anlatayım,” diyeceğim günleri bekledim. Gelmedi.
Başlamadan biten, tadı damağımda kalan, yutamadığım bir yudum nefes oldu boğazımda.
Gelmediği her cuma kendimi suçladım. Açmamalıydım o pencereyi, gözlerine hiç bakmamalıydım. Ne hakkım vardı çocukları onsuz bırakmaya, hikâyelerini dilinden almaya? Ne hakkım vardı bu sokak her cuma onu beklerken onu rahatsız edip buralardan sürgün etmeye?
Bir yandan kendimi suçluyor, bir yandan da büyükannemin söylediklerini hatırlıyordum; “Gönül meselesi insanı ateşe atar da fark ettirmez.” Ne kadar haklıymış. Bir adam gönlüme değdi diye mahrum ettim bunca güzelliği ondan. Yetmedi, eğildim karşısında, elifliğimi, elifimi verdim.
O gittikten sonra kendimi sorgulamadığım tek bir günüm olmadı. Acısı bile güzeldi, bana unuttuğum bir şeyi geri vermişti. O, kolyemle birlikte götürdüğü umutlarımın açtığı boşluğu dolduracak bir hissi geri vermişti bana. Söz konusu boşluk yıllarca kendimi kapattığım odada yeşeren özgürlüktü, küçük penceremden anlayamadığım kâinatı bilme hevesiydi.
Çantamı topladım. Ben ki bir adam için böyle eğilmiştim, vakit yolculuk vaktiydi. Demek ki bir yeri boş bırakmıştım, vakit onu bulma vaktiydi. Demek ki görmüştüm ama bakmamıştım, vakit bakma vaktiydi.
Benliğimi bulmadan dönemezdim bu yoldan.
Vakit, elif gibi dik durma vaktiydi.
3. Durak
Şimdi
Elimizde yaşayabilecek sınırlı zaman var; otuz, elli, seksen ya da yüz sene. Bu zamanın ne kadarını kendimiz, ne kadarını başkaları için yaşadık; kaç senemizi kendimizi kanıtlamak için heba ettik, ne kadarını “El âlem ne der?” diyerek geçirdik, düşününce, insan heba olan zamana üzülüyor değil mi dostlar?
Bugünün telaşı yarına, dünün endişesi bugüne taşınıp şimdilerimiz arada kaynıyor. Kendimizi bir kenara koyup geçirdiğimiz zamanlar ömürden akıp gidiyor.
Şimdi de olmak, yani ânda kalmak insanın sahip olduğu en güçlü yanı. Müzik dinlerken enstrümanların büyüsüne kapılabilmek, yemek yerken sakince ve aheste lezzet duymaya bakmak, şu an yanımızda olan ve sahip olduklarımızla mutlu olabilmek güçlü bir silah gibi…
Müdahale edemeyeceğimiz geçmişi, asla elimizde olmayan geleceği sürekli düşünmek, o zamanlar için planlar yapmak, geçmişte olanların etkisiyle bugüne yön vermek, kaygı ve korkuyla yaşamak insana öyle büyük zararlar veriyor ki, en başında da vesvese geliyor.
“Dün başına kötü bir iş gelmişti. Aman ha sakın unutma yarınını ona göre planla, bir daha aynı hatayı yapmamak için temkinli ol, uğraş, plan yap,” diyor bu vesvese sesi. İçimizden geçen düşünceler aşağı yukarı bu şekilde, lakin geçmiş çoktan bir hikâye, gelecek ise hayal oldu. Dünya hayatında sahip olduğumuz tek şey “bu ân”.
Ânı fark edip o ânda olması gerektiği gibi yaşamaya başladıkça tüm sistem elektriklenip harekete geçiyor, hücreler kendilerinin farkına varıyor. İçinde bulunduğumuz şimdinin en özel, tek ve en değerli ân olduğunun farkına varınca o artık sıradan olmaktan çıkıyor, en basit bir eylem bile anlam ve değer kazanıyor.
Hayatımın yeni döneminde bana bu bilinci kazanmamda yardımcı olan Şimdinin Gücü kitabında şöyle diyordu;
Hiçbir şey geçmişte vuku bulmamıştır, o şimdide vuku bulmuştur.
Hiçbir şey gelecekte vuku bulmamıştır, o şimdide vuku bulacaktır.
