin bir karşılığı var.

      Pencereden baktığımızda bunu anlamaya niyet edelim.

      Tüm uzuvlarımız yerindeyken şükretmenin güzelliğini, bu satırları okuyabilen gözlerimizin muhteşemliğini, bizi çok seven insanların gönlündeki sevdayı, içimizdeki merhamet duygusunu, karşımıza çıkan şerlerin altındaki hayrı, sahip olduklarımızın ne kadar kıymetli olduğunu okuyalım. Okuyalım ki delalet aradan çekilsin, idrak güneşi doğsun.

      “Oku!” diye seslenen Rabbe, “Okuyorum Rabbim, artık anlamaya çalışıyorum,” diyebilmek için okuyalım.

      Uyan

      Hani rüyanın en güzel yerinde uyanırsın da içini bir hüzün kaplar; devam etmek istersin, hatta hiç uyanmamak, hep o rüyayı yaşamak, o kadar sahidir. Uyandığında kendini yatağında bulunca derin bir nefes vererek rüyanın lezzeti damağında kalsa da şükredersin.

      Bazen de kâbuslarla boğuşursun da bir an önce uyanmak istersin. Kalbin yerinden çıkacak gibi atar, korkuyu ve acıyı tüm bedeninde hissedersin. Kaçmak istersin, koşarsın. Tam uçurumdan düşüp yere çakılacakken uyanırsın; derin bir nefes verip, “Sadece bir rüyaymış,” der de yaşamaya devam edersin.

      Güzel bir rüyadan uyanınca üzülen insan, kötü bir rüyadan uyanınca mutlu olan yine insan… O zaman uyanmak her zaman güzel değil, uyanmak ancak kötü bir rüya gördüğümüz zaman güzel.

      Peki yaşadığımız dünya güzel mi?

      Her gün işlenen cinayetler, kaybolan çocuklar, trafik çilesi, hastalıklar, çalınan haklar, ahlaksızlıklar güzel mi? Hepsi kâbus gibi… O zaman uyanmanın neresi güzel?

      Peki, bu hayat kötü mü?

      Her gün uyanıp evine ekmek götürmek için işe gidenler, ihtiyacı olanlara yardıma koşanlar, adalet için savaşanlar, denizin mavisi, açan laleler, parklarda oynayan çocuklar, aşklar, bir yüreğe dokunan öğretmen, dertlere derman olmaya vesile verilen çabalar, sabah fırından çıkan sıcak ekmeğin kokusu, sonunda istediğine kavuşmuş mutlu gönüller… Hepsi güzel bir rüya gibi… O zaman uyumanın neresi güzel?

      Kâbus da görsek güzellik de görsek uyandığımıza şükretmeliyiz dostlar çünkü uyanmak fırsattır. Uyumak, bilincimizin kapalı olduğu, dinlenmeye çekildiğimiz ve ruhumuzun kontrol edilemeyen yerlere gittiği bir andır, tıpkı ölüm gibi…

      Eğer uyandıysan şükret çünkü o kâbusu sana gösterenin elbette yaşatmaya da gücü yeter.

      Eğer uyandıysan şükret çünkü o güzelliği sana gösteren elbette yaşamana imkân sağlar.

      Rüya ve hayat birbirine çok benzer. İkisi de sahte güzellikler sunar, ikisi de geçicidir, ikisinde de ya kopmak istemezsin ya da bir an önce gitmek istersin.

      Bu dünya rüya içinde rüya… Uyanmak, ancak zaman sınırı olmayan bir yere olmalı. Sonsuzluk gibi… O zaman ölenler uyandı. Hâlâ uyuyan bizleriz.

      Ölüp uyanmadan önce uyan ey dost! Bu dünyayı bir rüya olduğunu bilerek yaşa ki kötülüğüne de güzelliğine de kapılma. Yolculuğun hep bir gün gerçekten uyanacağını bilerek geçsin.

      Üstünlük

      Hem gidiyor hem de Yaradan’ın “Oku,” diye emredip açık bıraktığı kâinat kitabını okumaya çalışıyorum. Ağaçlıklı bir sokakta yürüyoruz. Ben önde, Kısmet arkada. O hep arkada kalır, turuncu kuyruğunu yere sürte sürte salınırdı. Biraz havalıydı bizim Kısmet ama iyi kediydi. “Benimle gelir misin?” dediğimde keyfinin kaçacağını bilirdi. Öyle ya, artık mahalledeki diğer kedilere hava atamayacak, pencerenin kenarında saatlerce tembel tembel pinekleyemeyecekti ve annemin lezzetli yemeklerine bir süre hasret kalacak, sokak kedisi gibi peşimde gezecekti. Yine de kabul ediyor, yola