Namık Kemal

İNTİBAH


Скачать книгу

bir kere onun yerine koyunuz. Bir de bir kereye mahsus olmak üzere bir endişeden dolayı uykusuz kalınız. (O, söylenmesi bile utanç verecek hayallerinizi bir yana bırakalım.) Simya bilmek, kimya yapmak, dünyayı istediğiniz şekle getirmek için olağanüstü bir güce sahip olmak, define bulmak, bir kıtada hüküm sürmek gibi ne kadar olmayacak şeyler ve hayaller varsa hepsine olumlu bir yön ararsınız. Sonunda yine acizliğinizi görür ve ölümden başka bir şey istememeye başlarsınız. İnsan, yatağına yorganına, çarşafına bakar da (onların) kefenden, topraktan bir farkının olmadığını düşünür. Kendini öldürmek ister, yapamaz. Sonra çaresizce beklemeye karar verir değil mi? Ali Bey’in durumu da bu anlattıklarım gibiydi.

      Zihni, düşünce ve hayallerle doluydu. Her birini tek tek gözden geçirdi. Hepsi de gözüne uyku gibi tatlı; fakat gece gibi karanlık, huzur gibi imkânsız göründü. Uzun ve ıstıraplı bir gecenin sabahı pazar olduğundan Ali Bey, hayattaki amacını düşündü. Arabanın oralarda olabileceği kuvvetli bir ihtimal olduğundan – diri diri mezara gömülmüş bir adam gibi – gözünü kırpmaksızın içinde yuvarlandığı yataktan kalkar kalkmaz ilk işi yine o gezinti ve seyir yerine gitmek oldu. Çamlıca’ya gidince iki gün önce arkadaşlarıyla oturduğu köşeye yine oturdu. İki saat bile geçmemişti ki beklediği araba karşıdan göründü. Sanki tüm istekleri cisimleşmiş, araba şeklini alarak karşısına çıkmıştı. Anne ve babasını karşılayınca söz söylemeye utanan çocuk, arabayı görünce telaşlandı.

      Arabaya doğru yürüdü, araba ise ondan kaçarcasına gidiyordu. Sanki kendisi istekli, araba ise o isteğin somutlaşmış haliydi. Bir süre sonra gide gide kalabalıktan ayrıldılar. Araba, Çamlıca’dan yaklaşık on dakikalık uzaklıkta, bir ağacın altında durdu. Ali Bey, on beş dakika kadar ne yapacağını bilemeyerek etrafta dolaşmaya başladı. İşte, insanın durumu budur! Bir amacın etrafında dolaşır; fakat ona kavuşacağı ümidinin ortaya çıkışıyla yaklaşmaktan çekinir.

      Bey, bu halde şaşkınlıklar içindeyken arabanın şafak renkli canfes8 perdeleri açıldı. İçinden gene ne anlama geldiğini bilmediği bir işaret verildi. Bey için bu işaret, anlaşılması imkânsız diğer bir bilmeceydi. Birçok düşünce ve tasarıdan, şüpheden, tereddütten sonra insan, bilmediği şeyi kendi isteğine uygun şekilde anlamlandırır. Ali Bey de bu işareti davet olarak yorumladı (doğru yorumlamıştı).

      Bu düşünceyle – yukarıda açıklandığı üzere utana sıkıla-arabaya yaklaşmak istedi. Öyle bir durumdaydı ki gözlerinin, kaşlarının; kısacası, her azasının hareketleri (yaklaşmak için) izin istiyordu sanki. Bir on beş adım kadar yaklaşınca arabanın iki kapısı birden açıldı. beyin karşısındaki taraftan, kumru göğsü feraceli bir hanım, diğer taraftan da iki cariye indi. Cariyeler, arabacıyla birlikte bir tarafa çekildiler. Hanım, Ali Bey’e doğru gelmeye başladı.

      Herkesçe bilinir ki böyle gezip dolaşmayı seven hanımefendilerin yüzlerindeki yaşmak, adeta kabarmış bir düzgün9 gibidir. Bu yaşmak, yüzünü örtmek için değil, güzelliğini ortaya çıkarmak, ama hercai gönlünü, az zekâsını ve yalancı nezaketini saklamak için kullanılır. İşte, Ali Bey’in birkaç geceden beri zihnini ele geçiren sevgilisi hakkındaki hayalleri cisimleşmiş, o güzellikten yansıyan ışık, hafif perdenin aralanmasıyla bakışlarına değmişti.

      Ali Bey, utangaçlığı ile o güzelliğin şiddetli çekimi arasında – ki mıknatıs arasına düşmüş bir maden parçası gibi-sessizliğin acısına ve acının sessizliğine çekilerek bir süre böyle tereddüt ederek bekledi. Nihayet, cesaretini toplayarak gözlerini biraz kaldırınca karşısında ne görsün! Ustanın elinden çıkmış bir put gibi güzel vücutlu, siyah saçlı, incecik düz kaşlı, noktalı yeşil gözlü, siyah uzun kirpikli, hafif sarı üzerine dalgalı koyu al yanaklı, irice çekme burunlu, ufak ağızlı (şiddetli bir tutkuyu gösterir şekilde) kalın kor dudaklı, karşısına her çıkanı kucaklayacak gibi eğilerek yürüyen, insanın kalbine girecek gibi hüzünlü ve dikkatli bakan bir afet karşısında duruyor.

