Namık Kemal

İNTİBAH


Скачать книгу

Bu şekilde çocuğun yüzü yavaş yavaş eski rengine döndü; toz pembe yaşmaklar kadar hafif bir kırmızılık yayıldı. Yerinden kıpırdadı. Sözleri, kalbinden parça parça kopup da ağzından dökülüyormuş gibi kesik kesik: “Bilmem… size… nasıl… teşekkür etsem… Ben… neyim ki… aşkınıza… ulaşabileceğim. Amacınız, bir zavallıyı sevindirmek mi, yoksa eğlenmek mi? Kulunuz… Kulunuz, ona da razıyım,” deyince hislerin her çeşidini taklit etmede en usta oyunculara hocalık yapabilecek olan Mehpeyker, içindeki hüznü sahte bir sevinçle örtmeye çalışıyormuşçasına belli belirsiz, ama acı acı tebessüm ederek: “Beyim, kadınlar sahibini, hâkimini bilir. Biz, çoğu zaman efendilerimizle eğlenmeye cesaret edemeyiz. İşimiz sadece onlara eğlence olmaktır. Az önce, ‘Eğer, sizin de bana meyliniz varsa,’ dediğime baktınız da gerçekten sizi kendime tutkun zannedecek kadar saf olduğumu mu düşündünüz? Bilirim efendim, beyler buraya vakit geçirmeye gelirler. Her şeyle eğlendikleri gibi karşılarına çıkan kadınlarla da eğlenirler. Neden canım sıkılsın? Siz, görülmedik bir şey yapmadınız ya, adeti yerine getiriyorsunuz!” şeklinde karşılık verdi.

      Kız, bu sözleri söyledikçe Ali Bey’in vücudundaki kan, öfke ve utançla tutuşuyor; yüzünün rengi, yeni tutuşmuş bir alev halini alıyordu.

      Hissettiği her türlü coşkunluk dilinin çözülmesini de sağladı.

      “Nasıl ilgi? Eğlence ne demek? Güzelliğiniz nerede kalır? İşaretinizi aldığımdan beri hayalinize esir oldum. Dün sabahtan akşama kadar divane gibi buralarda dolaştım. İki gecedir bir dakika uyumadım. Eğlence mi? Daha ilk kez gördüm, ama gözleri perdeli doğmuş bir insan, yirmi yaşına girdikten sonra o illetten kurtulur da dünyanın rengârenk süsünü görüp güneşi nasıl severse ben de sizi öyle sevdim.”

      Mehpeyker’in yüzüne gizlice bakarak fakat yüzündeki ifadeden bir şey hissedemeyerek, “Ah, Affedin! Canınızı mı sıktım? Haysiyetinize mi dokundum? Allah biliyor ne söylediğimi ne de söyleyeceğimi biliyorum. Şimdiye kadar böyle bir belaya düşmedim ki tecrübem olsun, size uygun bir şekilde davranayım. Niçin kaşlarınızı öyle çatıyorsunuz? Yüzünüzün rengi uçtu. Ben sizinle ne zaman eğlendim ki öyle acı acı sözler söylüyorsunuz? Ah! Yorgunluk bir taraftan, uykusuzluk bir taraftan, kalbin çarpıntısı bir taraftan; üzerimde bir ağırlık var. Vücudumun azalarının birbirinden ayrılıvereceğini sanıyorum. Buraya geldim. Sanki küçük bir iltifatınızla teselli bulacaktım, ama önce, ‘peşime düşüyorsun’ sonra da ‘eğleniyorsun’ diye azarladınız,” şeklinde söylendi.

      Cümlelerinin son kelimeleri ağzından çıktığı sırada gözlerinin her birinde yıldız gibi bir damla parlamaya ve (damla), allı sarılı yanaklarının üzerinde kayarken şafak bulutuna rastlamış bir yıldız gibi seyre doyulmaz bir güzellikte süzülmeye başladı.

      Nasıl çıldırmadım, hayretteyim hâlâ sevincimden,

      Ağzından, “seni sevdim” sözünü işittiğim anlarda

      Şiddetli üzüntüler, yine şiddetli üzüntülerle giderilebilir. Mehpeyker ise bunu çok iyi biliyordu. Üstü kapalı sözler de en ciddi sözlerin etkisini artırır. Hanım, bu gerçeği de çok iyi biliyordu. Dolayısıyla Ali Bey’in, vicdanının etkisiyle erimiş bir maden gibi her kalıba dökülebileceğini anlayınca o parlak gözlerinin ifadesini mahzunlaştırarak, bakışlarını yere çevirerek güceniklik ve sabırsızlıktan oluşan bir tavırla:

      “Öyle ya! Biz sanki buraya beyefendinin musallat olmasından kendimizi kurtarmak için geldik! Kendisiyle görüşmek istemesek arabamızın penceresini (sanki) kapayamazdık. Kendinden kaçmak istesek, gidecek başka bir gezinti yeri (sanki) bulamazdık? Yanına gittim, karşımda dargın gibi durdu. Bir kelime söylemedi. İlk önce konuşmaya mecbur oldum; ‘Peşimde niçin geziyorsunuz?’ diye söz başladım. ‘Ben de size tutuldum. Beyim! Senin, bana meylin varsa ben seni çıldırasıya seviyorum ne istiyorsan söyle!’ diyerek kalbimi önünüze açmamı mı istiyorsunuz, doğru olan bu muydu? Benimle ‘eğleniyorsunuz’ dedi. ‘Hayır, siz benimle eğleniyorsunuz’ dedim. Beyefendilere böyle şaklar yapılır mı? Meğer, kendisini azarlamışım. Baksana, kıyametler koptu,” gibi uzun uzadıya birtakım sitemlere başladı.

