Betül Ak Örnek

Bir Yolculuktur Aşk


Скачать книгу

canımız?

      Sürekli yorduğumuz düşüncelerimiz?

      İncittiğimiz duygular?

      Kırılan kalbimiz?

      Bize emanet değil mi?

      Biri kırmak istediği zaman kalbimizi kaldırsak ya yüksek bir yere, boş işler peşinde kıvranan düşüncelerimizin emanet olduğunu bilip boşa harcamasak, hele ki değmeyecek insanlara oyuncak ettiğimiz duygularımızı çekip alsak ellerinden…

      Beş kuruşluk eşyaya verdiğimiz değeri bizi bize emanet edene versek daha mutlu olur muyuz ey dost, ne dersin?

      O biliyordu bizim kendimize emanet olamayacağımızı, bizi bizden daha iyi tanıdı. O yüzden kendine emanet etmeyi öğretti.

      İşte bu yüzden… Allah’a emanet olun dostlar!

      Işıklar

      Karşı tarafın ışıkları yanıyor. İstanbul göz kırpmaya başlarken bu şehri terk etmenin vakti geliyor.

      Nasıl vedalaşılır bilmiyorum, hiç ayrılmadım.

      Işıklar göz kırpıyor.

      Bulutlar ağlamaklı…

      Boğaz sessiz…

      Nasıl gideceğimi bilmiyorum, hiç gitmedim.

      Işıklar parlıyor.

      Bulutlar telaşlı…

      Boğaz durgun…

      Nasıl ayrılacağımı bilmiyorum, hiç uzaklaşmadım.

      Bir otobüse bineceğim birazdan, nereye gittiği önemli olmayan. Belki döneceğim ya da hiç dönmeyeceğim.

      Artık hep yolcu olacağım. Kendime varmadan kimsenin yüreğine yerleşmeyeceğim.

      Elif gibi dikileceğim yanlış bildiklerimin önünde, bir tek secdede eğileceğim.

      Bu yolda yandıkça sevinecek, ışığımla aydınlatacağım karanlıktan korkanları.

      Hayırlısı

      İyi ki kalem, kâğıt, bir de pencere kenarları var. En güzel pencere kenarında dökülür dertler kâğıda…

      Yine bir pencere kenarında başlayan hikâyem onun gidişiyle penceresiz kalsa da şimdi bir otobüsün buğulu camında yazmaya devam ediyorum. Hep bir camın arkasından seslenmek nasibim olmuştu ona. Canımı yaksa da, hayırlısı buymuş demek. Yana yana, “Hayırlısı böyleymiş,” diyorum. Onun gidişi benim yolculuğumun vesilesi olduğu için hayırlıydı, böylece gidişi bile güzelleşti.

      Küçükken her yaz köye gider, büyükannemin evinde kalırdık. Tüm senemin en güzel günlerini orada geçirirdim. Bahçedeki ağaçların altındaki sedire oturur sohbet ederdik. Diğer çocuklar oynayıp zıplar, yaramazlık yapardı. Bense sedirde büyükannemle hikâyeler uydurur, onun anlattıklarını dinlerdim. Anlamasam da kulaklarımı dört açar, kalbimi doğrulturdum.

      Kucağına uzandığım bir akşamüstü, saçlarımı okşarken büyükannem bir hikâye anlatmaya başlamıştı:

      Zamanın birinde gücü ve kudreti dillere destan bir padişah yaşarmış. Padişah avlanmayı çok sever, sık sık avlanırmış. Padişahın aklıselim, “Her şeyin hayırlısı, her şeyde bir hayır vardır,” cümlesini dilinden düşürmeyen bir de veziri varmış. Padişahın başına bir şey gelse vezir hep, “Padişahım üzülmeyin, her şeyde bir hayır vardır,” dermiş. Padişah da vezire bu yüzden bazı zamanlar hiddetlenirmiş.

      Bir gün padişah vezirine, “Bugün ava nereye gidelim?” diye sormuş, vezir bir yer tarif etmiş. Oraya gitmişler fakat avlanırken padişah elinden yaralanmış, vezirleri ve askerleri kanayan elini sarmışlar lakin padişah acısının da etkisiyle vezirine, “Senin yüzünden oldu!” diyerek hiddetlenmiş. Vezir yine aynı cevabı vermiş: “Her işte bir hayır vardır padişahım, üzülmeyin.” Bunun üzerine padişah vezire çok kızıp, “Ben elimi yaralıyorum, sen bana ‘Her işte bir hayır vardır,’ diyorsun” deyip onu zindana attırmış. Vezir zindana giderken yine, “Her işte bir hayır vardır,” deyip gitmiş. Padişah yine öfkelenmiş, “Zindana attırıyorum, adam yine aynı şeyi söylüyor!” diyerek kendi kendine söylenmiş.

