Mehmet Rauf

EYLÜL


Скачать книгу

dedi.

      Necib devam etmek istedi, “Fakat sonra öyle kadınlar da var ki…”

      Süreyya, gülerek Suad’ı zorluyordu, “Devamı var, devamı var… Onu bekle,” dedi.

      Onlar iddialarına devam ederek, gülüşerek haykırarak devam ediyorlardı, Necib arkada sersem, perişan gidiyordu. Kadınlar… Onların hepsinden şüphe etmek… “Ah, ihanet!” diyordu; şimdi, daha şimdi Suad’ın kendine bakan gözlerindeki derin, uçsuz bucaksız temizlik, saflık; kendi kirli hayalinin bile bir leke göremediği o temiz saf yüz onu eritmiş, ruhunu ezmişti.

      “Bu bakış, dünyada bana böyle bakanlar da var? Ah, bana böyle bir bakış, bana böyle bir yüz! Ben kurtuldum,” diye inliyordu.

      O zaman bazen ilk tazeliğindeki gibi bir Necib olup hayallere daldıkça düşündüğü ruhunun kadınını, arzuladığı kadını hep mükemmel olarak ortaya çıkardığı o genç kızı düşünmeye başladı. Bütün hayallerini güzelliklerle süslediği halde, ona bu kadar saf ve ince, bu kadar pak ve nurlu bir bakış verememişti. Suad, elbette onun kadar güzel, onun kadar mükemmel olmadığı halde bile hayalinin yetişemediği güzelliğe sahipti. Onun ruhunun ne kadar, ah ne kadar temiz olması gerekirdi.

      Şimdiye kadar böyle kendini saflığıyla, sessizliğiyle ve yumuşaklığıyla, iyiliğiyle etkileyen gözler görmediğini düşünerek, “Ya, nerede göreceğim?” diyordu. Hep tanıdığı kadınları düşündükçe ya sefaletin sürüklediği, namusları pahasına servet ve tantana içindeki kızları ya da salon hayatının çeşitli sebeplerle solmuş evli kadınlarını görüyor, “Pislik içinde temizlik aramak… Bulunmayacağı belli olan yerde inci avlamak,” diye gülüyordu.

      Böyle yüce meyillerle, kocasına bağlılığıyla temiz ve aydın kalmış kadınların ne kadar nadir olurlarsa olsunlar niçin bulunmayacağını kendi kendine soruyordu. Sonra şüphe, tırnaklarını tekrar çıkarıyordu: Namus ve saflık hakkında bir sürü yıkıcı teorileri vardı ki bir kısmı düşündüklerinden, bir kısmı gördüklerinden oluşan şeylerdi, bunları uygulamak istiyordu. Ve böyle saflığın ve melekliğin mümkün olmasını, bunun kendine rastlamayacağını kabul ettiği halde de bu temizlik ve sessizlik içinde, ruhundaki ne olduğunu bilmediği gizli ihtiyaçla ne yapacağını düşünüyordu.

      Suad, birdenbire yine döndü, “Canım, siz hâlâ susuyorsunuz,” dedi.

      Bu, sandalın iskelenin yanında göründüğü zamandı. Süreyya ilerlemiş, sandalcıya işaret etmişti. Arkadan Necib’le Suad rastgele konuşarak gelirken, Süreyya’nın sandala atlayıp yelkenlerle, iplerle meşgul oluşuna bakıyorlar, gülüyorlardı.

      Suad, Süreyya’ya seslenerek, “Boşuna, bey, boşuna!” dedi. “Herkes cezasını çekmeli… Küreklere sarılmaktan başka çare yok!”

      Necib sandala girmek için Suad’a yardım ederek, “Hava bu kadar durgun olunca onu galiba hepimiz yapacağız,” dedi.

      Palamarları çözdüler, sandalcı kancayla rıhtıma dayandı. Yelken, dalgalanarak sandal denize açıldı ve ilk hız geçtikten sonra durdu.

      Süreyya gülerek, “Çala kürek bakalım… Suad, sen de dümene geç,” diye kürek çekmeye başladı.

      Suad, başını sallayarak ve dümeni kullanmak için şemsiyesini güvenli bir yere bırakmaya çalışarak, “Şemsiyemi koymak için yer bulmak mümkün değil ki!” dedi.

      Kürekler o kadar büyüktü ki kolay idare edilmiyordu. Süreyya bunlarla uğraşırken, “Kürek çekmiyorsun ya şükret!” dedi.

      Sandal, ağır ağır ilerledi.

      Suad birdenbire, “Oh, bakınız!” dedi; güneş Büyükdere koyunun üstünde hafif dumanlar arasında kırmızı bir billûr gibi, heybetli bir şekilde kararıyordu. Etraflarını serin bir deniz havasının keskin kokusu sarmıştı; deniz, uzakta bir pervane sesiyle homurdanıyor, arkalarında Tarabya’ya doğru bir gümüş parlaklığıyla yumuşak, sevimli dalgacıklarla akıyordu. Tekrar kürek başladı, Süreyya ara sıra Suad’a dümeni anlatıyordu. Suad: “Böyle mi?” diye söz dinliyordu; Servi burnuna kadar böyle yükseldiler. Necib: “Tam on sekiz dakika!” dedi. Biraz daha gayret ettiler.

      Suad: “Siz gurubu görmüyorsunuz ki…” dedi. Şimdi, Büyükdere koyu ateşli bir cilayla kadifelenmişti; güneş, Bentlerin vadisi üstüne iyice inmiş, köşe bucağı dumanla, karanlıklarla dolu olan yeşilliklerin üstünde dumanlarla boğuşarak kana bulanmış, bulutlara karışmış, titreyerek batıyordu.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Romandaki saatler alaturka (ezani) saattir.

      2

      Asma filizi biti veya asma uyuzu. Toprakta yaşayan filoksera zararlısı asma köklerini emerek beslenmektedir.

      3

      Kalem: Devlet dairesi

      4

      Acuze (Ar.) : Güçsüz, çok yaşlı kocakarı

      5

      Adieu (Fr.) : Hoşça kal

      6

      İstanbul Boğazı’nın, Avrupa Yakası’nda karaya yaptığı en büyük girintilerden biridir. Koyun kıyılarında kendisiyle aynı adı taşıyan Büyükdere, kuzeyinde Çayırbaşı, güneyindeyse Kireçburnu semtleri yer alır.

      7

      Mesar Burnu ya da Mesarburnu, İstanbul Boğazı’nda kıyının denize doğru yaptığı küçük çıkıntıdır. Bu burun ile Yenimahalle arası Sarıyer ilçesinin merkezini oluşturmaktadır. Bu burnun sırtlarında yer alan bir Rum Mezarlığı nedeniyle Mezarburnu denilmiş, bu isim zamanla değişerek Mesarburnu olmuş ve günümüze kadar bu isimle gelmiştir.

      8

      La Traviata, Giuseppe Verdi’nin bestelediği Francesco Maria Piave’nin librettosunu yazdığı üç perdelik opera eseri

      9

      Osmanlı döneminde şehrin su ihtiyacını karşılamak için çeşitli zamanlarda değişik kişilerce yaptırılmıştır.Belgrad Ormanlarının içinde altı tane bent bulunmaktadır.

      10

      Deneme yapmak

      11

      La Gran Via