Zaman bir sihir dostlar, Yaradan bize bunu ayeti kerimede şu şekilde açıklıyor:
“Allah, ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir bölümü kadar kaldık; işte, saymakla görevli olanlara sor,’ derler. Allah buyurur: ‘Pek kısa bir süre kaldınız; keşke bunu (dünyada iken) bilmiş olsaydınız!’ ”
Bu ayet, dünyadaki zaman kavramının bizim zihnimizde oluşan bir tasavvurdan ibaret olduğunu söyler. Gerçek dünyaya geçtiğimizde zaman algısı da değişmiş oluyor; öyleyse önünde sonunda tek gerçek şimdiyken o zaman neden bekliyoruz ki?
Şimdi, elimizdeki en güzel ân…
Şimdi, sonsuz…
Şimdiler hiç bitmeyecek.
Yarın ne yemek yapalım, tatilde nereye gidelim diye bir sene sonrasına plan yapmayı bırak! Annemi yarın ararım deme! Sevdiğimin gönlünü yarın alırım diye düşünme! Dün elimizden kayıp gitti, yarınlar ise bizim değil!
Şimdi sev dost! Elinde başka zaman yok. O telefonu bir kere de uzaktaki akrabanın hâlini sormak için şimdi kullan! Vermek için çok olmasını bekleme bir ekmeğin, varsa böl ortadan, şimdi ver!
Mutlu olmak için bir şey olmasını bekleme! Havada uçan kuşu görebildiğin için gözlerine, sevenin varsa varlığına, sağlamsan sağlığına şimdi mutlu ol! Ve bekleme doğru insanı mutlu etmek için, seçmeden, ayırt etmeden mutlu et ki ışıldayasın, güneşin herkesin üstüne doğması gibi aydınlat etrafını!
Gönlünden gönlüne bir yol çiz! Gitmek için bekleme, valizini toplama; şiirlerin eksik, cümlelerin yarım kalsın! Bırak üstün başın dağınık olsun, oyalanma! Şimdi çık yolculuğuna! Ne zaman varacağını düşünme!
Unutma, mutluluk yolun sonuna varmak değil, yolda olmaktır.
Gitmek
Ayın şavkı vururken suyun üstüne, Kısmet’le belediye bankına kuruluyoruz. Denizin üstündeki gemileri izliyoruz, tüm yüklerine rağmen batmadan yüzen koca demir yığınlarından başka bir şey değiller, çünkü insan değil, yük taşıyorlar.
Gel gör ki benim derin düşüncelere dalmama yetiyorlar.
Düşünüyorum.
İnsan ruhunun değdiği her şeye duygu bulaşır çünkü Allah bize kendi ruhundan üfledi. Ondan bir parça sevgi bulaştı yüreğimize; biraz cesaret, merhamet ve güven bulaştı. Öyle güçlüydü ki bu duygu, soğuk bir metal parçasına bile türlü türlü anlamlar yükledi. Ona kendinden bir sıcaklık yükleyip sarıldı. Sonra ona tutunup gitti.
Gitmeler hep acı verdi. Biz kendimize acı çektirmeyi istediğimiz için gittik. Gitmek ve acı sarmaş dolaş oldular. Oysa gitmek her zaman acı değildi; varmak için gidince insan, yolda olduğu her âna şükrediyordu. Önüne çıkan tüm acılara eyvallah deyip sinesine basıyordu.
Peki gelmeden gitmek de neydi? Hangi acı ona gelmeden gitmeyi öğretmişti? Sanırım bir parçam onunla gittiği için kalbimin bir tarafı onda kalmış gibi düşünüp duruyordum gözlerindeki o buğulu hüznü. Ve gidişini… Gitmesi bu kadar acıtmazdı içimi, bir kez sesini duysaydım, tüm sesleri onunkine benzetirdim; bir kez de bana anlatsaydı hikâyelerini, ben tüm cümlelerimi ona kurar, hikâyelerinde kendime bir rol bulurdum. Bir kez adımı söylese, mıhlardım kulaklarıma da rüzgârın fısıltısında, kuşların cıvıltısında, çocukların sesinde onun ismimi söyleyişini duyar, avunurdum.
Bir kez gelse bir ömür yeterdi de gelmeden gitmesi yüreğime oturdu.
Emanet
Sana artık saklamak istemediğim, içimden öylece katıksız gelenleri emanet ediyorum ey dost!
Senin olarak değil, benim emanetim olarak gör, öyle anla… Bir kahvenin yanında