      Her türlü şiddetli isteğin duyulduğu bu yaşlarda terbiyeli bir delikanlı, hayallerinin sevgilisi olan kadınla ilk buluştuğunda şaşkınlıktan, ağlamaktan başka ne yapabilir?

      İşte Ali Bey de bu derece zor, böyle bir etki altında kaldı. Gönlünde sakladıklarını söylemek isteyip tereddüt ederken, dudaklarını ısırmaktan başka bir şey yapamayarak, hasret bakışıyla gönlündekileri söyleme isteğine düşerken, gözlerinin dolmasına engel olamayıp acı içinde kıvranırken hanımefendi tarafından söze başlandı.

      Ey huzur bozucu! Yaktın yanmış gönlümü,

      Yeni heveslere saldın şu kendinden usanmış gönlümü

      Kadının adı Mehpeyker’di; ahlak ve terbiyece Ali Bey’in aksine namussuz, gayet alçak bir ailede yetişmiş ve çocukluktan genç kızlığa geçer geçmez ne kadar namussuz varsa onlara usta olmuştu. Biraz okuyup yazma öğrendiği ve vaktinin çoğunu meşhur aşüftelerin toplantı yerinde geçirdiği için hilekâr zekâsı çok gelişmişti. Peri kadar güzel, Haccâc10 kadar dirayetli bir şeytan yaratılmış olsaydı, istediği adamı ele geçirmede bu kadın kadar becerikli ya olur ya olmazdı.

      Bununla beraber, son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri kontrolü altında tutmak istiyor, hatta girişimlerinin hepsinde başarılı oluyordu.

      Yakışıklı erkekleri seviyordu; fakat yılan bir çiçeği nasıl severse bu da öyle seviyordu; bir insanı nasıl sarıyorsa bu da öyle sarmak istiyordu; mezar, vücudu nasıl kucaklıyorsa bu da öyle kucaklamaya çalışıyordu; (mezar) kucakladığına nasıl dünya yüzü göstermiyorsa bu da öyleydi.

      Ali Bey ise zevk sahibi kadınları en şiddetli sevdalara düşürecek kadar yakışıklı bir delikanlıydı. Mehpeyker de daha ilk işaretini aldığı gün, kendini kontrol edemeyecek derecede gönlünü kaptırmıştı. O derece ki diğerleriyle konuşmadan önce bir gereklilik olarak yaptığı gibi mal varlığını, soyunu sopunu araştırmaya bile kalkışmadan, hatta Ali Bey fakir ve kötü biri olsa bile onunla buluşup konuşmaya geldi.

      Bu istek ve neşeyle Ali Bey’e yaklaşınca çocuğu, yukarıdan aşağıya birkaç kere süzdü. (Ali Bey’in), utanç ve telaştan konuşmadığını anlayınca artan tutkusunu tecrübeleriyle gizleyerek masum bir şekilde konuşmaya başladı.

      “Beyefendi, iyi terbiye görmüş birine benziyorsunuz. Cuma günü buraya gelmiştiniz. Arabama, yerinde olmayan bir işaret verdiniz. Ben de size ‘kalabalıktan sakınınız!’ anlamına gelen bir işaret verdim. O güne kadar gezinti yerlerinde hiç görünmemişken bugün yine geldiniz. Yine eski yerinize oturdunuz. Karşıdan arabam görünür görünmez eskiden beri tanıdığınız bir dostunuz geliyormuş gibi bin türlü telaş göstermeye başladınız. İnsanlar, gözlerini bize diktiler. Ben de uygunsuz bir durum olur korkusuyla arkadan gelmeniz için işaret verdim. Siz ise hemen arabanın yanına yapıştınız. Kendinizi kaybettiniz. Buraya kadar öyle bir halde geldiniz ki tarif edilemez. Bana niçin bu kadar musallat oluyorsunuz? Görenler ne der? Beni boş yere lekeleyince elinize ne geçecek?”

      Mehpeyker, bu sözleri söylerken Ali Bey’in yüzüne göz ucuyla baktı. Çocuğun yüzü utançtan kıpkırmızıydı. Ali Bey’in heyecandan konuşamadığını anlayınca cevap bekliyormuş gibi bir süre sustu, sonra konuşmaya devam etti.

      “Benim yüzüme bir parça bakılırsa Allah’a emanet siz de ay parçası gibi bir delikanlısınız. Sizin bana şayet ufacık bir meyliniz varsa size karşılık verebilirim. Sonra halimiz ne olur?”

      Ali Bey, kendini adeta kaybetmişti. Zavallı çocuk, olduğu yere