      Ali Bey, (Mehpeyker’in) cümlesi bittikçe itiraza, cevaba ya da yalvarmaya hazırlandı; fakat Mehpeyker, gözlerini yerden kaldırmadığından ne cevap verebilmek için hareketleriyle istediği izni gösterebildi ne de sözünü kesmeye cesaret edebildi. Söz buralara varınca Mehpeyker, tereddüt ediyormuş gibi bir, iki dakika sessizce durduktan sonra Ali Bey’in yüzüne sevgi dolu bir bakışla baktı ve onu hemen kucaklamak istiyormuşçasına eğilerek: “İşte söyledim. Gönlünüz oldu mu? İşte yüreğimi açtım; içinde ne varsa önünüze döktüm. Bana kadınlığımı, terbiyeyi unutturdunuz. Yetmedi mi? Bir daha mı söyleyeyim? İşte seviyorum, ne yapayım? Gönlüme söz geçiremiyorum. Kaderimden, haysiyetimden, vücudumdan, canımdan, dünyamdan, ahretimden daha çok seviyorum,” diye gönül okşayarak karşısındaki insanın dayanma gücünü yok eden bir davranışa kalkıştı. “Seviyorum” kelimesi ağzından çıktıkça dudakları masumiyet kadar güzel, şehvet kadar lezzetli bir renk alıyordu.

      Güzelliğini seyretmek yetmiyor mu, elini de uzatıyorsun?

      Ey! Kederli bir âşık buldukça bunuyorsun

      Bu gönül avlayan davranış karşısında Ali Bey, adeta kendinden geçti. Bir, iki dakika değil konuşmaya, vücudunun bir tek kılını bile kıpırdatmaya kuvvet bulamadı. Eğer, beyin kalbine girmek mümkün olsaydı onun, ilk kez hissettiği bu duyguların ne kadar lezzetli şeyler olduğu anlaşılırdı.

      Bey, kendini biraz toplayınca şükrandan, mutluluktan, talihli olmaktan, sevinçten şairane bir şekilde söz ediyor ve bu sözler, özellikle yüzünün şekli ve vücudunun hareketleriyle daha da kuvvetleniyordu. Bu etki ve hareketlerin tamamını kâğıda aktarmak ne edebiyatçılar ne de ressamlar için mümkündür.

      Mehpeyker ise beyi, gayet şiddetli bir şekilde arzuladığından duygularının iyi niyetli bir şekilde karşılık bulduğunu görünce gönlünü saran sevincin etkisiyle yüzünde ve konuşmasında ortaya çıkan canlılığa işvesiyle başka bir parlaklık vererek ve kendi açıldıkça beyi de açarak aralarında iki saat kadar öyle can eriten bir sohbet oldu ki bu sohbet, ruhani meclislere yaraşacak kadar güzeldi.

      Birbirlerine sarılmışçasına yaklaşarak neşelenen sevda dolu bu iki kalp; bulundukları yerin güzelliğine, baharın bereketine, seyrin eğlencesine, sessizliğin ve tenhalığın lezzetine, aşkın etkilerine ve hallerine dair her ne hissettilerse birbirlerine ayrıntılarıyla anlattılar.

      Ali Bey coşkusunu, yeni başlamış sevdanın utangaçlığını, hayallerin oyunlarını, düşüncelerinin dehşetini şairane ve safça konuşmalarla saklamaya çalışıyordu. Mehpeyker’in hisleri ise kabullerin en güzeliyle karşılanmış şehvetli eğilimin sevincinden oluşuyor, gönlünün sevincini sahte bir masumiyetle ve yalan söylemenin ortaya çıkardığı şaşkınlıkla örtüyordu.

      Mehpeyker iki lafın birinde, bundan sonra ömrün lezzetinden pay alacağına dair rahat birtakım sözler söyledi. Ali Bey o güne kadar Mehpeyker’siz geçen ömrü için yazıklanarak üzüldü. İkisi de gönlünce zaman geçirmek için aşk ve arzulardan oluşan nice hayaller ve konuşmalar yaptıkları sırada Ali Bey, ilham gelmişçesine gayet ciddi bir tavırla söze başlayarak dedi ki: “İkiz yaratılmış iki gönül niçin birbirinden ayrı yaşamaya mecbur olsun? Siz de değil sıradan bir adamı, padişahları mutlu edecek kadar güzellik var. Ben de sizi mutlu edemezsem aşk ve bağlılıkla mahzun olmamanıza çalışırım. En küçük eğlenceleriniz dünyada en büyük zevkim olur. Bir anneciğim var, çok iyi ahlaklıdır; elbette benim (size) düşkünlüğümü görünce size benden daha çok hürmet eder.