      Padişah yanındaki askerlerle avlanmak için başka bir yer aramaya koyulmuş. İnsan ayağı değmemiş bir yer bulmuşlar, avlanırken oranın yerlileri padişah ve askerlerini kuşatıp esir etmişler. Yerliler her gün bir esiri kendi inançları gereği kurban ediyorlarmış, sıra padişaha gelmiş ama onu serbest bırakmışlar. Yerlilerin inancına göre sakat veya yaralı adamdan kurban olmazmış.

      Yaşadıkları kötü tecrübe sonunda zar zor ülkesine varan padişah, vezirine hak vermiş. Hemen sarayına gidip vezirini serbest bıraktırmış, onu huzuruna çağırıp sormuş: “Haydi benim elimin kesilmesini anladık, peki senin zindana girmendeki ‘hayır’ nedir?” Vezir, “Zindana girmeyip sizinle gelseydim, yerliler şimdi diğerleri gibi beni de kurban etmiş olacaklardı,” diye cevaplamış.

      Padişahın hâline çokça gülesim gelmişti, büyükannem ve ben birbirimize bakarak gülümsüyorduk. Sıcacık dudaklarıyla başımı öpüp hikâyesini kendi cümleleri ile bitirmişti büyükannem:

      “Canın yanıyorsa, yakana bakma!

      Mutluysan neden arama!

      Üzgünsen sebep sorgulama!

      Her şeye bir hayırlısı çek!

      O ne güzel sözdür. Tüm olup biteni kendi iradenden daha güçlü olanın ellerine teslim ettiğinin kanıtıdır.

      Kişiler ve olanlar sadece vesiledir. Seni üzenleri boşuna takma kafana. Her yaşadığının sana bir kazandırdığı vardır.

      Tüm kötü anılara kocaman bir ‘hayırlısı böyleymiş’ çek ve kurtul yüreğindeki yüklerden.

      Avuç içi kadar kalbini boyundan büyük yüklerin altında bırakma. Rabbin sana taşıyamayacağın yük yüklemedi.

      Dün geçti, yarını bilemem yavrucuğum, lakin bugün her şeyin hayırlısı…”

      Mektup

      Merhaba şeker dağıtan adam,

      Kim bilir hangi sokaktaki çocukları sevindiriyorsun şimdi, hangi hikâyelerle şaşırtıyor, hangi fıkrayla güldürüyorsun…

      Sakallarını kestin mi yoksa? İnşallah kesmemişsindir, çünkü sakallarının arasında saklanan gülüşü bulmayı severdim ben.

      Hikâyelerinde anlattıklarını tahmin edip kendime bir rol edinmeyi, gamzende yatacak döşek bulmayı, koca gözlerinin yosunlu dalgalarında saklı anlamı keşfetmeyi severdim. Sen bana hiç gelmeden, ben seni bulmak için pencere kenarında sabahlamayı severdim. Fark ettin mi, bu hikâyede hep arayan olmak düştü payıma, sonra da yollara düştüm işte… Giderken emanet ettiğin Leyla ile Mecnun gibi beni de düşürdün yollara.

      Seni o kaldırımda bana bakarken hayal ettim. Gülümserken kıpırdayan dudaklarının resmini çizdim, hangi kelime anlatabilirdi ki dudak çizginin gülümserken zarifçe yükselen hâlindeki güzelliğini.

      Küçücük bir masaldı bizim hikâyemiz. Sonu yaşanmamış bir şeyi anlatabilir mi insan? Dua ettim Allah’a, kalemime güç ver diye de… Şiirler yazmak istedim bizi anlatan, lakin bizden başka bir adım ilerleyemedim. Seni anlatmaya cümleler yetmezken bizi anlatmak için bulamıyordum tek kelime.

      Kazımalıyım kalın kafama biz diye bir şey olmadığını değil mi şeker dağıtan adam? Tüm yaşanmayanlar, bizi yazmayan kalemim, arkana bakmadan gidişin işaretti biz diye bir şey olmadığına. Adını bile bilmezken biz olabilir